PYD/YPG terör örgütünün koridor planı böyle çökertildi!

Fırat Kalkanı 50. günü itibariyle bin 100 kilometrekare alanı, ardından da bugüne dek toplam 2 bin kilometrekarelik alanı terörist unsurlardan temizlemiş bulunuyor.

Türkiye, 24 Ağustos 2016 tarihinde, BM Sözleşmesi’nin 51. maddesinden kaynaklanan haklarını kullandığını açıklayarak ’nı başlattı. Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) 30 Kasım 2016 tarihli toplantısına ilişkin basın açıklaması, harekâtın hedeflerinin, sınır güvenliğinin sağlanması ve Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü ile BM kararları çerçevesinde mücadele edilmesi olduğunu belirterek PKK terör örgütünün -ve PYD/YPG uzantılarının- bir terör koridoru oluşturmasına müsaade edilmeyeceğini vurguladı.

Harekât, özellikle ilk aşamalarında, Cerablus hattından başlayarak operasyonel hedeflerini hızla ele geçirmeye başladı. Bu bağlamda, Fırat Kalkanı 50. günü itibariyle bin 100 kilometrekare alanı, ardından da bugüne dek toplam 2 bin kilometrekarelik alanı terörist unsurlardan temizlemiş bulunuyor. Özellikle 2016 yılının ekim ve kasım aylarında Azez-Mare doğusundaki bölgelerin ve terör örgütü DEAŞ’ın moral-motivasyonu için bir direnç merkezi olan Dabık’ın ele geçirilmesi, yolunun açılmasında önemli rol oynadı. Bahse konu derinliğin kazanılması, özellikle DEAŞ’ın roket saldırılarının önüne geçilmesi açısından büyük önem taşıyor.

PYD/YPG unsurlarının koridor planı akamete uğratıldı

Ayrıca, Dabık sonrasında harekâtın cephesinin güneye çevrilmesi, terör örgütü PKK ve Suriye’deki uzantıları olan PYD/YPG unsurlarının ellerinde bulundurdukları bölgeleri batıda Afrin ile birleştirmelerini akamete uğratması açısından da kritik bir kazanım oldu.

Özetlenen tablonun, operasyonel tempo ve askeri-jeostratejik kazanımlar açısından oldukça başarılı olduğu değerlendirilebilir. Ayrıca, Ankara’nın Suriye’nin kuzeyine ilişkin etki alanını genişletmesi de önemli bir diplomatik manevra alanı oluşturdu. Öte yandan, Kasım-Aralık 2016’dan itibaren Fırat Kalkanı Harekâtı’nın el-Bab safhasına ulaşması, çatışmanın niteliklerinde değişikliklere neden oldu ve şehit sayısının yükselmesini de beraberinde getirdi. Zira, DEAŞ terör örgütünün Fırat Nehri’nin batısındaki ana tahkimatı el-Bab’da bulunuyor. Ayrıca, Rakka ve Musul’da DEAŞ’a karşı icra edilen koalisyon operasyonlarının yavaşlaması, örgütün kuvvet kaydırmasını kolaylaştırdı, diğer yandan da el-Bab’ın tamamen kuşatılarak ikmal hatlarının kesilmemiş olması, durumu daha zor bir hale getirdi.

Bahse konu tehdit karşısında TSK, Fırat Kalkanı Harekâtı’na yönelik kuvvet planlamasında değişikliğe gitti ve PKK terör örgütüne karşı icra edilen iç güvenlik harekâtında tecrübe kazanmış elit birliklerinden birçok unsuru da bölgeye sevk etti.

El-Bab operasyonunun iki safhası

El-Bab harekâtının başarıyla tamamlanması vakit alacak olsa da imkân ve kabiliyetler dahilinde bulunuyor ve bu başarıyı elde etmek, DEAŞ unsurlarının operasyonel sıklet merkezinin imhası ile mümkün. El-Bab operasyonları için iki temel safhadan bahsedilebilir: Bunlardan ilki, el-Bab’ı çevreleyen alanlarda DEAŞ’ın agresif bir direnç gösterdiği mevcut durum. İkinci aşama ise söz konusu direncin kırılmasını müteakip, terör örgütünün meskûn mahalde el yapımı patlayıcılar (EYP) ve tüneller gibi yöntemleri kullanarak ve yerel halkı tahrik etmeye çalışarak operasyonun maliyetini yükseltmeyi amaçlayabileceği çatışmalara karşılık geliyor.

DEAŞ’ın askeri stratejisi üzerine yapılan az sayıda güvenlik bilimleri çalışmasında, terör örgütünün taktik düzeyde oldukça tehlikeli olduğu, ancak operasyonel düzeyde elinde bulundurduğu toprağı korumakta ciddi zafiyetler yaşadığı belirtiliyor.

Operasyonel düzeydeki zafiyetlerin, DEAŞ’ı oluşturan grupların kompozisyonlarındaki farklılıklardan kaynaklandığını belirten kaynaklar (radikal selefi gruplar ve Irak Baas rejiminin eski askerleri; yerel militanlar ile yabancı teröristler), söz konusu farklılıkların stratejik ve taktik seviyeler arasında kopukluklar oluşturduğunu vurguluyor. Nitekim terör örgütü, Ocak 2015-Aralık 2016 döneminde elinde bulundurduğu toprak parçasının yaklaşık yüzde 25’ini kaybetti, 2016 yılı içerisinde ise kontrol ettiği alanda yüzde 16’lık bir gerileme yaşadı.

DEAŞ'ın taktikleri

DEAŞ’ın Irak’taki varlığına karşı elde edilen askeri deneyimler, örgütün, beklenenin aksine, ‘son unsura kadar direnen’ bir yaklaşımı olmadığını gösteriyor. Bu çerçevede DEAŞ’ın, meskûn mahalleri savunmak yerine, onları keskin nişancılar, evlere kurulan bubi tuzakları ve el yapımı patlayıcılar -özellikle bombalı araçlar- gibi yöntemler ile mümkün olduğunca tehlikeli kılmak gibi bir taktik yaklaşımı benimsediği anlaşılıyor. Özellikle Ramadi’den alınan dersler, meskûn mahalleri çevreleyen kırsal alanların DEAŞ’ın en çok direniş gösterdiği yerler olduğunu ortaya koyuyor.

DEAŞ’ın savunma yürütürken gösterdiği bir başka operasyonel zafiyet, taarruzu bir saplantı haline getirmiş olmasından dolayı yoğun ateş gücü karşısında dahi iyi planlanmamış taarruzlar icra ederek yüksek zayiat vermesi. Söz konusu iyi planlanmamış taarruzlarda kullanılan bombalı araçların oluşturabileceği tehlikeler, yine de dikkat edilmesi gereken bir konu.

El-Bab’da bulunan DEAŞ’lı terörist sayısının tam olarak bilinmesi açık kaynaklar ile mümkün değil. Öte yandan, terör örgütünün Rakka ve Musul’daki operasyonların yavaşlaması ile bir ölçüde el-Bab bölgesini tahkim edecek hareket serbestisine kavuştuğu düşünülüyor. Ayrıca, el-Bab’da bulunan DEAŞ unsurlarının arasında sayıları yüzlerle ifade edilen intihar bombacısının bulunduğuna ilişkin tahminlerin yanı sıra, terör örgütünün yerel halk ile evlilik bağları ve ideolojik baskı yoluyla kurduğu ilişkilerin de askeri operasyonlar için olumsuzluk teşkil ettiği belirtiliyor.

Nitekim Türk basınının bildirdiği çatışma haberlerine göre, DEAŞ’ın bombalı araç saldırılarının Fırat Kalkanı Harekâtı’nda şehit sayısını yükselten en önemli faktör olduğu görülüyor. Ayrıca, birçok militanın üzerlerinde intihar yelekleri ile çatışmalara girdiği belirtiliyor. Özellikle hava şartları dolayısıyla görüş mesafesinin düştüğü dönemlerde arttığı belirtilen saldırılar, DEAŞ’ın savunma konumunda izlediği klasik hareket tarzını el-Bab’da da sürdürdüğünü gösteriyor.

Harekâta katılan kuvvet yapısında değişiklik

Bölgesel güvenlik faktörleri ve çatışmanın karakteristik niteliklerinde görülen değişiklikler karşısında Ankara’nın harekâta katılan kuvvet yapısında değişikliğe gittiği gözlemlenmekte. Basına yansıyan açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Fırat Kalkanı, ilk aşamasından itibaren, mekanize piyade, tank ve topçu birlikleri, insansız hava araçları (İHA) ve hava kuvvetlerinin diğer platformları ile istihkam ve muhabere birliklerinin katılımıyla müşterek bir harekât niteliğinde gelişti.

Bu noktada, Türkiye’nin böylesine önemli bir harekât kapsamında -Bayraktar TB-2- muharip İHA platformlarını başarıyla kullanması, salt harekâtın sonuçları bakımından değil, Türk savunma sanayiinin geleceği açısından da büyük önem taşıyor. Operasyonel koşullardan dolayı ağırlıklı olarak insanlı, sabit-kanatlı platformların (örn. F-16) kullanımı söz konusu olsa da, Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan öğrenilen derslerin, Türkiye’nin muharip İHA alanındaki birikimi adına da kritik olduğu değerlendiriliyor.

Özellikle başlangıç safhasındaki Cerablus operasyonunun, harekâtın müşterek karakterini tam anlamıyla yansıttığı, topçu ve çok namlulu roketatarlar tarafından sağlanan ateş-destek avantajının zırhlı ve mekanize birlikler tarafından hızla taktik başarıya dönüştürüldüğü; özel kuvvetler unsurlarının hedef tespit faaliyetlerinin hava kuvvetlerine bağlı platformlarca başarıyla değerlendirildiği görülüyor. Harekâtın Cerablus başarısını müteakip hızla batıya yönelmesi ve Çobanbey ile DEAŞ terör örgütünün bir kült haline getirdiği Dabık’ın kontrolünü ele geçirmesi de önemli kazanımlar oldu.

2016 Kasım’ının ikinci haftası itibariyle bildirilen haberler, Türk Hava Kuvvetleri’nin el-Bab’da DEAŞ’a ait savunma mevzilerini ve komuta-kontrol merkezlerini imha etmeye başladığını gösteriyor. Bahse konu hedeflerin vurulması ve civardaki yerleşimlerin kontrolünün ele geçirilmesi, el-Bab’a yönelik kara harekatının da işaretlerini vermiş bulunuyor.

Harekâtın el-Bab safhasına ulaşmasıyla, TSK’nın operasyonel kuvvet yapısında değişiklikler yapıldığı da basına yansıyan haberler arasındaydı. Bahse konu çerçevede, elit komando birliklerinin bölgeye sevk edilmesi TSK’nın salt ateş-destek, zırhlı birlikler ve hava platformları ile sınırlı kalmadığını, düşman DEAŞ unsurları ile doğrudan çatışacak nitelikte bir kuvvetin de bölgeye intikal ettiğini gösteriyor. Ayrıca, PKK terör örgütünün son dönemde meskûn mahallerde oluşturduğu tehdit ile mücadelede deneyim kazanmış bazı birliklerin de el-Bab operasyonları kapsamında bölgeye sevk edildiği bildiriliyor.

Askeri-siyasi çerçeve

El-Bab operasyonun, Fırat Kalkanı Harekâtı’nın askeri-siyasi çerçevesinde yaşanan gelişmelerden de etkilendiği görülüyor. Bu gelişmelerin başında, Türkiye ile ABD önderliğindeki DEAŞ karşıtı koalisyona dahil ülkelerin arasındaki kamuoyuna da yansımış bulunan görüş ayrılıkları geliyor. Harekât planının ilk aşamalarda Washington ve Moskova ile istişare edildiği anlaşılıyor.

Ancak, ABD kaynakları, harekâtın bu aşamasında sağlanan mutabakata göre TSK’nın sınırdan en fazla 20-25 km güneye ilerleyebileceğini ifade ediyorlar. Oysa ki Türkiye daha sonra, bu mutabakattan bağımsız olarak el-Bab doğrultusunda ilerlemeye ve şehri ele geçirmeye yönelik askeri operasyona başlama kararı aldı. Bunun nedeni, Ankara’nın nihayetinde el-Bab ve çevresinin Türkiye ve Türkiye’ye dost birliklerin kontrolü altında tutulmasına yönelik iradesidir. Bu operasyonun DEAŞ karşıtı koalisyon ile birlikte yapılması durumunda, PYD ve Ankara’ya muhalif olabilecek bazı diğer unsurların da bölgede konuşlanmasından endişe edilmiş olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle operasyon, DEAŞ karşıtı koalisyonun planlamakta olduğu Rakka saldırısından önce başlatıldı. Bu koordinasyon eksikliği bir açıdan Türkiye ile ABD arasında başta PYD’ye ilişkin tutum nedeniyle Suriye bağlamında oluşmuş güven bunalımına işaret ediyor.

Buna mukabil bu koordinasyon eksikliğinin askeri açıdan da bazı dezavantajları var. Bunların başında operasyona devam eden TSK’ya bağlı birliklerin, koalisyon güçlerinden, başta hava saldırıları olmak üzere, arzu ettikleri desteği alamamaları geliyor. Buna ek olarak ortaya çıkan bir diğer handikap, operasyonun Rakka ile eş zamanlı gerçekleşmemesi nedeniyle DEAŞ’ın, muharip güçlerini iki bölge arasında bölmek zorunda kalmadan tamamen el-Bab’da konuşlandırmasına olanak vermiş olması.

Askeri başarı, kalıcı siyasi kazanıma dönüşmeli

Bu açıdan bakıldığında, koalisyon güçlerinin Rakka operasyonuna başlamaları, el-Bab’da mücadele eden TSK’ya bağlı birliklerin üzerindeki baskıyı ve tehdidi bir ölçüde hafifletebilir. Ancak, daha orta vadede, Türkiye’nin sahada elinin güçlenmesi Rusya ile ortaya çıkan mutabakatın sürdürülmesine olduğu kadar, ABD ile ilişkilerin daha büyük bir güvene dayalı olacak şekilde geliştirilmesine bağlı. Zira, Türkiye Suriye’deki çatışma ortamının sonlandırılmasına yönelik diplomatik çabalarında ancak bu sayede daha büyük bir nüfuz sahibi olabilir.

Belirtilen tüm zorluklara karşın, el-Bab operasyonlarının askeri bakımdan başarıyla tamamlanması imkân ve kabiliyetler dahilinde. Böyle bir başarı, meskûn mahalde müşterek harekât icrası bağlamında literatürde önemli yer tutacaktır. Bununla birlikte, askeri başarının kalıcı siyasi kazanıma dönüşmesi, diplomatik yeteneklerin doğru kullanımı ve harekâtın siyasi hedeflerinin net olarak tanımlanması ile mümkün.

[Sinan Ülgen, Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi (EDAM) Başkanı. Can Kasapoğlu, EDAM Savunma Analisti]

PYD/YPG terör örgütünün koridor planı böyle çökertildi! ile ilgili etiketler Haber
GÜNÜN VİDEOSU

Halep’e 1 km kaldı! SMDK: ”Operasyonlar sivilleri korumak için”

Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) son durum ile ilgili olarak bir açıklama yaptı.Açıklamada yapılan askeri operasyonun Esed rejimi ve İran'a bağlı mezhepçi militanların sivillere yönelik katliamlarını durdurmak amaçlı olduğu ifade edildi.Bu arada rejim karşıtı güçlerin Halep’e bir kilometre kadar yaklaştıkları ve Esed’in fotoğraflarını kaldırdıkları anlaşıldığı.