Osmanlı Devleti’nde kadın elinin siyasete dokunması
Osmanlı padişahları ve sadrazamlarından bazıları nikâhlarında bulunan kadınlarından hususiyle birine karşı fazlaca alaka göstermişlerdir.
Bu anlamda hemen akla gelenler ve isimleri çokça zikredilenler olarak Kanuni Sultan Süleyman’ı ve onun Hürrem Sultan’a olan bağlılığını yahut Sultan Ahmet’in Mahpeykar’a olan tutkusunu ya da Hatice Turhan Sultan’a olan Sultan İbrahim’in alakasını ve nihayet Sultan Abdülhamid’in Müşfika Kadınefendi’ye gösterdiği yakınlığı zikretmek mümkündür.
Avrupa’da örneklerine bol miktarda şahit olunsa da kuruluşundan yıkılışına kadar Osmanlı Devleti’nde merkezi idare bütünüyle Âl-i Osman’ın erkek üyelerince idare edilmiştir. Hal böyle olmakla birlikte hanedana mensup kadınların devlet idaresine müdahil olmadıkları yahut etki ve tesirde bulunmadıkları da söylenemez. Zira Valide Sultanlardan bazılarının bir aralık Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir tarzda idareye hâkim olmaları söz konusu olmuştur. Ancak söz konusu müdahale yahut etki, Batı’da olduğu üzere bir imparatoriçe veya bir kraliçe konum ve suretinde olmamışsa da padişah anneleri ve hanımlarının, bir dönem, tutum ve davranışlarıyla, bir Valide Sultanlar Çağı yahut Kadınlar Saltanatı oluşturdukları da malumdur. Söz konusu dönemde etkin olan tek bir isim olmadığı gibi bu durum istisnai bir hal olarak değil, bilakis birden fazla Haseki veya Valide Sultan ya da hanım sultan ve hatta padişah kızlarının devletin idaresinde ciddi bir etkinlikle rol almaları şeklinde olmuştur.
Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan,
Rüstem Paşa’nın eşi Mihrimah Sultan,
İkinci Selim’in eşi Nurbanu Sultan,
Üçüncü Murat’ın eşi Safiye Sultan,
Üçüncü Mehmet’in eşi Handan Sultan
Birinci Ahmet’in eşi ve Dördüncü Murat ile İbrahim’in anneleri Mahpeykar Kösem Sultan,
ve nihayet Beşinci Mehmet’in annesi Hatice Turhan Sultan
devlet işleri ile yakından alakadar olan kadınlardır.
Bu hanımlar, doğruları ve yanlışları yahut günahları ve sevaplarıyla, Osmanlı idari ve siyasi tarihinde Kadınlar Saltanatı gibi bir devrin yaşanmasına sebebiyet vermişlerdir. Bu noktada özellikle Mahpeykar Kösem Sultan, oğulları ve torununun küçük yaşta olmalarını vesile edinerek naiplik sıfatıyla, devleti resmen değilse de, fiilen idare etmiştir.
Safiye Sultan ise kayınvalidesi Nurbanu Sultan ve kızları Esma Hanım Sultan ve Gevher Hanım Sultan ile iktidar mücadelesine girişmiştir.
Turhan Sultan ile eski Kösem Sultan arasında kanlı mücadeleler yaşanmış ve nihayet kadınlar saltanatı Mahpeykar Kösem Sultan'ın öldürülmesiyle sona ermiştir.
Kanuni Sultan Süleyman iktidarının sonlarına doğru başlayıp Köprülü Mehmet Paşanın sadaretine kadar devam eden ve adeta ikinci bir taht kavgası mahiyetini kazanan Kadınlar Saltanatı, Osmanlı Devleti için duraklama dönemi olarak kabul edilen bir safhanın yaşanmasına sebebiyet veren unsurlardan biri olarak da kabul edilmiştir.
Bahse konu dönemin en başta gelen isimlerinin Mahpeykar Kösem Sultan ve Turhan Sultan olduklarında ve bu kadınların Osmanlı Haremi ve Harem tarihinde kadın hâkimiyetinin sembolü haline geldiklerinde şüphe yoktur. Ancak bu isimlerin kendi aralarında gerçekleştirmiş oldukları siyasi mücadele neticesi haremin kan kokması da kaçınılmaz olmuş ve bu tatsız dönem kötü bir kaosun yaşanması ve canların yanıp kanların akması ile sona bulmuştur.
Birinci Abdülhamid, Üçüncü Selim ve İkinci Mahmut zamanlarında ise kadınlar önceki zamanlarda olduğu gibi devlet işlerine el atamak için fırsat bulamamışlardı. Sultan Abdülmecid dönemi ve sonrasında devlet işlerine kadınlar belki geçmişte olduğu kadar devlet işlerine müdahil olamamışlarsa da, belli ölçüde de olsa kadınlar padişahların sakalını ellerine geçirebilmişlerdi. Bu dönemlerde Harem hayatı çığırından çıkmış, bir anlamda kadınlar saltanatının farklı bir versiyonu geçerli olmuştu. Sultan Abdülaziz devri de Abdülmecid devrinden çok farklı olmamıştı. Kısa bir süre devam etmiş olmakla birlikte, Sultan Beşinci Murat dönemi de hiç iç açıcı bir durum arz etmemişti.
Abdülhamid’in tahta geçmesi sonrasında yaptığı ilk işlerden birisi, içinde bulunduğu menfi durumdan ötürü, harem hayatını derhâl müdahale ile değiştirmek olmuştu. Zira Abdülhamid, babası Sultan Abdülmecid, amcası Sultan Abdülaziz ve abisi Sultan Murat dönemlerindeki Harem takımının taşkınlıklarına oldukça yakından tanık olmuştu. Dolayısıyla da tahta geçtiğinde el attığı ilk kurumlardan birisi Harem Dairesi olmuştu. Bu noktada Kızlarağası Hafız Behram Ağaya, Harem Dairesi’nin ıslahı için emir vermiş ve bu suretle bütün saray kadınları sıkı bir disiplin altına sokulmuştu.
Daha evvelce de ifade edildiği üzere Hürrem Sultan’ın siyasi kararlarında Kanuni üzerinde etki sahibi olduğu hep yazılıp anlatılmıştır. Hanım Sultanların siyasete karışmalarının ve devlet işine müdahil olmalarının diğer bir nedenin de padişahların kendilerine olan muhabbet ve tutkuları olduğu belirtilmiştir.
Sultan Abdülhamid’in hanımlarının kendisi üzerinde herhangi bir siyasi etkisi olmuş mudur? Diğer bir ifadeyle Abdülhamid kadın kısmının hamurlu ellerini siyasete bulaştırmasına nasıl bakmıştı?
Hemen belirtmek gerekir ki Abdülhamid’in hanımlarının onun izlediği siyasete ve devletin idaresine herhangi bir müdahaleleri, yönlendirme yahut etkileri söz konusu olmamıştı.
Bu durumun nedeni galiba; gerek Abdülhamid’in bu konuda kararlı suretteki önleyiciliği gerekse hanımlarının böyle bir hareket içerisinde bulunma arzularının bulunmayışı şeklinde iki yönlüydü.
Sultan Abdülhamid tahta çıkınca, annesi daha evvelce vefat etmiş olduğu için kendisine analık etmiş olan Piristu Kadın’ı tabii olarak Valide Sultan konumuna yükseltmişti. Ancak o yeni bir Kösem Sultan olsun istemediğinden, üvey annesini bu suretle yüceltip şereflendirmekle birlikte, kibar bir surette kendisinden tarihi bir ricada bulunmuş, devlet işlerine hiçbir şekilde karışmamasını belirtmişti.
Abdülhamid, analığı olan Valide Sultan’ın bu noktada kalbini kırmıştır, denebilir. Zira Valide Sultan Saray’da durmak istememiş, Abdülhamid’in talebine rağmen, Nişantaşı’nda bir konakta ikamet etmeyi daha fazla tercih etmişti. Katıldığı Cuma Selamlığı törenlerinden, Abdülhamid’in arzusu hilafına da olsa, fırsat buldukça kendi evine gitmek için hep fırsat kollamıştı.
Abdülhamid’in bu yöndeki uyarısı sadece Valide Sultan ile sınırlı da kalmamış, hanımları ve kızlarını da kapsamıştır. O, haremindeki hiç kimsenin devlet işlerine karışmamasını kendilerinden rica etmişti.
Bu konuda kızı Ayşe Osmanoğlu hatıralarında diyor ki:
Babam, Sultan Aziz ile Sultan Murat’ın annelerinin devlet işlerine karışmalarının, devlet gibi hanedan için de asla hayırlı neticeler vermemiş olduğuna kani bulunduğundan tahta çıkışının ertesi günü, analığının elini öperek:
- Siz annesizliğimi bana bir gün bile hissettirmediniz. Nazarımda öz annemden bir farkınız yoktur. Ve mevkiiniz valide sultan mevkiidir. Sarayda da valide sultanlığın bütün hak ve salahiyetlerine sahip olacaksınız. Fakat devlet işlerine müdahaleye kalkıp şunun bunun himâyesini üzerinize almaktan ve rütbe ve memuriyet heveslilerine delâletten katiyen çekinmenizi bilhassa rica ederim, demiş; Piristu Kadın da ölünceye kadar babamın bu arzu ve iradesine riayetkâr kalmıştır.
Ayşe Sultan’ın babasının kadınları siyaset işine karışmalarını istememesinin gerisindeki sebebi ise;
Babam Sultan Aziz ile Sultan Murat’ın annelerinin devlet işlerine karışmalarının, devlet gibi hanedan için de asla hayırlı neticeler vermemiş olduğuna kani bulunduğundan
şeklinde açıklamış olması, kendi düşüncelerinden ziyade bildikleri ile alakalı gözükmektedir. Diğer taraftan zaten Sultan Abdülhamid’in Osmanlı tarihini mümkün olduğu kadar okuyup incelediği ve tarihi hadiselere dair bilgiler edindiği de bilinmektedir. Yine onun özellikle Fransız İhtilali ile ilgilendiği ve ihtilalin safahatına dair bilgiler edindiği de kendi ifadeleri ile sabittir.