Patagonya: Dünyanın en güzel mezarlığı
Mehmet Mollaosmanoğlu'nun Patagonya seyahat notları...
Mehmet Mollaosmanoğlu / [email protected]
Punta Arenas’daki ikinci günüme yağmurla uyandım. Hava buz gibi de olsa bir gün önce güneşliydi. İnce bir yağmur, montunu ve başlığını giydiğin takdirde ıslatmıyor belki ama ısıtmayan Patagonya güneşini tercih ederdim haliyle…
Punta Arenas’dan ne alınır? Öyle ya, dünyanın en ucuna gidip, aileye, eşe-dosta hediyelikler almamak olmaz. Bütün Latin Amerika şehirlerinde hatta kasaba ve köylerinde olduğu gibi burada da bir ‘Plaza de Armas’ var; kent merkezi yani… Tam ortasındaki Macellan Heykeli elbette şehrin simgesi… Plaza de Armasların özelliği kare şeklinde büyük bir park, bu parka bakan bir katedral veya kilise ile meydan/parkın etrafında alışveriş caddeleri… Pek çok Latin Amerika ülkesi gezmiş birisi olarak bu standardın dışında bir şehirle karşılaşmadım. Cetvelle çizilmiş, karelerden oluşan, ızgara sistemi olarak adlandırılan bir şehir planına sahip Punta Arenas’ın merkezinde seyyar satıcılar var, şık kulübelerde yöresel ürünler satılıyor. Neler var derseniz, biraz hayalkırıklığı… Yöreye özgü olarak birkaç ahşap işlemeden başka bir şey yok, onlar da ilkokul öğrencisinin elinden çıkmış gibi. Bütün Latin Amerika ülkelerinde rastlanan And Başlıkları, lama yününden dokunmuş kaşkollar ve kazaklar ve tabii olmazsa olmaz magnetler… Bunların hepsini herhangi bir havalimanında dahi bulabilirim demek ki diğer Şili şehirlerinden toptancıların getirdiği ürünleri satıyorlar. Mutfağı gibi yöreye has hediyelikleri de olmadığını anlıyorum. Yemeklerden sonra bu ikinci hayal kırıklığım. Patagonya halkının soğuk ve ağır tabiatlı olduğu yönündeki gözlemlerime bir de çok fazla el becerileri olmadığını eklemiş oldum böylelikle.
Punta Arenas’da sabah erken oluyor. Güneş sabahın beş buçuğunda doğuyor akşam ise 9.30 gibi batıyor. Tan yeri aydınlığı uzun sürdüğü için sabah 4’den akşam 10.30’a kadar da hava aydınlık. Akşam 6’da bütün işyerleri kapandığı için gündüz vakti bomboş /ölü bir şehirle karşılaşmak insanda tuhaf duygular uyandırıyor. Yaz olduğu için böyle. Kışın Haziran’da ise güneş sabah 9.00 da doğup 16.00 civarında ise batıyormuş. Sonuç itibariyle Punta Arenas şehri, yaz aylarında 6 saate yakın karanlık, 18 saat aydınlık, kışın ise tersi, 16 saat karanlık… Alışık olmayana kutup bölgelerinde yaşamak zor şüphesiz…
Punta Arenas yüzyılın başında çok önemli bir liman konumundaymış fakat Panama Kanalı açıldıktan sonra önemini kaybetmiş. Panama nere Patagonya nere demeyin, daha evvel Atlas Okyanusu’ndan Pasifik Okyanus’una geçecek gemiler için tek yol Punta Arenas’ın bulunduğu Macellan Boğazı’ymış. Yoksa daha aşağıda Antarktika’nın buzlu denizlerinden geçmek özellikle kış aylarında imkânsız olduğu için kuvvetli rüzgârları ve fırtınaları yüzünden geçilmesi zor olsa da tek çare olan Macellan Boğazı’nı kullanıyorlarmış. Belki o yıllarda bu boğaz mecburi istikamet olmasa Punta Arenas diye bir kent olmayacaktı, kim bilir… Sonrasında önemini yitiren kent özellikle askeri cunta dönemlerinde devlet memurları ve siyasi suçlular için sürgün yeri haline gelmiş. İlaveten bir de gidenler geri gelmesin diye serbest bölge ilan edilince kent kendini muhafaza etmeyi başarmış…
Yağmur ve soğuk Macellan Boğazı’ndaki ikinci günüme damgasını vurdu. Güya yaz, Güney Kutbu’nun Ağustos’u fakat Boğaz’dan esen dondurucu soğuk binlerce jilet olup insanın elini yüzünü çiziyor. Normal şartlarda böyle bir havada otelden bir saniye bile dışarı çıkmayacak olan ben sabahtan beri Punta Arenas sokaklarını arşınlıyorum. Buradaki son günüm, Punta Arenas’ı tamamlamalıyım. Sırada dünyaca ünlü mezarlığı var…
Punta Arenas Mezarlığı’nın ününü daha önce duymuştum. Büyük kelimesinin yetersiz kaldığı kale kapısı gibi muhteşem bir yapıdan içeriye girdiğimde ününün hakkını verdiğini peşinen anladım. Sara Braun Mezarlığı deniyor, Sara, 1800'lü yılların sonunda Şili’ye giden bir Rus ailenin kızı. Hükümet, göçmenleri bu uzak bölgeye gönderdiği için buraya yerleşmiş sonra zengin olmuş ve Patagonya’da o dönemde büyük yatırımlar yapmış güçlü bir kadın … Mezarlık arazisini de o bağışlamış.
Mezarlığın girişinde bizim türbeler misali görkemli aile mezarları var. Hepsi birer işçilik harikası… Orta kısımlarda ise daha mütevazı fakat bildik standart mezarlardan biraz daha fazla heykellerle, işçilikle donatılmış… Mezarlığın dışı ise kat kat ve göz göz dizilmiş mezarlarla çevrili, her bir göz çekmece gibi. Tabutlar bu gözlerin içine konuyor ve alın biraz içeriden kapatıldıktan sonra en önde vitrin oluşturuluyor. Bu vitrine ise ölenin resimleri, sevdiği eşyalar, biblolar ve yapma çiçekler konuyor.
Mezarlığın bir bölümünde ise Yamana denen Patagonya yerlilerinden bir kahramanın heykeli ve mezarı var. Etrafında ise yüzlerce plakada temenniler, istekler ve teşekkür name türünden yazılar göze çarpıyor. Biraz bizim türbe işi gibi geldi bana…
Bu mezarlığı ünlü yapan her ne kadar görkemli mezarları olsa da asıl dikkat çekici kısmı peyzajı… Silindir biçiminde budanmış ağaçlar fantastik bir görüntü veriyor. Bu ağaçların budanmamışlarından şehir merkezinde çok var, kalın gövdeli, sık iğne yapraklı bildiğimiz ağaç türlerinden epey büyük ve farklı bir cins bu… Zannediyorum sadece Macellan Boğazı kıyısında yetişiyor çünkü Patagonya’nın diğer bölgelerinde rastlamadım.
Mezarlığı gezmek neredeyse bir saatimi aldı, insan oyalanacak pek çok şey buluyor burada. Mezarlıkta değil müzedesin gibi. Çıkışta görevli kadın yaklaştı yanıma ve İspanyolca bir şeyler sordu, anlamadığımı ifade edince milliyetimi merak etti. Türk olduğumu söylememle kadının yüz ifadesi değişti ve kapıya yakın duran diğer erkek görevliye seslendi. Bu arada telefonundaki çevirisi programı aracılığıyla mezarlıkla ilgili bilgiler aktarmaya başladı. Mezarlık 120 yıllıkmış fakat arazi içindeki bazı ağaçların 600 yıllık olduğunu söyledi, şaşırdım. Soğuk iklime ait bu ağaçların ömrü çok uzun oluyormuş. Erkek görevli de gelince başladılar Türk Dizileri hakkında soru sormaya. İkisi de sıkı birer Türk dizisi fanatiğiymiş meğer. Önce Onur’dan bahsettiler, Şili’de ve Peru’da Onur mevzusu o kadar çok geçti ki, artık onun Bin bir Gece’deki Halit Ergenç olduğunu öğrendim. Başka dizi yıldızlarından bahsettiler fakat benim dizi kültürüm kısıtlı, aklımda kalmadı. Yalnızca ‘Kaçak’ adında bir diziyi yayınlayan Şili kanalı yarım bırakmış, bunların canı sıkkın hatta sosyal medyada dizi tamamlansın diye kampanya başlatmışlar. Bu konu ilgimi çekince unutmadım, Türkiye’ye dönünce sordum öğrendim ki dizi Türkiye’de tutmayınca apar topar yayından kaldırılmış, Şililer kendi kanallarının yarım bıraktığını zannediyor. İşte böyle mezarlıktan, Türk Dizilerinden filan yarım saatten fazla ayaküstü konuşmuşuz. Onlar İspanyolca ben İngilizce, hiç anlaşamadığımız zaman da cep telefonu… İnsan istesin yeter ki, kalpten sevgi ve hoşgörü aktı mı anlaşmak için engel kalmıyor.
Artık akşam oldu, mesai saati olarak tabii, yoksa havanın kararmasına daha 3-4 saat var. Ben otele doğru giderken mutluyum, dünyanın en dibinde Türkleri seven insanlar olması keyif veriyor tabii. Yarın sabah otobüsle yola çıkacağım, 240 km daha yukarıdaki Puerto Natales adlı kasabaya yolculuğum. Zaten koca Patagonya’da Şili’nin başka yerleşim yeri yok.
Gelecek yazı: Puerto Natales adlı kasabada karakolluk oluyorum...