Popülizmin Zirvelerinde “Yürüyüş”
15 Temmuz işgal girişiminden bu yana bir sene geçti. Şehitlerimizi rahmetle andık. Gazilerimize şükranlarımızı sunduk. Yine milyonlar meydanlardaydı. Bir sene önce meydanlarda, caddelerde, köprülerde silahlara karşı duranlar bir sene sonra aynı yerlerde zaferlerini kutladılar ve yanlarında omuz omuza direnirken vurulup düşenler için bir kez daha göz yaşı döktüler. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm sorumlular FÖTÖ ile mücadelenin en ufak bir aksaklığa uğramadan, gevşemeden, sulandırılmasına izin verilemeden devam edeceğini bir kez daha vurguladılar. Meydanlardaki milyonlar da bir kez daha bunun takipçisi olacaklarını göstermiş oldular.
Bu, ümitlerimizi tazeleyen tabloya rağmen içimizi karartan, sinirimizi bozan, tepemizi attıran şeyler de olmuyor değil. Toplum bu konuda sürekli müteyakkız olduğu için çoğu zaman son derece hızlı tepki veriyor. Bu tepkiler (tamamı olmasa da) bazı yanlışların düzeltilmesinde oldukça etkili oluyor. Bu yüzden bir süre daha bu halin devamı hayati önemde. Zaten bu çok iyi bilindiği için toplumun dikkatini başka noktalara çekecek, bu meseledeki konsantrasyonu ve motivasyonu bozacak türlü yollar deneniyor. Kontrollü darbe iddiasından adalet yürüyüşüne kadar bir çok teşebbüs temelde bunu amaçlıyor. Açıkçası bir ölçüde başarılı olunduğunu kabul etmek gerekir. Çok şükür ki 15 Temmuz’un birinci yıl dönümü olanları tekrar hatırlamamıza ve toplumca asıl meseleye bir kez daha odaklanmamıza vesile oldu. Milyonlar Cumhurbaşkanı’mızın bir sene önceki duruşundan ve kararlılığından bir adım dahi geri gitmediğini bir kez daha gördüler.
Aynı milyonlar CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun da bir adım dahi ileri gitmediğini de gördüler. Bir sene önce Yenikapı için nazlanan Kılıçdaroğlu, Bayram’ın birinci yılında ortalıkta yoktu. Belli ki başından beri bu coşkuya, bu kararlılığa, bu haykırışa katılmak gibi bir niyeti hiç olmadı. Zira ne kendini “onlar”dan gördü ne de “onlar”ın ülkeyle beraber kendisini de kurtardıklarını kabullenebildi. Artık kendisinin de kontrolünden çıkan öyle bir hızla akıl dışılığa sürüklenmeye başladı ki; arada bir şehitleri anmak için sarf ettiği sözler bile şirazesinden çıkmış bir hal aldı.
Bakın geçtiğimiz hafta Alman Der Spiegel dergisine ne demeç vermiş: “Bunu kimse bilmiyor. Darbe gerçekti. Bu hain darbeden Gülen’in sorumlu olduğu konusunda hiçbir şüphem yok. Biz hükümeti bu cemaatin tehlikeleri üzerine devamlı uyardık. Ama Erdoğan bizi dinlemek istemedi. Gülen’le müttefiktiler. Türkiye’yi aralarında paylaştılar. AKP’li politikacılar Gülen’i yıllarca ziyaret ettiler. İkisi arasındaki savaş, 15 Temmuz’da 300 insanın hayatına mal oldu. … Biz, hükümetin yararlanmak için darbe girişimini belirli bir noktaya kadar bıraktığına inanıyoruz.”
Neden 15 Temmuz’u sahiplenmediğini ne güzel anlatmış. Mesele aslında çok açık. O gün olanlar Ak Parti ve FETÖ arasındaki bir savaşmış. Eh kendisi ikisinden de olmadığına göre o zaman evde oturup boks maçı izler gibi bu kavgayı izlemesinde garipsenecek hiçbir şey yok. Dedik ya kendisini hiçbir zaman o gün sokaktaki milyonlardan görmedi diye, bunu daha güzel itiraf edemezdi herhalde. Elbette “o gün Yeni Türkiye’nin kurulduğu gündü”; “artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demesini beklemiyorduk ama açıkçası bu derece savrulması endişe verici.
Elbette savrulması bununla da kalmıyor. Bir zamanlar malum tarafların PKK teröründen söz ederken kullanmayı çok sevdikleri “şu kadar hayata mal oldu” şablonunu da belli ki çok benimsemiş hazret. Öyle ya madem ortadaki bir kavga o zaman ölenlere şehit demeye (hele bir de Almanlar okuyacaksa) ne gerek var. Üstelik neden ölenleri ayrı ayrı sayıp 250 şehidimiz var deyip diğerlerini dışlasın ki? Daha doğru olanı hiç ayrım yapmadan ölen 50 civarında FETÖ üyesini de katıp 300 hayat gitti demek. Bu kadarını yapamaz değil mi? Maalesef yapmış. Maalesef Alman’lara hoş görünmek adına bu sözleri sarf etmekte tereddüt dahi etmemiş.
Bunların ötesinde bir son cümle var ki akıl dışı demek bile tarif etmeye yetmez. Hükümet darbeyi “belli bir noktaya” kadar bırakmış. Ortalama bir akıl sahibinin bunu söylediğine inanmak güç ama Kılıçdaroğlu gerçekten söylemiş. Evet darbe böyle bir şeydir zaten; istediğin yerde durdurup sonra tekrar başlatırsın. Önce hızlandırır sonra yavaşlatırsın. Halkı da belli sayılarla ve sırasıyla sokaklara çıkartırsın. Polislere siz yerlerinizde kalın, önce sizi bir güzel kuşatsınlar sonra halk gelip sizi kurtaracak diye talimatlar gönderirsin (ha! onlar da uyarlar). Daha uzatabiliriz ama gerçekten saçmalamanın da bir sınırı var. Aslında bizim için var da hazret için yok anlaşılan.
Bakın yine bu haftaki grup toplantısında adalet yürüyüşünü kimler için yaptığını nasıl sıralamış. “Bu yürüyüşü dosyası kapatılan ama hâlâ adalet arayan Muhsin Yazıcıoğlu için yaptık. Bu yürüyüşü kanun hükmünde kararnamelerle üniversitelerden atılan bilim insanları için yaptık… Bu yürüyüşü hapisteki askeri öğrenciler için yaptık. Bu yürüyüşü hapisteki er ve erbaşlar için yaptık. Bu yürüyüşü 15 Temmuz akşamı linç edilen, adalet arayan genç çocuklarımız için yaptık. Bu yürüyüşü hapisteki milletvekilleri için yaptık. Bu yürüyüşü FETÖ örgütünün darbe girişimine karşı canını veren 250 şehidimiz, 2193 gazimiz için yaptık… Bu yürüyüşümüzü son on beş yılda 13 kez çalışan KPSS sınavları ve üniversite sınavları için yaptık. Bu yürüyüşümüzü Mavi Marmara’da şehit olan ve gazi olan arkadaşlarımız için yaptık. Bu yürüyüşümüzü korkudan sesini çıkaramayan, can ve mal güvenliği olmayan iş dünyası için yaptık. Bu yürüyüşümüzü FETÖ’nün siyasi ayağı ortaya çıksın diye yaptık.”
Muhsin Yazıcıoğlu kısmını okuyuculara bırakıyoruz. Eminim Kılıçdaroğlu’nun kendisi de konuşma bitiminde “bu pek olmadı galiba” diye mırıldanmıştır. Kendisinin 15 Temmuz ve FETÖ ile ilgili çok açık bir kanaati var. O gün darbeye kalkışanların (er, erbaş, öğrenciler vs hariç) ki bu sayı 1000 ‘i geçmez, yargılanmalarını istiyor ancak darbeye karışmayan “Gülenci”leri masum olarak görüyor. Zira bu guruba hiçbir zaman terör örgütü olarak bakmadı ve bakmıyor. Zaten uzun süre “FETÖ” diyememesi de bu yüzden. Başından beri sürdürdüğü 1 Milyon mağdur var edebiyatı tam da bunun ifadesi. KHK ile üniversitelerden atılanlara sahip çıkması da bu yüzden. Aralarında Fetullah’ın imamları olabilir ama o gün darbede görev almadılarsa masumlar, işte bu yüzden de mağdurlar.
Bazı erler Şehitler Köprüsü’nde, Saraçhane’de, Kazan’da, Karargah’da insanları kurşunladılar ama ceza almamalılar. Emirleri yerine getirip sivil halka ateş açtıkları için masumlar ve mağdurlar. Ama durun bununla da bitmedi, üzerlerine ateş açıp onlarcasını şehit ettikleri insanlar onları yanaklarını okşayıp omuzlarında taşımalıydılar ama darp etmeye kalktılar. İşte bu yüzden Şehitler Köprüsü’nün asıl masumları asıl mağdurları onlar ve hazret onlar için yürümüş.
Bunların hepsi bir niyet beyanı, beğenelim beğenmeyelim bir duruşun ifadesi olabilir. Ama peki hem sorular çalındı deyip hem de o sorularla bir yerlere gelenleri niye işten çıkarttınız demeyi nasıl izah edeceğiz. Gerçekten aklın kifayetsiz kaldığı yer bu olsa gerek. Çalınan sınav soruları için yürüyor ama aynı zamanda o sorularla Harp Okulu’na öğrenci olanlar için de yürüyor. Çalınan KPSS ve Üniversite sınavları soruları için yürüyor ama çalıntı sorularla hakim, savcı, polis, memur olanlar için de yürüyor. Soruları çalmak suç ama çaldıkları sorularla memur olanlar atılınca mağdur.
Hem 1 Milyon mağdur için hem de onların mağdur ettikleri için yürüyor. Açıkçası ya kafası karışmış ya da madem bir kere yürüdük ne varsa katalım derken hızını alamamış. Aristo’ya yüz yıllardır mezarında milyonlarca kez takla attıranlar olmuştur ama Kılıçdaroğlu bu duruşuyla parende attıranlar sınıfına çoktan terfi etmiş durumda.
Not: Acaba istesek Kılıçdaroğlu “can ve mal” güvenliği olmayan iş adamlarının listesini verir mi? Biz bazısı kaçan bazısı yargılanan iş adamları biliyoruz. Acaba onlar için mi yürümüş?