Nuray Mert "muhalif bilgelerin" günahlarını unutmuyor!
Muhalif cenahın önemli entelektüellerinden Nuray Mert Independent Türkçe için öyle bir yazı kaleme aldı ki, bu etkide bir makale daha önce iktidara yakın medyada bile yer almadı! Bugün muhalefetin en ön saflarında "bilgelik" taslayanların geçmişteki günahlarını unutmayan Nuray Mert yeni jenerasyona o günahları unutturmamaya da kararlı!
Nuray Mert "Muhalefet çıkmazı" başlığını taşıyan yazısında muhalefet partilerinin AK Parti iktidarı öncesi özlemle andığı "Eski Türkiye'nin" aslında nasıl bir ülke olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi.
Bu konuyu zaman zaman HDP MYK ve PM Üyesi Celalettin Can ile de tartıştıklarını dile getiren Mert, "Mevcut rejime muhalif olanlara baksanız, Türkiye geçmişte ideal bir ülkeydi sanırsınız. Geçen hafta, sevgili dostum Celalettin Can ile sohbet ederken bu meseleyi konuştuk. Celalettin, 12 Eylül askeri rejiminin onca çilesini çekmiş insanların bazısının bile, 'askeri rejim bile bugünden iyiydi' diyebildiklerini hayretle izlediğinden söz etti. İdamlar, işkenceler, mahpusluklar, faili meçhuller neredeyse unutuldu." diye yazdı.
O "MUHALİF BİLGELERİ" HERKES TANIYOR
Geçmişte "eski Türkiye"nin karanlık günlerinde sahnede başrol oynayan figürlerin bugün nasıl "muhalif bilgeler" haline geldiğini sorgulayan Nuray Mert şunları yazdı;
"Hele, genç gazeteci ve yorumcuların ağzından 'devletin kurumlarını, geleneklerini, dış siyaset çizgimizi yıktılar, geçtiler' sözlerini duymak üzücü, çok üzücü. Kuşkusuz, Türkiye dünyanın en kötü ülkesi değildi, ama arkadaşlar, ne kurumu, ne geleneği, ne dış politika çizgisi?Nedir Türkiye'de özlenen 'devlet geleneği'? Nelerdir yıkıldığına ağıt yakılan kurumlar? Nedir izi sürülmediği için darboğaza girilen dış politika çizgisi?
Ben 'devlet geleneği' kavramına inanan biri değilim, ama illa bir genelleme yapacaksak, onun adı çeşitli kılıklara giren 'otoriter siyasetler'de ısrar olabilir.
Cumhuriyet'in kuruluş dönemi 'tek parti rejimi' idi, çok partili dönemin ilk on yılı da 'ikinci tek parti dönemi' oldu. O bitti, Soğuk Savaş dönemi 'komünizmle mücadele' adına asker-sivil siyaset otoriter uzlaşması geldi."
SOL SİYASET VE ESKİ TÜRKİYE
Genç jenerasyona, Susurluk skandalının ardından Çiller-Erbakan hükümetinin istifa etmek zorunda kaldığını yerine ANAP-DSP-MHP koalisyonu geldiğini hatırlatan Nuray Mert, "Mafya-siyaset-bürokrasi üçgenini faş eden bu skandalın ardından merkezin sağında ANAP, solunda DSP, skandalın başkahramanlarından Abdullah Çatlı'nın partisi olan MHP ile koalisyon kurmakta tereddüt etmemişti. AK Partisi öncesi Türkiye böyle bir Türkiye idi." dedi.
TÜRKİYE'NİN DIŞ SİYASETİ
Geçmişte, "Türkiye'nin dış siyaset çizgisi" denilenin Kemalistlerin çok sevdiği 'yurtta barış, dünyada barış' anlayışı olmadığını belirterek, "İkinci Dünya Savaşı sonrası, Türkiye'nin dış siyaseti NATO müttefiki olmanın hakkını vermekten ibaretti." ifadelerini kullandı.
MEDYA ÖZGÜR MÜYDÜ?
Türk medyasının durumuna da ayrı bir parantez açan Nuray Mert, "bugün kendini muhalefette konumlayanlara baksanız, sanırsınız ki geçmişte medya özgürdü." diyerek şunları kaydetti;
"Genel olarak siyasette olduğu gibi medya alanında da bugünlere varan yolların taşlarını şimdi medya özgürlüğü adına racon kesenler döşedi.
Dün Genelkurmay'dan talimat alanlar, bugün Cumhurbaşkanından talimat alanlara esip savuruyor.
Geçmişte, patronlarını kollamayı birinci vazife sayanlar, şimdi Cumhurbaşkanının kapı kulu olanlara esip savuruyor.
Dahası, AK Partisi iktidarı iyice güçlendikten sonra, yeni duruma uyum sağlamak için azami gayret sarf edenler, yüksek maaşlarından, ekranlarda görünür olmaktan bir türlü vazgeçemediği için susup oturanlar, devre dışı kalınca baş muhalif kesiliyor.
O nedenle, ne zaman ki, sıra kendilerine geldi, yani yeni rejim kendi medyasını kurmak adına merkez medyayı tasfiyeye girişti, hepsi medya özgürlüğü havarisi kesildi.
Malum 'sosyalistler tutuklanırken susup oturan rahip' meselesi! Ama o zaman da işi işten geçmiş oluyor meselesi.
'Bugüne varan yolların taşları' dediğim bu. Dahası, mevcut iktidara bu denli pervasız davranma cesareti veren de bu gerçekler.
En önemlisi, geçmişte Kürt meselesini 'terör' ile eşleştirenler, cezaevlerinde yaşananları, iş cinayetlerini ağızlarına almayanlar, yoksulluk diye bir meseleleri olmayanlar, şimdilerde Kürt dostu, işçi-işsiz dostu, özgürlük sevdalısı geçiniyorlar.
Bırakalım geçmişi; şimdi söylediklerine bakalım diyebilirsiniz, ben de demek isterim. Ama tam da bu nedenle, inandırıcı olamıyorlar, sahici bir muhalefet rüzgarı estiremiyorlar.
Tam da bu nedenle, yoksulluk derinleşirken iktidar partisi hala hatırı sayılır bir seçmen kaybı yaşamıyor, Kürt siyaseti hala iktidar partisine açık kapı bırakmaktan başka çare göremiyor.
Hala, hala, hala… "