Ruh Bükücü Lanet Anayasa yüzünden her kurum RTÜK, herkes Cem Küçük!

Ahmet Tezcan

Ahmet Tezcan

Arabeske bağladım. Öyle bir ruh hali. Kabz mı der eskiler? Bıkkınlık, bungunluk, durgunluk, sıkkınlık, kırgınlık, söngünlük, ölgünlük... Neyse ne işte; o olumsuz ruh halini vasfeden ekin takılabileceği bütün kelime kökleri içimde dal budak salmış vaziyette. Bir tv dizisiyle ünlenen o şarkının halimi ifade eden kısmını söyleyip duruyorum:
“Gecenin en siyahında
Umudun bittiği yerdeyim
Köşeyi dönsem ölüm
Düz gitsem hayat
Gölgeler içindeyim”
Cengiz Er karşımda oturuyor. Önünde bilgisayarı, kafasında Viyana’dan aldığı fötr şapka, benim için meyvelerle, çayla, kahveyle, abur cuburla süslediği masanın diğer ucunda alt yazısı “Yazı ver Amedbaba” olabilecek nazarla dürtüklüyor beni.
İmkânsız mağmlerle cevap veriyorum;
“Çemberin en dışında
En çıkmaz sokaktayım
Çığlık atsam sessiz
Sussam yine çaresiz
Gölgeler içindeyim”
Cengiz’in umurunda bile değil halim.... Viyana muhasarasında ele geçirdiği şapkayı geriye itip “Yaz” diyor, “atıver bi yazı hadi!”
Yazayım da ne yazayım?
Gündeme dalmaya kalksam, hadiseleri olmadan önce bilen, yorumlayan, hükme bağlayan o kadar çok bilgeç balık var ki internet deryasında, çivilemede aklın ayakları, kafa üstünde dimağın duvarları kırılacak...
Bir o kadar da vantuz var üstelik, bilgeç balıkların dişleri arasında kalan gündem kırıntılarından beslenen...
Bir de vatozlar tabii... Yargıların, hükümlerin, tahminlerin oluşturduğu gündemin dibini emerek imâlar, niyetler, maksatlar, kripto mesajlar devşirmek için buradakini içine çekip şuraya kusan...
Balinaların gölgesini kendi cesameti zannedip ona buna kafa tutan bir alay derya deniz kabadayısı süs köpek balıklarına ise hiç dokunmayalım...
Neyse ne işte; deryanın rengi boz, dibi toz...
Halet-i ruhiyetimin bir başka tezahürü...
Bu gibi durumlarda yapılabilecek en iyi hamleyi yaptım, pozisyon değiştirip hiç de hazzetmediğim halde kalabalık bir etkinliğe gittim Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri törenine katıldım.
Edebiyat ödülü, Yedi Güzel Adam’ın tutkalı Rasim Özdenören’e verildi. TRT’de Yedi Güzel Adam dizisinin senaristi olmam hasebiyle onun gölgesinde bendeniz de davet edilmiştim.
Yine “gölgeler içindeyim” yani...
Prof. Ümit Meriç’in babası Cemil Meriç adına aldığı Vefa Ödülü konuşmasında koyverdiğimiz gözyaşlarımızı silip tören sonrası kokteyl faslına geçtik. Yedi Güzel Adam dizisinin Erdem’i Uraz Kaygılaroğlu, Rasim’i Mertcan Sevimli ve Alaattin’i Orhan Kanalp Cumhurbaşkanı Erdoğan ile sohbet ederken, bendeniz RTÜK üyesi Nurullah Öztürk’ün yakınmasını dinliyordum.
Müthiş öfkeliydi Nurullah Bey...
Şu günlerde RTÜK’e çok büyük bir saldırı olduğundan yakınıyordu. AHaber’e kesilen cezalar üzerine başlayan ve RTÜK’ün kapatılmasından, yasa ile birlikte bütün üyelerin değiştirilmesine kadar giden ve Cem Küçük’ün başı çektiği kampanyadan dolayı rahatsızlığını dile getiriyordu. RTÜK’ün çemberin en dışına itilme tehlikesi Öztürk’ü öfkelendirmişti.
Cengiz Er’e ünlediğim nağmeler çınladı kulağımda.
“Köşeyi dönsem ölüm
Düz gitsem hayat
Gölgeler içindeyim”
Hadi çemberin en dışında kalmayayım da, gündeme dalayım düşüncesiyle Öztürk’ün öfkesini karşıladım;
“Problem eleştirilerde değil, üslupta” dedim. “Ben yazacak olsam edebî üslûbu muhafaza ederek çok daha ağır şeyler yazardım. Cem Küçük’ün yazdıkları arasında çok doğru olanlar var. Bana göre şu haliyle RTÜK; işlevsiz, atıl, yapması gerekeni yapmayan, yapmaması gerekeni yapan, faydasından çok zararı olan içi boş bir kurum. Ancak bunu söylemenin bin türlü yolu var, mevcut üslup yanlış!”
Üslubun yanlışlığı doğruyu yok etmiyor fakat gölgeliyor. Gazeteci bir şahit nazarıyla gördüğünü olduğu gibi aktarması gerekirken; kendisini hem avukat hem savcı hem yargıç hem de infaz memuru yerine koyarak, yaslandığı duvarın gölgesini kendi cesameti zannedip çizgi film karakteri He-Man gibi “gölgelerin gücü adına” kalem sallıyor.
Hoş bir sallanma değil bu.
Doğruları yanlış üslupla savurmak, neticede yanlışı savunma mecburiyetine savurur.
Savuran savursun, lâkin daha fazla savrulmaya lüzum yok.
Evet...
RTÜK; muzır neşriyata mani olarak yayıncılıkta düzen sağlamak üzere oluşturulmuş bir kurum olmasına rağmen, üyelerinin TBMM’deki siyasi partilerin sandalye sayısına nisbet edilerek seçilmesi yüzünden, esası çürüyüp kendisi muzır hale dönüşmüş bir yapıdır şu an.
Peki, kabahat RTÜK’te, RTÜK üyelerinde yahut bürokratlarında mıdır?
Elbette hayır!
Siyaset; muzırların en muzırı olan mevcut anayasa yüzünden faydacılıktan kurtulup hak temeline oturmadığı için, Meclis’teki koltuklar RTÜK’e üye seçilenlerin dimağını, aklını, vicdanını, iz’anını gölgeler içinde bırakıyor.
Sadece onları mı?
Bizi de...
En büyüğünden, en küçüğüne kadar, hepimizin gecenin en siyahında, çemberin en dışında, her köşenin ölümle burun buruna getirdiği en çıkmaz sokakta, topyekun çığlık atsak sessiz, sussak yine çaresiz, gölgeler içinde düz bir hayata mahkum kalışımızın biricik sebebi bu.
Lanet olsun mevcut Anayasa’ya!
Devlet ve onun üzerinden kurumları tanrılaştıran, kurumların gölgesini kendi cesameti zanneden cüceleri tanrılık sanrısına sürükleyen darbeci tiranlık anayasası; hak kavramını merkeze oturtarak değerleri önceleyip insanı yücelten tamamen sivil, yepyeni bir anayasa ile değiştirilmedikçe asla gerçek mânâda toplum olamayacağız, herkes kendi aynî, nakdî yahut itibârî menfaati etrafında cem olmaya devam edecek, problemler büyüdükçe büyüyecek ve fakat biz hep küçük kalacağız!
Kabahat Cem Küçük’te de değil...
Kimse kimseye bir başkasını şikayet etmesin!
Tıpkı Yedi Güzel Adam dizisinin laf sokucu karakteri Emine’nin sırtındaki kambur gibi, Cem Küçük’ün üslubundaki nezaketsizlikten de sorumlu olan Ruh Bükücü Anayasa’dır...
Üstümüzdeki gölge onun gölgesi, gecenin en siyahında bizi çıkmaz sokaklara sürükleyip, çığlığımızı sessiz, susmamızı çaresiz bırakan şu kahrolası sistem değişmedikçe, bütün kurumlarımız RTÜK, hepimiz Cem Küçük olarak kalacağız!
Üzgünüm Leylâ!

Diğer Yazıları