PKK terör örgütü ve medya
Terörizm insanlığa karşı suçtur. Bu gerçekten yola çıkarak konuşmak zorundayız. Kimden, nasıl ve ne için gelirse gelsin, terörizme yönelik her türlü nefes aldıracak faaliyet de yine insanlığa karşı icra ediliyor demektir. Bu kaydı da düşmek ve tüm sözlerimizi, söylemlerimizi buna bina etmek durumundayız…
Evrensel değerlerin savunusunda hepimize tarihsel rol ve görevler düşüyor. Barışı, kardeşliği, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü mutlaka ama her şart altında ifade etmek, korumak, gözetmek de aydın olarak mesuliyet alanımızdadır.
Ancak, PKK terör örgütü ile özgürlük ve barışı nasıl ve ne şekilde yan yana getirebiliriz? Bu örgütün işlediği onbinlerce mağdur yaratan cinayetler ortada iken nasıl insan haklarından bahsedebiliriz? Hukukun üstünlüğü çağrılarımız, terörist yöntemlerle infazlar sürerken zaten karşılıksız kalmıyor mu?
Şimdi bakınız terör örgütü kurtarılmış bölgeler hevesiyle Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Cizre’de tüm vatandaşlarımızın huzur ve güvenliğini yok eden, sosyal, kültürel, ekonomik hayatı felç eden bir kalkışma içine girdi.
Kuşkusuz ki, devletlerin en birinci görevi, rolü ve fonksiyonu kamu düzenini ve güvenliğini sağlamaktır. Adaleti temin etmektir, hayatın olağan akışını sürdürmektir. Bunun için de zor kullanma hakkı olan tek organizasyondur.
Bu baptan olmak üzere, tedbirlerini alıyor.
Terör örgütü ve yandaşları bağırıyor; yaralılarımız var, devlet onların hastaneye ulaşmalarına mani oluyor!
Devlet orada onlarca ambulans ve sağlık görevlisi tutuyor. Bunların her hareketinde terör örgütünün mevzilendiği yerlerden kurşunlar vızır vızır uçuşuyor. Keskin nişancıların suikastlarıyla onlarca güvenlik görevlisi ya şehit oldu ya yaralandı…
Bu vatan evlatlarını görmezden gelerek, örgütün istediği biçimde ve cümleleriyle medyanın sorumsuz bir şekilde davranması artık anlaşılabilir gibi değildir…
Bir başka garabet ise, kesinlikle medya etik ilkeleriyle zıt olan medya mensuplarının arabuluculuk girişimleridir. Böyle bir pespayelik, kepazelik dünyanın hiçbir yerinde olmaz. Medya mensupları, haberciler iş tanımları belli olan profesyonellerdir. Nasıl olur da, terör örgütü ile devlet arasında arabulucu gibi kendilerine yeni bir görev veya misyon arayışına girebilir ve bunu seslendirebilirler?
Artık, kesinlikle medyanın çürüdüğü, yansızlık, tarafsızlık, objektiflik, terör ve şiddete karşı olma gibi ilkelerin ayaklar altına alındığı bir süreçteyiz.
Akılla, mantıkla, mesleki ilkelerle asla bağdaşmayan bu hale karşı, meslek örgütlerinin duyarsızlığı ise çok daha ayrı bir garabet göstergesidir.
Diyarbakır, Şırnak ve Cizre’de ve diğer bölge illerindeki hadiseler basit birer asayiş sorunu değildir; topyekün Türkiye’yi tehdit eden, tehlikeye atan girişimlerdir. Başta buralarda yaşayan insanlar olmak üzere tüm halkımızı ilgilendiren boyuttadır. Bu hadiselerin haberleştirilmesi ayrı bir meseledir, elbette habercilik faaliyetleri içindedir ve kamuoyunun bilme hakkı, haberlere erişme hakkı içinde düşünülmelidir. Mamafih, aynı zamanda birer kamusal hizmet kurumu niteliğindeki medya organlarının insanlığa karşı bir suç mahiyetindeki eylemler gerçekleştiren terör organizasyonu karşısında duruşu son derece net ve sağlam olmalıdır. Mesleki etik ve deontoloji bunu gerektirir.
Kaldı ki, insan hakları gerekçesini ileri sürecek olsak bile, bu durumda insan hakları savunusu ancak ve ancak kamu düzeninin ve huzurunun temini ile mümkündür.
Kimsenin devlet ve terör örgütü arasında arabulucu olmak gibi bir talebi olamaz. Kimse hukuktan üstün ve güçlü değildir.
Hukukun üstünlüğü ne ertelenebilir ve devredilebilir. Medya mensuplarının da asla bu neviden görevleri yoktur. Herkes yerini bilmek durumundadır. Aksi takdirde, vatandaş nezdinde güvenilirliğini epeyce yitirmiş, irtifa kaybetmiş durumdaki medya, varlık ve meşruiyet çizgisini de tümden yitirebilir.
Medyanın militanlaşmasına, teröristler ile aynı saflarda buluşmasına yol açanlar bu ülkede çoğulculuğun ve demokrasinin yara almasında en büyük müsebbipler olmaktan kurtulamazlar.
Bizden söylemesi…