Ölü var, selâ yok!
21. Yüzyılın en önemli niteliklerinden biri, yerleşik, yeni düzene/gerçeklere uyamayan yapıların yok olmaya mahkûm olduğudur.
Bir tür zihinsel deprem.
Dev kurumlar kemikleşmiş kurallarına, paylaşılmış iktidar alanlarına sıkı tutunarak depremden kurtulacağına inanmayı, değişimin bilinmezliğine tercih eder.
Ve ne yazık ki, en kırılgan olanı da kendisini en güçlü sanan kurumlardır.
Avrupa Birliği’nin çatırdamasına ve devletlerin o yıkılmasın diye payandalar geliştirmesine bakın.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” sloganıyla özetlediği Birleşmiş Milletler’e bakın.
Ve onun alt örgütlerine.
Dünya Sağlık Örgütü pandemide berbat bir sınav verdi. Eski alışkanlık ve bilgiyle yeni dünyaya çözüm olamayacağı anlaşıldı.
“Kral çıplak” diyen önce bu satırların yazarı oldu. Sonra Trump açıkladı.
Yazımın tarihini karşılaştırırsanız böyle olduğunu görürsünüz.
Ben şahane değilim, bakmasını bilene gerçek tüm çıplaklığıyla ortadadır zaten.
Her gün SMA’lı bebeklerin dramıyla yüzleşiyoruz.
Yardım kampanyalarıyla yaşatılmaya çalışılan bebekler.
İlaçları milyon dolar.
Aradığımız suçluyu yakınımızda buluyoruz. Uzağa gitmemek konforlu iş.
Kimse “Bir ilacın bu kadar pahalı olması kabul edilemez” demiyor.
“Uranyumdan üretilse bile bu kadar pahalı olamaz” demiyor.
“Bebeklerin ölümünden bu derece büyük kâr etmek insanlık dışı” demiyor.
O ilaç firmasını daha da zenginleştirmek için yardım kampanyaları düzenliyoruz.
Mecburuz çünkü, bebeklerimiz ölmesin.
Tamam biz, bir ilaç firmasının karşısına dikilemiyoruz, etimiz budumuz belli.
İyi de Dünya Sağlık Örgütü ne iş yapar?
İlaç firmalarının küresel temsilciliğini yapmak yerine, insanlığın temsilcisi olarak o firmaların karşısına neden dikilmez?
Hepimiz sihirbazın “bak” dediği yere bakıyoruz, sihirbazın gözlerimizden kaçırdığı gerçeği görmüyoruz.
Sonuç, Dünya Sağlık Örgütü çoktan öldü de selâsını veren yok.
UEFA’NIN İKİ YÜZLÜLÜĞÜ
Varlığı sarsılan kurumlardan biri de UEFA.
Getirdiği her yeni düzenleme, futbolu daha berbat bir hale getiriyor.
En son, Başakşehir’in yardımcı antrenörü Webo’ya hakemin “pis zenci” hakareti yaşandı.
Başakşehir maçı terk etti. Tepki büyük olunca UEFA maçı erteledi, hakemleri değiştirdi.
Irkçılığı kınadı.
Fakat dönüp kendisine hiç bakmadı.
Irkçılığa karşıysa, bir ırkın diğerine üstün tutulduğu tüm uygulamaları reddetmesi gerekmez mi?
Bir bakın bakalım UEFA’nın kaç tane siyahi hakemi var?
Futbol sektörü büyük oranda siyahi futbolculardan oluşurken, neden siyahi hakem neredeyse hiç yok?
Bu soru, üç büyüklerin ardına takılmış giden spor medyasına ödev olsun.
BAŞIBOŞ BIRAKILMIŞ ERKEKLİK
Edebiyat dünyasında taciz ve tecavüz tartışmaları sürüyor.
Sosyal medyadan ifşalar, suçlamalar utanç verici.
Hedefteki edebiyatçılar, maharetlerini konuşturarak süslü açıklamalar yapıyorlar.
Birisi intihar etti.
Benim bu konuda iki net tutumum var;
Bir, taciz iddialarının kanıtlanması zordur. Her iddianın üzerine atlamam ama meselenin takibini de zorunlu bulurum.
İki, yargının rolünü sosyal medyanın işlevinden çok daha öne koyarım.
Aslında işin özü, kadın cinselliğinin binlerce yıl baskılanarak toplumsallaşmasına rağmen, erkek cinselliğinin başıboş bırakılmış olmasıdır.
O başıboşluk, sahip olduğu her yeni iktidar alanında kendisini gösterir. Hatta kendisini göstermek için yeni iktidar alanı aranır.
İktidar alanı erkekliği başıboş yapmaz, başıboş erkeklik “eksik bırakılmışlığını” tamamlayacak iktidar alanlarına ihtiyaç duyar.
İşte o nedenle makam, para, şöhret sahibi olan, sahip olduklarını araç olarak kullanır.
Hollywood ünlüleri ya da bizim edebiyatçıların ortaya dökülmesi, işin şöhretliler kısmından.
Rıza göstermeyene tehdit ve de şiddet uygulamak, en güçlü değil, en zavallı olduklarını kanıtlar aslında.
CHP BÜYÜK OYNAYACAKSA
Önce iletişim sorununu çözmeli.
Ağzı olanın konuştuğu bir yer olmaktan çıkmalı.
Her konuşanın ağzından çıkan lafı bilmesi sağlanmalı.
Parti disiplini, iletişim disiplinini de içine almalı.
Bir milletvekili çıkıp “CHP’nin içinde taciz ve tecavüz vakaları oldu mu? Oldu. Tabii ki olacak” diyemez, dememeli.
Olayları gizlesinler demiyorum. Partinin, bu olayların olmadığı bir örgüt olmasını sağlamazsanız, temiz olmazsanız nasıl “kirli” dediğinize alternatif olabilirsiniz?
Bu neyin kafası?
ÇİMLERİN ÜZERİNDEKİ O TENCERE
Efsane haberci Savaş Ay’ın mirası çocukları arasında sorun olmuş.
Mahkemenin iki çocuk arasında eşit pay kararı aldığını okuyunca çok geriye gittim.
Bir sabah, Bodrum Torba’da, markette gazete alırken karşılaşmıştık Savaş Ay’la.
En popüler olduğu günler.
Ortak dostlar, arkadaşlar derken sohbet uzayınca “Hadi size sabah kahvesi ikram edeyim” demişti.
Torba sahilinin bir arka sokağındaki şahane evine gittik.
Bahçede ilk dikkatimi çeken, çimlerin üzerindeki tencereydi.
“Zeytinyağlı fasulye” demişti baktığımı görünce, “sabah erken kalkarım. Kalkınca da fasulyeyi pişirdim, serin olsun diye markete giderken oraya bıraktım.”
Oğlu gelince “Ulaş, oğlum” diye tanıştırdı. Üçümüzün o serin bahçede, koyu bir muhabbetle yaptığımız kahvaltının tadını hiç unutmam.
Çimlerin üzerinde duran tencereyi de.
Ne iyi adamlardı onlar, şimdinin adam kıtlığında ölüleri bile ışıldıyor.
BİRİ DESİN Kİ
Durmadan ama durmadan “millet ittifakının cumhurbaşkanı adayı kim olacak” yapay tartışmasını çıkaranlara biri, “Doğmamış çocuğa don biçilmez” desin.
“İçki sosyal mesafeyi azaltıyor” diye, sokağa çıkma yasağı günlerinde marketlerde içki satışı yasağına açıklık getiren Bakan Soylu’ya biri “Zaten sokağa çıkma yasağı var, bu arkadaşlar içip içip kime sarılacaklar?” desin.
Her gün orada burada “aşı olurdum olmazdım, o aşı mı bu aşı mı” diyenlere biri “Ortada aşı yok, hele bir gelsin” desin.
Malatya’ya, hem de evinde 3-0 yenilen Fenerbahçe’nin kaptanı Caner, “Artık herkes elini taşın altına sokmalı” demiş ya.
Biri bu arkadaşa “Bugüne kadar eliniz armut mu topluyordu? Sahaya turistik gezi için mi çıkıyordunuz?” desin.
Beşiktaş, Alanya’ya 2-1 yenildikten sonra “Bence VAR kaldırılsın” diyen Sergen Yalçın’a biri, “Bunu yenilmeden önce söyleyecektin” desin, ki ilke hatırlatması yapılsın.
Daha göreve gelir gelmez, “Fenerbahçe’de şu olacak, bu başarılacak” diyen Fenerbahçe Teknik direktörüne o gün “Uzun ömürlü olmak istiyorsan önce yap sonra konuş” demiştim, şimdi de biri “İnsan ne çekiyorsa çenesinden çeker” desin.
BENDEN ZENGİNİ OLMAYACAKTI AMA…
İngiliz yaşam dergisi Tatler, zenginliğin yeni sembollerini açıklamış;
Hırka giymek, makyaj yapmamak, nakit taşımamak vs.
Hırka giyerim.
Makyaj yapmam, yaptığım pek nadirdir.
Kriterler tamam. Bir tek “nakit taşımamak” uymadı.
Maalesef nakit taşırım, o da kredi kartım olmadığından.
Kağıt üzerinde bile zengin olamadım ya, yanarım ona yanarım.
AKLIMDA KALAN
“Masumlar Apartmanı”: TRT’nin dizisi Masumlar Apartmanı. Apartmanda yaşayan herkes hasta, ruhu yaralı ama herkes masum. Depresif bir içerik. Reytinglerde en yukarılarda. TRT bu diziyi yayınlayarak; Bir, dizi deyince abartılmış bir Osmanlı tarihi algısını kırdı, iki, TRT’nin de reyting alan işler yapabileceğini gösterdi, üç, yapım şirketlerine para yatırmak yerine izleyiciye önem vermek anlayışına geçtiğini gösterdi ve dört, Ezgi Mola gibi komediye sıkıştırılmış bir yeteneğin, her rolün üstesinden gelecek bir aktrist olduğunu kanıtladı. İyi iş.