Nihal Bengisu Karaca: Sandıkta duran elbiselerin çektiğini biliriz ama...
Türkiye ile Almanya arasında, Türk asıllı Alman gazeteci Deniz Yücel’in İstanbul’da tutuklanması ve ardından Türk bakanların bu ülkedeki seçmenlere hitaben yapacağı konuşmaların iptal edilmesi ile tırmanan gerilim kriz boyutuna ulaştı.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, eski Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Almanya’da planladıkları konuşma programlarına yerel yönetimlerce izin verilmemesinin ardından son haber Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu için geldi.
Çavuşoğlu’nun bugün Hamburg’da konuşma yapacağı salon için yerel yönetimin izin vermediği haberi geldi.
Yaşanan krizi bugün köşesinde derinlemesinde masaya yatıran Nihal Bengisu Karaca, "otopark küçük" mazereti ile dalga geçti.
Aynı otoparka sahip toplantı salonu için ilk önce izin verilmesini ardından ise iptal edilmesini eleştiren Karaca, "Sandıkta duran elbiselerin çektiğini biliriz, ama otoparkların akşamdan sabaha çektiğini bilmiyorduk, maddenin kimyasını, eşyanın tabiatını değiştiren yeni bir virüs mü nevzuhur etmişti?" diye yazdı.
İşte o yazı;
- Otopark küçülünce medeniyet kayboluyor
Referandum öncesi, aynı zamanda bir sorumluluk ve olgunluk testi olarak ibret verici manzaralara sahne oluyor. Bu sınavda en büyük eksiyi alanın Almanya olması şaşırtıcı değilse de “eksantrik” oldu. 2 Mart’ta Almanya’nın Baden Württemberg Eyaleti’nin Gaggenau Kasabası’nda konuşma yapması gereken Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a yasak getirildi.
Birkaç dakika sonra ise Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin Köln’de yapacağı konuşmanın da yasaklandığı belli oldu. Yerel yönetimin Bozdağ’a gösterdiği gerekçe “Otopark küçük” şeklindeydi. Oysa organizasyon heyeti belediyeye 27 Şubat’ta bildirim yapmış, 1 Mart Çarşamba günü de belediye yetkilisi, polis yetkilisi ve organizasyonu yapanlar adına bir temsilci, ortak tutanağa imza atmışlardı.
BİLİMSEL DEĞİL SİYASİ
O tutanakta hangi binada toplantı yapılacağı, kaç kişinin katılacağı, toplantının ne kadar süreceği ve bir zarar meydana gelirse bu zararın nasıl karşılanacağı gibi tüm kritik bilgiler mevcuttu. Yani 1 Mart Çarşamba günü o tutanak iki taraf arasında imzalanırken hiçbir sorun yoktu. Ertesi gün ise birdenbire otopark küçüldü.
Sandıkta duran elbiselerin çektiğini biliriz, ama otoparkların akşamdan sabaha çektiğini bilmiyorduk, maddenin kimyasını, eşyanın tabiatını değiştiren yeni bir virüs mü nevzuhur etmişti?
Etmemişti. Müdahale kozmik değil, bilimsel değil, siyasiydi.
Ortada Alman anayasasına ve Almanya’nın taraf olduğu insan hakları sözleşmesine uygunsuz bir yasakçılık var.
Ortada ciddi bir art niyet de var. Türkiye’de suç işleyen ne kadar örgüt varsa hepsine toplantı, sokak gösterisi ve yürüyüş hakkı tanıyan Almanya, sıra AK Partili bakanlara geldiğinde “Otopark küçük” diyor.
Daha kötüsü, bir yerde otopark küçülünce bu tutum başka yerlere de yayılıyor. Hollanda hükümeti de Rotterdam’da referandum kampanyası için gösteri yapılmasını istemediklerini açıklıyor.
Merkel, “Yerel yönetimin kararıdır ve bizim yerel yönetimlere etki gücümüz sıfırdır” şeklinde bir açıklama yaptı. “Peki nasıl oluyor da Bozdağ’ı yasaklayan belediye ile Zeybekci’yi yasaklayan belediye aynı gün aynı konuda bu denli tutarlı bir eşgüdüm sağlayabiliyorlar?” sorusunun cevabı yok.
Kendisine en anlamlı yanıt Bozdağ’dan geldi: “Türk Adalet Bakanı’na yapılan haksızlık karşısında sürekli susan Alman siyasetçiler, yöneticiler, ülkelerinde sürekli artan aşırıcılık karşısında tavır geliştirmezlerse, tedbir geliştirmezlerse bu anlayış Almanya’nın her bir tarafını ele geçirebilir. O zaman Sayın Merkel bile konuşacak yer bulmakta zorlanabilir.”
Kimileri Meral Akşener’in konuşma yaptığı salonda aniden yaşanan elektrik kesintilerini örnek göstererek “Ne fark var?” diyor. Akşener’in konuşması bilinçli ve kasdi şekilde engellenmişse elbette bunun üzerine gidilmeli, sorumluları hesap vermeli.
Ancak iki olay arasındaki fark, Almanya’nın sergilediği tutumun uluslararası bir boyut arz etmesiyle ve konuyu “milli” bir mesele haline getirmeleriyle ilgili. Öyle olmasaydı CHP’li Deniz Baykal, Almanya’nın izin verdiği Stuttgart toplantısını iptal etmezdi. Baykal’ın resti Almanya’ya mesajdır ve anlamlıdır.
İktidarın bu meseleyi abarttığını ileri sürenler ayrıca şunu da dediler: “Alman siyasetçiler gelip Türkiye’de miting, toplantı yapmaya kalksalar siz izin verir miydiniz sanki?”
‘KAPIMIZ TOPLANTIYA AÇIK’
Bu önyargıya ilk tepki AB Bakanı Ömer Çelik’ten geldi.
Ömer Çelik: “Alman siyasetçiler Türkiye’de yaşayan Alman vatandaşlarına yönelik bir faaliyet yapmak istiyorlarsa, engellenmeyecek bilakis teşvik edileceklerdir. Kendilerinin yaptığı ise demokrasi sınavını geçememek olmuştur.” (3 Mart 2017).
Adalet Bakanı Bozdağ bu teşviki çağrıya, hatta meydan okumaya dönüştürdü: “Ben buradan Almanya’ya çağrıda bulunuyorum; eğer Türkiye’de toplantı yapmak isteyen Alman siyasetçiler varsa gelsinler, Türkiye’nin neresinde istiyorlarsa diledikleri şekilde toplantı yapsınlar, kapılarımız sonuna kadar açıktır.” (4 Mart 2017).
Sonuç: Türkiye, Almanya’da toplantı yapamadı ama demokrasi tiratlarıyla ünlü bir Batı ülkesini kendi değerleriyle sınadı ve zarafetiyle ezdi.