Randevu alın ben söylerim...
G20 Zirvesi oldu, 23 Haziran gündemden düştü.
Yüksek tepelerde şimdi, iki çalışma yapılıyormuş.
Biri, “İstanbul’u kaybetmenin nedenleri” üzerine rapor.
Diğeri, “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin değerlendirmesi.
Her iki raporu da 31 Mart analizini yapan ekip hazırlayacaksa, buradan bir şey çıkmaz.
23 Haziran sonrası Hükümete yakın gazetecilerin analizlerine artık şaşmıyorum bile.
Kimi tıpkı FETÖ dönemindeki tavrını tekrarlayıp, özeleştiri yapıyormuş gibi görünüyor, kimi “söyledim dinlemediler” diyerek kendisini kurtarmaya çalışıyor.
Suç onların değil, onları referans olarak medyaya işaret edenlerin.
Suç, kamuoyuna “bunların sözüne önem verin” diyerek onları ileri sürenlerin.
Suç, medya yöneticilerine telefon edip “şunlar yayına çıksın, şunlar çıkmasın” diye telefon edenlerin.
Dün başkasını satanları, bugün omuzlarında gezdirenlerin suç hakim bey.
İşte o “makbul” olarak işaret edilenlerden biri, yayında anlatıyor.
Cumhurbaşkanına yakın birine “Yapılan yanlışları Başkanımıza (Erdoğan’a) iletmiyor musunuz?” diye sormuş, o yakın kişi de “sıkıysa sen ilet” demiş.
Bir eleştiriyi iletmeye korkuluyormuş.
Büyük olasılık bu korkanlar, kaybedecek çok şeyi olanlardır.
Ey ahali, madem Cumhurbaşkanının etrafında ona gerçekleri söylemeye korkan çok, bana bir randevu alın, ben söylerim!
Tek şartım var, görüşme baş başa olmalı.
Böylece, sevgili dostum Erol Olçok’un kemikleri sızlamamış olacak.
Böylece, Erol yaşarken, “Bir gün randevu alsam da Beyefendiyle görüşsen” isteği yerini bulmuş olacak.
Bu görüşme neden gerekiyor?
Çünkü, yine seçim kaybını kendilerinden uzaklaştırmak için gerekçeler peşindeler, teflon gibiler.
Seçim kaybını İstanbul’daki Suriyeliler ve ekonomi ile açıklıyorlar!
Elbette onlar da var ama esas sorun başka, esas sorun “güven erozyonu.”
“Güven erozyonu”nu doğru açmak lazım:
İçinde haksız zenginleşenler var.
Erdoğan’ın çevresindeki servet hırsı olanlarla koltuk hırsı olanlar var.
Millete üstten bakma var.
Devlet kurumlarında liyakat ilkesinin yokluğu var.
Medyanın içine düşürüldüğü mezbelelik hâl var.
Şunu hemen belirteyim: Öyle Cumhurbaşkanıyla görüşeyim derdim falan yok, geçmişte teklif edilen görevlere hayır demiş biri olarak böyle bir derdim olamaz.
Sadece, yalana, dolana, yanlış bilgiye itirazım var.
AK Parti’nin yanlışları için neden çaba harcadığımı merak eden CHP’li dostlara diyeceğim şu, geçmişte de Kemal Kılıçdaroğlu’nun masasına “gittiğiniz yol yanlış” diyen raporlar bıraktım.
Buna şahitlik eden bir dostun (Fikret Sevinç) Kemal Beye “Ya bu kadının dediğini yaparsınız ya da onu 12.katın penceresinden atarsınız” demişliği var.
Kemal Bey yenile yenile öğrenmeyi sevenlerden.
Yani, ben akademisyenim, test edilmiş bilgi ihtiyacı neredeyse orada olmak benim işim.
BENCE O KADAR DEĞİL
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ali Babacan görüşmüşler.
Babacan, sonbaharda kuracağı partiyle ilgili kendisine nezaketen bilgi vermiş.
Erdoğan da “gel bu çatı altında yap” demiş.
Bence.
Bu görüşmede konuşulanlar sadece bunlar değildir. Nokta.
MEDYAMIZIN CILKI ÇIKMIŞ HALİ
Gelişmiş bir ülkede günlük Tv yorumcusu sayısı bine yaklaşır.
Biz de toplasan 15
Dön dön dönelim şeklindeler.
Ekonomi batsa da onlar, seçim olsa da onlar, magazin olayı varsa da onlar konuk.
Durum şu halde; moderatör soruyu sorarken alacağı cevabı biliyor, hatta yorumcudan önce cevabı söylüyor bile!
Yorumcu da “Geçen programda da söylemiştim” diyor.
Ücra bir kanalın yorumcusu, hakkında yazı yazınca arayıp şöyle dedi: “O kadar kanal dururken beni nerden bulup izlediniz?”
“Çünkü o kanallardaki yorumcuların ne diyeceğini ezberledik.”
Bazı yorumcular kanalın revirinde falan kalıyor olmalı, evine hiç gitmiyor.
Evi neyse, işine de gitmiyor.
Mesela Ersan Şen. Ceza hukukçusu. Ama her konuda vazgeçilmez konuk.
İlk zaman dikkatle dinlediğim biriydi, şimdi zaplayıp geçiyorum.
Tamam, televizyon “engin bilgi kaynağımız” değil.
De.
Bu adam hukuk bürosundaki işlerini hangi ara yapıyor?
Bu yazıyı okursa bir zahmet bana bunu söylesin, ama fırça atmadan söylesin.
Medya yönetimleri ya uyuşturucu almış gibiler ya da her kanalın önüne bir liste konmuş bunun dışına çıkamıyorlar.
HÜKÜMETE ÖNEMSİZ NOT
Zaman öyle zaman ki, içinizde bir kriz çıksa, hem de sosyal medya için tadından yenmez bir kriz.
Bu krizi deve kuşu sendromuyla, görmezden gelerek çözemezsiniz.
Görmediğiniz alanda kriz derinleşerek devam eder.
Sorunu ortaya serip cevabını vermeden olmaz. Olamaz. Kendinizi kandırmaktan başka işe yaramaz.
Sonra, biz nerede yanlış yaptık der durursunuz.
Benden söylemesi.
İMAMOĞLU’NA ÖNERİ Mİ?
Herkes İmamoğlu’na öneri yarışında.
Aday olduğu ilk günlerde (21 Ocak 2019 yazısı) Cumhurbaşkanından randevu istediğinde, “doğru strateji” demiştim.
“Aman medya rüzgârına kapılmayın (sokaktan ayrılmayın)” (1 Nisan 2019) demiştim.
Yorulmazlarsa işi biliyorlar, başka da önerim yoktur.
HABERDE LAÇKALIK
Boğaz’da iki gemi çarpışmış.
Gazetelerde, televizyonlarda hep aynı ifade: “Bir üniversiteye ait gemi.”
Hangi üniversiteye? Adı yok.
Olay var, özne yok.
Aynı büyüklükteki klima haberi üste, şehit haberi alta konuyor.
Haberciliğimizin geldiği nokta.
Hadi iletişim fakültesi mezunları çalıştırılmıyor, “5 N 1 K kuralı” öldürüldü. Peki Gazeteciler Cemiyeti ne iş yapar?
Faruk Bildirici’ye takdimimdir.
UTANMAK YOK, MUHAKEME YOK
Rol modeli “Şeyma Subaşı” olan ülkede.
“Çin Seddi nerededir?” sorusunun cevabını şıklardan bile bulamayan, “Pekin nerenin başkenti?” sorusunda iki şıktan yanlışı seçen bir gençlik.
Onlara gülen iletişim öğrencilerine “Gülmeyin, size de en çok satan gazetemizin yayın yönetmenini sorsam aynı şey olacak” diye fırça atan ben..
Rol model “Enes Batur”, “evlendim” yalanı için kocaman prodüksiyon yapıyor, takipçi artırıyor.
Yani. Yalan söylemek kötüydü, şimdi makbul.
Tamam, rol model sorunumuz var.
Da.
Asıl sorun, gençlerin önemli kısmının muhakeme yeteneğinin ve de utanma duygusunun olmaması.
Muhakeme yeteneği olan 19 yaşındaki bir çocuk Arda, yemek parasını kitap almaya yatıran, bundan da dram değil keyif çıkaran bir çocuk, “Kim Milyoner Olmak İster?”de bir milyonluk soruyu gördü.
Medya görse, şahane bir rol model Arda.
BAŞARININ EN GÜZEL TANIMI
LGS birincisi 15 yaşındaki Suriyeli Muhammed başarıyı anlatıyor:
“Kişinin başlangıç noktasıyla ulaştığı yer arasındaki farktır.”
DEMİRDÖKÜM DÖKÜLÜYOR
Bir dönem “Demirdöküm”, güçlü bir markaydı.
Bugün Demirdöküm, o eski günlerin mirasını yiyor.
Markasının üstüne zırnık koymuyor.
Çağrı servisi, işi kolaylaştırmak için değil zorlaştırmak için çalışıyor.
85 yaşında birinin yaşadığı eve, çalışmayan kombi için bir gün içerisinde bir yetkili servis gelmez mi? Hem de araya pazar gününün gireceğini bile bile..
Güçlü marka olmak zor iş, ama o gücü yerle bir etmek çok kolay.
YAZ DİZİLERİ Mİ?
Dizi yorumcumuz sevgili Elçin Yahşi kusura bakmasın, bu yaz diziler tam bir çöplük.
Konu yok, zaten konuyu arayan da yok.
Ve fakat.
Popüler oyunculara para ödemekten bütçeyi toparlayamayan yapımcılar, hepten ucuzcu olmuş.
Ucuz etin yahnisi misali, özellikle kadın başrol oyuncuları dökülüyor. Oyunculuk yok, sempati yok.
Sokaktan toplasalar para vermeye bile gerek kalmaz, o kadar…
INSTAGRAM MACERAM
Ayşe Arman itti de Instagram’a girdim ya..
Çevremdeki herkesten bir ses çıkıyor.
“Yazılarınızı paylaşın” diyenler.
“Fotoğraf üzerine yazmayın, bu demode” diyenler.
“Kendinizden bir şey koymazsanız anlamsız” diyenler.
“Çık oradan Twitter’a gir” diyenler.
Ne çok muhtarım varmış benim.
AKLIMDA KALAN
23 Nisan’ın 100 Yılı kararlılığım: Daha önce de yazdım. 19 Mayıs’ın 100 Yılını görmezden geldik ülkecek, hiç değilse 23 Nisan’ın 100 Yılına bunu yapmayalım. Toplumun her kesiminin içinde olduğu, popçulara para aktarıp geçiştirilmeyen, festival havasında bir 23 Nisan için geç bile kalıyoruz. Aha, kaldı 298 gün. Şubat 29 çektiğinden, bir gün de fazla var. Kim, ne hazırlık yapıyor görelim.