Rahip Bronson ipoteğinde Türk-Amerikan ilişkileri…
İlişkiler iyi gitmiyor. Bu cümleyi, geçtiğimiz aylarda daha küçük ve kısık bir sesle, ama düzeleceği umudu yüksek bir doz içinde sarf edebiliyorduk. Gelinen noktada, kavga en üst düzeye taşındı. Sorunun çözümünde karar verici konumda olanlar kavganın asli sahiplerine dönüştü. Trump’ın tweetleri ile uyanıyoruz, Tayyip Erdoğan’ın meydan okumalarına şahit oluyoruz. Trump ve Tayyip Erdoğan bu tarzda konuşunca ister istemez, her kademeden benzer sesler ve tepkiler işin şeklini netleştiriyor.
Türkiye haklı. Bundan asla şüphe duyamayız. Türkiye’de yirmi yıldır din adamı kimliği içinde bulunan ama, faaliyetlerini dini hizmetlerin dışına çıkardığı ve Türkiye’nin bütünlüğüne yönelik birtakım eylemler içinde bulunduğu, terörist yapılanmalarla yoğun irtibatlar kurduğu iddia edilen bir kişi yargı karşısında. Kişinin önce Evanjelik Kilisesi’ne mensubiyeti, akabinde genel olarak din adamı kimliği seçim atmosferindeki Amerika’da Trump’ın rahatlıkla kullanabileceği bir seçim malzemesi olarak önem kazandı.
Trump sıkıştı. Her gün hakkında yeni deliller ve tanıklar çıkıyor; Başkanlıktan tard edilmesi ihtimali artıyor. Amerikan kamuoyu kaba, umursamaz, hırçın, kavgacı tavırlarından bıkmış vaziyette. Fed raporları ise, gümrük duvarları üzerinden açtığı ticari savaşlardan dolayı Amerikan ekonomisinin krize girmek üzere olduğu yönünde.
Kuşkusuz ki, Türkiye ile ilişkilerin kötüleşmesi bir tek nedene bağlı değil. Rahip Brunson’un durumu buzdağının görünen yüzü ve Türkiye ile kavgayı buradan götürerek kamuoyu desteğini alma çabasının doğal bir sonucu. Rusya ile yakınlaşan, İran ile ilişkilerini kesmeyen, AB ile yoluna devam edeceği sinyallerini veren, savunma sanayiinde ve konseptinde kimsenin ipoteğinde kalmayacağını gösteren, darbe girişimine rağmen ordusunu ve bürokrasisini hızlı bir şekilde onarıp, toparlayan Türkiye; pek çok konuda ABD ile görüş aykırılıklarına ve politika farklılıklarına ısrarla devam edebiliyor. Bu da ABD’nin ve özellikle Trump ekibinin fena halde canını sıkıyor.
Bir yandan Suriye’de PKK ile ilişkilerini kurumsallaştıran, FETÖ’ye arka çıkan, İran konusunda başına buyruk politikası ile herkesi sıkıntıya sokan, diğer yandan Ortadoğu’da Hristiyan dünyasına ve İslam alemine rağmen tek yanlı bir İsrail politikası geliştiren ABD yönetimi, bunlara herkesin sessiz kalmasını ve yaptıklarına kayıtsız şartsız itaat edilmesini istiyor.
Böyle bir dünya yok. Trump’ın başına buyruk politikaları artık ne AB ülkeleri ne İngiltere, ne Kanada, ne Latin Amerika ve ne de Türkiye tarafından kabul görmüyor. Çin ve Rusya gibi diğer büyük güçler kendileri aleyhine politikalara sonuna kadar karşı çıkıyor. Sadece Suudi Arabistan ve birkaç körfez ülkesi Trump ne derse o yönde hareket ediyor.
Bu ilişki biçimi sürdürülemez. Amerika’nın izole edici, dışlayıcı, yıkıcı, saldırgan politikaları kuşkusuz ki içeride de bir yerde tıkanacak. Sağduyulu Amerikan kamuoyu kuruluş felsefesi içinde yer alan tüm özgürlükleri tehdit eden bu yaklaşımı reddedecek. Ancak o zamana kadar dünyanın büyük bir kaos, kargaşa içinde olmaması, etkilerinin sınırlı kalması herkesin temel dileği…
Gelelim Türkiye’nin Brunson yaklaşımına. Brunson olayı birkaç ay öncesine kadar ne Türk ne de Amerikan kamuoyunu çok ilgilendiren bir mahiyette idi. Ancak Trump’ın tweetleri ve Türkiye’nin yaşadığı ekonomik sarsıntılar sonrası şimdi herkesin hassas olduğu bir noktaya geldi. Amerikan kamuoyunda, konu ilk başta olduğu gibi, Evanjelik bir rahibin iki yıldır yargılamasının bitirilmeden tutuklu kalması, özgürlüğünden olması noktasından çıktı, “demokrasinin sınırlı olduğu bir ülkede, bir Hristiyan din adamının faaliyetlerinin önlenmesi için iki yıldır özgürlüğünden edildiği” gibi bir noktaya taşındı. Yani artık olayı “Evanjelik” parantezi içinde tutmak ve ifade etmek yetmiyor. Evanjelik olmayan ve hatta hiç dinle ilgisi olmayan sıradan insanlar Trump’ı sevmeseler de, konuyu özgürlük bakımından irdeliyor ve burada Türkiye’yi suçluyorlar.
Sorunun çözümü yargıda. Konu, biz Türkler için normal olmasına rağmen, Amerikan kamuoyunun anlayamayacağı kadar uzun bir yargı sürecine takıldı. Diplomasinin ve siyasetin tıkandığı, sürekli yargıya atıf yapılan bir ortamda sürecin bir an önce tamamlanması yararlı olacaktır. O zaman çözüm için aranılan yollar çok daha çabuk bulunacaktır.