Pazarcı anladı, o anlamadı
Her geçen gün anneme daha çok benzediğimi fark ediyorum.
Kızlar, ne kadar annelerden farklı yol çizerlerse çizsinler, son noktada aynı karakter özelliklerini taşıyorlar.
Kız çocukta göbek bağı, bebeğe yaşamsal hücre taşımanın ötesinde karakter genleri de aktarıyor bence.
Elbette tıbbi açıklaması vardır, bilemem.
Annem yerel pazardan alışverişi severdi, sabahın altısında dikilirdi tepeme “Haydi” derdi, “geç kalıyoruz, millet domatesi biberi ellemeden alıp gelelim.”
Söylensem de düşerdim yola, aksi halde onca yolu yürüyerek gideceğini bilirdim.
O zaman “azıcık uyuyayım” diye yalvaran ben, şimdi aynısını yapıyorum.
Köyün pazarına gittim erkenden.
Elma seçmeye çalışırken elmacının yanındaki gürbüz (gerçek gürbüz) çocuk dikkatimi çekti.
“Sporcu musun?” dedim, güreşçiymiş.
Hem de 75 kiloda Türkiye üçüncüsü! Adı Kaan Efe Özkan.
Milas Güreş Eğitim Kampında çalışıyor, orada yatılı kalıyormuş.
“Seni yazacağım” diyorum, “hocalarımı da yaz” diyor. Vefaya bak.
“Yazarım” diyorum. Hocaları Onur Bozan, Fatih Canbaş, Abdullah Aldemir’e selam.
Başka bir ülkede olsa, başarılı çocuklar devletin gözünün önünde durur, bir Anadolu kasabası pazarında elma satmaz.
Anadolu’yu anlamadan, üç büyük kente bakarak analiz yapanların ömrü hep kısa olacak, oluyor da.
Muhabbetimizi dinleyen elmacı “Abla nerde yazacaksın bizim oğlanı?” diyor, “köşemde” diyorum.
“Anladıııım, köşe yazarısın sen” dedikten sonra yanımdakilere dönüp “Zor bunların işleri, çok zor” diyor.
“Bunlar ne yazsalar problem oluyor, bir şey yazıyorlar hadi başları belada” diye başlıyor anlatmaya.
Yorum yapmıyorum.
Kendimi düşünüyorum. Nasıl yazıyorum?
Recep Tayyip Erdoğan hakkında yazacaksam devletin temsilcisi Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında dikkatli, AK Parti Genel Başkanı Erdoğan hakkında ise sorumlu davranıyorum.
Yine de yanlışa yanlış demekten vazgeçmiyorum.
Tamam superhaber.com’ nin sahibi Cengiz Er, adam gibi adam olduğundan “Sen hocasın, neyi doğru biliyorsan onu yaz” diyor.
Benim yüzümden Cengiz’in başı ağrısın istemiyorum.
Hocalıkta “Canım nasıl isterse” dönemi kapandı. Ben “Bilgim ne derse o” dönemini yaşıyorum.
Neyse..
Ben böyle cambaz gibi ip üzerinde yazarken, 10 yıllık bir okurum beni okumayı bırakmış.
Okur, kendi kafasındakileri yazanları okur. Medya bilgisi.
O yüzden fikren genişlemeyi başaran bir millet değiliz.
Gelişme/değişme, farklı fikirlerin çarpışmasından ortaya çıkar. Diyalektik böyle kurulur; tez, antitez, sentez.
Bizde eksik olan bu. Herkes kendi tezine sıkı sıkı sarılıyor, sentez yok.
Yazar sorumluluğumu pazarcı anladı, 10 yıllık okurum anlamadı.
BENCE
Bence. Salda Gölü konusundaki tutumu nedeniyle Emine Erdoğan, çevreden sorumlu bakandan sorumlu kişi olmalı.
O kadar çok doğa katliamı var ki, “topraktan geldik, toprağa gideceğiz” inancına rağmen toprağa saygıyı unuttuk.
Bence. “barış için imzacı akademisyenler” konusunda Anayasa Mahkemesi kararına itiraz edenlere Mahkemenin verdiği cevap iletişim fakültelerinde ders olarak okutulmalı.
Bence. Balıkesir Valiliği bir otobüs yanmış, içerisinde beş kişi ölmüşse, “nedeni belirsiz” diye açıklama yapmamalı.
Bence. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun açıklamalarında “Topunuz gelin” dememeli. Muhatap dış dünya ise, hadi çevir İngilizceye “topunuz”u.
Bence. Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması yanlış. Taşınıyorsa adı “Merkez Bankası” olmamalı. Çünkü merkez Ankara.
Bence. Hükümet “hastane mikrobu” konusunu ciddiye almalı. Farkında mısınız neredeyse herkes hastane mikrobundan ölmeye başladı.
BİR DAHA YAZIYORUM
Yıllar önce yazmıştım.
Selanik’teki eve, “Atatürk’ün doğduğu ev” muamelesi yapılması abes.
Sırf bu yüzden oraya ciddi bir turizm hareketi oluştu.
Halbuki o evde Atatürk’e ait bir şey yok. Ev sıfırdan yapıldı.
İçindeki pek çok şey imitasyon.
Mustafa Kemal’in bu ev üzerinden suistimal edilmesine itiraz ediyorum.
Oranın ismi “Atatürk’ün doğduğu ev” değil, “Mustafa Kemal’in doğduğu yer” olmalı.
Doğduğu yer olduğu doğru, bir de doğduğunda adının Mustafa olduğu.
Haksız mıyım İlber Hocam? Doğru değil mi Sinan Meydan hocam?
SALDA HAKKINDA İKİ HATIRLATMA
Salda Gölü imara açılıyor.
“İmar falan yok” diyecekseniz, TOKİ varsa imar vardır.
Millet bahçesi yapılacakmış.
Hatırlatalım;
Bir, Salda zaten “millet gölü”, bırakın bahçesi de olmayıversin.
İki, “millet ittifakı”nın prim yaptığı dönemde “millet bahçesi” diye tutturmak da neyin nesi?
NETFLİX Mİ?
Arkadaşlarım Netflix dizilerinin bağımlısı olup sürekli anlatınca, ben üye olmadım.
Bünye her tür bağımlılığa karşı itirazda.
İzlemediğim Netflix, RTÜK denetimine alındı.
RTÜK (devlet) unutuyor, dünya öyle bir torba ki, sen neresinden büzersen başka yerinden patlak verir.
Halâ yeni dünyayı, eski araçlarla tariflemeye çalışıyorlar ya, pes.
İSTANBUL’DA İLETİŞİMCİ OLSAYDI
Geçenlerde yazdım, magazinci Elife Yılmaz “İyi iletişimci yok” demişti, “bir krizde güya iletişim yönetiyorlar ama alınacak hasar yine alınıyor.”
“Bir olay gösterin ki, iletişim yönetimiyle en az hasarla atlatılmış olsun.”
Bir tane hatırlıyorum. Sadece bir tane.
Gülben Ergen’in videosu ortaya düşünce, gözyaşları içerisinde basın toplantısı düzenlemişti.
O toplantı onun hasarını azalttığı gibi devamında da şöhret yaptı.
Ama şimdi.
Gerçekten iletişim yönetebilen çok az.
Menajerler yapıyor bu işi ve onlar da para kazanma derdine odaklı.
İyi iletişimciler olsaydı;
Kıvanç Tatlıtuğ’un hafiften Brad Pitt’i andıran karakter pozu bu kadar geç kalmazdı.
Caner Şahin gibi efsane olmaya uygun bir aktör, sekizinci sınıf dizi rollerine sıkışıp kalmazdı.
Cem Yiğit Üzümoğlu gibi biri ortadan kaybolmazdı. (Bu çocuk adını Cem Yiğit olarak kısaltmalı.)
İMRENDİM
Gazeteciler Serkan Ocak ve Hakan Çelenk eşleriyle ve 8, 9, 12 yaşlarındaki üç çocukla Aladağlar’a tırmanmışlar.
Çocukların pamuklar içerisinde değil de, zor koşulları bilerek yetişmesinden yana biriyim.
Çocuğu zorlayacaksın ki, mücadele kapasitesi de gelişsin.
Gittikçe daha vahşileşen hayatta ayakta kalmayı öğrensin.
O nedenle gazeteci arkadaşların bu “challenge”, meydan okuyucu tırmanışlarına bir imrendim ki sormayın.
AKLIMDA KALAN
1.”Hayat ona verdiğin kadardır” düşüncesi: Dikkatimi çekiyor, gençlerin bir kısmı az çalışıp çok başarılı olmak istiyorlar. İki dakika çalışıp, “yoruldum” diyorlar. Sonra da yaşadıkları her sıkıntıya, “şanssızlık”, “olumsuz enerji”, “talihim bu” gibi sorumluluğu kendilerinden uzaklaştıran bahaneler üretiyorlar. Unuttukları bir şey var; hayat ona verdiğin kadardır. Çok çaba sarf eder, çok ister ve o isteğin gereği kadar ter dökersen karşılığını mutlaka alırsın. Yeter ki, hayatın sorumluluğunu almayı bil.
2.”23 Nisan’ın 100’ü” : Yavaştan hareketleniyoruz. Bu hafta çok önemli bir pop sanatçımızdan mesaj aldım. “23. Nisan’ın 100. Yılı festivale dönsün elimden ne geliyorsa sonuna kadar varım” dedi. Ne güzel. Hadi siz de yaz sıcağı deyip boşvermeyin [email protected] adresimizdeki fikir bankasına fikir üretip yazın, ilgilisiyle paylaşalım. @23nisanin100u Instagram, @23nisanin100u Twitter adreslerimize üye olun. Geriye saymaya devam ediyoruz: Aha kaldı 263 gün. #23nisanin100ü