Partizanca tavırlar, tartışmalar...
Türkiye gündemini de, dünya okumalarını da, gelecek projeksiyonlarını da aidiyetlerimizin gözlüğü ile yapıyoruz.
Böyle yapınca da bilgilerimiz, birikim ve deneyimlerimiz dışarda kalıyor.
Kendimizi dışarda tuttuğumuz gibi dünya kuruldu kurulalı insanlığın ulaştığı bilimsel bilgi seviyesini de umursamıyoruz…
Tartışırken, konuşurken, değerlendirirken ideolojik prangalardan sıyrılamamanın veya her şeyi ideolojik kaplara boşaltıp oradan aktarmanın sıkıntılarını ise sıklıkla yaşıyoruz.
Bu prangalar doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini, makulü veya olmayanı o kadar muğlaklaştırıyor ki, bizimle aynı aidiyetlere sahip olmayanla hiçbir müştereğimizin kalmamasının sancıları içinde içimizi de daraltıyoruz.
Aklımızın, bilgimizin, birikimimizin, deneyimlerimizin aksine konuşmak zorunda kalmak hissiyatı hem ruhumuzda, hem bedenimizde ağır bir yüke dönüşse de, kampımıza karşı görevimizi ifamız bu yükü dengeliyor…
Aslında insan olmaktan çıktığımızı, gerçeklerden koptuğumuzu bir türlü ifade edemeyecek zavallılara dönüşmenin kahrediciliğini tüm hücrelemizde yaşasak da bu yoldan dönemiyoruz…
İstanbul’u karlar bastı. İnsanlar saatlerce yollarda kaldı. Onlarca kaza oldu. Yaralananlar, hayatını kaybedenler, yapılması şart olduğu halde işini gücünü yapamaz hale gelenler artık sayılara sığmaz hale geldi.
Burada olaylara bilimsel ve yönetsel açıdan yaklaşıp sorunları bir an önce çözmek, insanların hayatlarının olağan akışını temin etmek konusunda elbirliği ile faaliyet göstermek gerekirken tartışmalar birden bire kilitlendi.
Risk yönetimi, kriz yönetimi kavramları vardır. Bu kavramlar hem bilimseldir, hem de sorunları aşmak için anahtardır.
Her ikisi de sorundan önce provaları yapılıp, sınanıp, denenip sorun anında da zaman kazanmak ve en az hasarla ve hatta mümkün ise hasarsız sorunun üstesinden gelmek için elzemdir.
Riskleri ortaya koyarsınız, hesabını kitabını yaparsınız, kriz ihtimallerini düşünür, projeksiyonlarınızı çıkarır ve senaryoları uygularsınız; uygun insan kaynağı, ekipman, malzeme temini yoluna gidersiniz.
Karşınıza çıkma ihtimali olan her durum ile ilgili bu senaryoları çoğaltır ve normal zamanlarda tatbik ederek sahada neticelerini görebilmeyi denersiniz…
Söz konusu 16 milyonluk bir megaşehir ise zaten buna mecbursunuz. Başka da olmaz, yönetemezsiniz…
Kar yağdı. Ne risk yönetimi, ne kriz yönetimi konusunda tek bir hazır senaryo var… Başkan’ın İngiliz Büyükelçi ile aylar önce planlanmış yemekli buluşması için tüm tedbirler alınmış; İstanbul’da bir yerden bir yere ulaşım büyük meşakkat ama en azından bu plan yürüyor…
Bu konuşulmasın da ne konuşulsun peki?
İlk kriz değil ki, her krizde Başkan bir yerde.
Selde Bodrum’da tatilde, konuşulunca neden konuşuldu deniliyor, depremde kayakta, neden eleştiriliyor deniliyor, şimdi kar afeti var ve balıkçıda İngiliz Büyükelçi ile yemekte…
Kendisi adına halkı bilgilendirmesi gereken çalışma arkadaşı ise İsviçre’de, kayak tatilinde…
Eleştiriler geldiğinde savunma hattı hemen ideolojik zırhını bürünüyor ve akıldan, bilimden, bilgiden, deneyimden koparak eleştirene saldırıyor…
Eleştiriler hep kötü bir niyet taşır diye şartlanılıyor ve eleştirilere cevap da o doz içinde veriliyor…
İyi de, gerçeklere nasıl döneceğiz?
Hepimiz güzel bir hayata layık değil miyiz?
Kendi seçtiğimiz, oylarımızla oralara getirdiğimiz insanlara yönelik eleştirilerimiz olmayacak mı?
Onlara Hindistan’ın dokunulmaz kutsal inekleri gibi yaklaşmanın kime ne yararı var?