Sana güvenmem için bir neden söyle
İlk not: Bu bir siyaset yazısı değildir.
CHP kurumsal iletişim anlayışını güncellemiş.
İletişim güncelleme ister, yapılan doğru.
Kurum kimliği sloganı ile kampanya sloganları ayrı değerlendirilir.
Kurum kimliği sloganı uzun vadede değişir, kampanya sloganları ise kampanyadan kampanyaya değişebilir.
CHP’nin yeni sloganı “Kendine güven” olmuş.
Kurum kimliği sloganı desem değil, kampanya sloganı desem değil.
Büyük olasılık Mustafa Kemal’in biçare halka güven aşılayan konuşmaları referans alınmış.
“Türk, öğün, çalış, güven” misali.
Paşam o konuşmaları yaptığı sırada dünyadaki bilgi bu kadar çok değildi ama O’nun ortama, insana, zamana dair bilgisi en üst düzeydeydi.
Üstelik o köprünün altından çok sular geçti.
Konu beni ilgilendirmiyor.
Beni ve okurumu ilgilendiren yanı, iktidara alternatif bir partinin yeni zamanları analiz etmekten uzak hali.
Yeni zamanlarda “güven”, altın sözcük.
Ve fakat. Güvenin yönü, CHP yönetiminin baktığı tarafa bakmıyor.
Günümüz bireyinin/seçmeninin güven tutumunda iki sorun alanı var;
Birincisi insanlarda ve özellikle de ilk kez oy verecek gençlerde “kendine güven”, yüksek düzeyde.
Kendilerine o kadar güveniyorlar ki, eleştirileri bile “linç” kabul ediyorlar.
Hastalıklı ve içi boş ama var mı, var.
İkincisi, yeni zamanlarda insanlar, “Bana güven” diyecek kişi ve kurumlara yönelirler, “kendine güven” diyenlere değil.
“Bana güven” diyen kişi ve kurumlar, aldıkları tutumlarla bu mesajın altını doldurmak zorundalar.
Bu bir siyasi parti, bir lider de olabilir, bir şirket bir kurum da.
Diyorlar ki “yeni zamanlarda iletişim yönetmek zorlaştı.” Zorlaşmadı, “bilgi”yi kullanabiliyorsanız.
Ve fakat hata, yeni teknolojiler nedeniyle bilgiye boğulduk sanmakla başlıyor.
Boğulduğumuz şey bilgi değil, bilgi çöplüğü.
“Bilgi toplumu”nun oluşacağı sanılırken “enformasyon toplumu” oluştu diyoruz biz, işin yoksa ikisi arasındaki farkı anlat.
Siz siz olun, süslü bir tepsiyle önünüze konan yemeğe hemen dalmayın. Malzemesinden aşçısına sorguladıktan sonra kaşık sallayın.
“Güven” neden altın sözcük sanıyorsunuz? Sağlıklısı nadir bulunuyor da ondan.
TÜRK ORDUSU PROFESYONELLEŞİRKEN
TSK’nın profesyonelleşmesi üzerine çalışmalar sürüyor.
Yasalar, yönetmelikler gözden geçiriliyor.
2007’de “Tanklar ve Sözcükler”de yazdığım gibi, TSK’nın iletişim yönetiminin de bu profesyonelleşme içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
“İletişim subayı” tanımı, görev süresi, özellikleri üzerine kafa yorulsa doğru olur.
Mesela, “psikolojik harekât” diyorsanız, özünde iletişimden söz ediyorsunuz demektir.
BANA TEZİNİ ANLAT, SANA KİM YAZDI SÖYLEYEYİM
Lisansüstü programlarda (master ve doktora) yazılan tezlerin üçte biri parayla yazılıyormuş.
Bunun adı bilimin sefaletidir.
Nedenleri ise;
Üniversite açmanın, üniversiteye fakülte açmanın patates ekmekten daha kolay hale gelmesidir.
Merkezi sistemle aday öğretim üyesi alınmasıdır.
Akademik yükselmede eser puanlarının eserin niteliğinin önüne geçmesidir.
Akademisyen değerlendirmelerinin ilk aşaması dahil, mülakatların kaldırılmış olmasıdır.
Danışman hocaların üzerlerine kaldıramayacak kadar tez çalışması alıp çoğunu okumadan değerlendirmeye almasıdır.
Akademik jürilerde “Bizim oğlan, bizim kızım” kategorisinden akademik namusa aykırı geçer not verilmesinin çoğalmasıdır.
Dokunmayın bana, derdim çoktur.
MEDYAMIZIN ORYANTAL DANSI
Spor spikerliği yapan Hande Sarıoğlu yaptığı oryantal dansı sosyal medyadan paylaşınca Habertürk’ten kovuldu.
Habertürk de bu tavrıyla kocaman bir alkışı hak etti.
12 Ekim 2020’de bu köşede “Kimler sosyal medyada kafasına göre takılamaz?” sıralamıştım. Aralarında gazeteciler de vardı.
Bir kuruma bağlı çalışan herkes, sosyal medyada kafasına göre takılamaz. Nokta.
Habertürk’ün sosyal medya kullanımıyla ilgili sadece Hande Hanımı değil çalışanlarını uyardığını biliyorum.
Her kurum çalışanlarının sosyal medya kullanımıyla ilgili kurallar koyabilir, koymalıdır.
Bunun ifade özgürlüğüyle ilgisi yoktur. Bazı meslekler mesai saati içine hapsedilemez.
Gazetecilik, öğretmenlik, doktorluk vb. tam zamanlı işlerdir.
Bu konuda zaten işlevsiz kalan meslek örgütleri üç maymunu oynuyor.
Medya kurumları çalışanlarına “uyulması gereken ilkeler” hatırlatması yapabilir.
Üç ay önce BBC, gazetecilerine emojiyle olsa dahi sosyal medyada görüş belirtmelerini yasakladı.
İÇİMDEKİ SES
Bir, Doğu Anadolu fay hattı harekete geçmiş. Her an bir deprem olabilir.
İçimdeki ses, o fay hattı üzerindeki belediyelerin işi gücü bırakıp depreme dayanıklılık çalışmaları yapmak yerine, deprem çadırı derdine düştüğünü söylüyor.
İki, TBMM Başkan vekili Celal Adan trollere, Özhaseki ise HDP’ye oy verenlere bela okudu.
İçimdeki ses, siyasette bela okumanın çaresizlik göstergesi olduğunu söylüyor.
Üç, Kemal Bey Gara şehitleri hakkında “Beş soru sordum” diyor.
İçimdeki ses, siyasal iletişimde iki ya da üç soru sormanın daha etkili olduğunu söylüyor.
Dört, Gürsel Tekin’in İstanbul’un sorunlarına olan büyük ilgisi, Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanı olursa kendisi de belki Belediye Başkanı olur düşüncesinden kaynaklanıyor olabilir.
İçimdeki ses, ülkemizin uzun dönemli plan yapmak için en yanlış yer olduğunu söylüyor.
Beş, Brezilya’da bir kasabada tüm yetişkinler aşılanarak aşıya dair bir alan araştırılması yapılıyor.
İçimdeki ses, bizde böyle bir araştırmanın kimsenin aklına gelmediğini söylüyor.
Altı, “Jaguara Dokunmak” kitabının yazarı John Perkins, “Şirketler ve politikacılar bir ölüm ekonomisi yarattı. Şimdi bunu yaşam ekonomisine çevirme zamanı” demiş.
İçimdeki ses Perkins’in havanda su dövdüğünü söylüyor.
Yedi, Alman basını Biontech ortağı Türk Uğur Şahin’i, bir aşıyı 54 Euro gibi fahiş bir fiyata satması nedeniyle eleştiriyor.
İçimden bir ses, ilaç firmalarının sözcülüğünü yapan DSÖ’nün ve Uğur Şahin’in pullarının döküleceğini söylüyor.
Sekiz, Elon Musk’ın annesi bir sabah kalkmış ve sormuş: “Türkiye’deki kadınlar ne yapıyor acaba?”
İçimdeki ses, annenin bize ilgisinin, bizim, oğlunun uzay mekiğine ödeyeceğimiz parayla bir ilgisi var diyor.
Dokuz, Özdemir Erdoğan’dan Alpay’a, ölümünün üzerinden yıllar geçen Zeki Müren’e laf etmeleri kendi bilecekleri iş.
İçimdeki ses, konunun habercilikte düzeysizliğin yükselişiyle ilgisi olduğunu söylüyor.
On, FB Teknik Direktörü Erol Bulut üst üste yenilgi alıyor. Daha göreve geldiği günlerde üst perdeden konuştuğunda “önce yap sonra konuş” yazmıştım.
İçimdeki ses, Fenerbahçe’de ömrünün haftalarla sınırlı olduğunu söylüyor.
KOKUNUN KEŞFİ
Süskind’in “Koku” kitabını bilirsiniz, bir katilin hikâyesi.
Al Pacino’nun oynadığı “Kadın Kokusu” filmini de bilir çoğumuz.
İkisi de hayli ses getirmişti.
Koklama duyusu, iletişim yönetiminde sanıldığından çok daha önemli bir yerdedir.
Koku, ülkemizde parfüm ve mağaza kokusuna hapsedilmiş olsa da dünyada öyle değil.
“Starbucks” markası mesela, tüm markalamasını kahve kokusuna dayandırır.
Koku, insanın duygusal yönlenmesinde ana unsurlardan biri.
Apartman girişinde gelen yemek kokusunun, ev kavramını bilinç altına yerleştirmesi.
Bebek gıdısının süt kokusunu sevmenin kendi bebekliğimize gitmesi gibi.
Şimdilerde MIT’de köpek burnunun koku alma özelliğinin cep telefonlarına uygulanması için çalışılıyor.
Heyecan verici değil mi?
AKLIMDA KALAN
Doğan Cüceloğlu’nun unutmadığım sözü: Geçen hafta Doğan Cüceloğlu’nu yitirmek hepimizi üzdü. Ortak üzüleceğimiz insan sayısı giderek azalıyor. Doğan Hoca herkesin şu soruyu sorması gerektiğini söylüyordu: “Yaşadığım kendi hayatım mı, yoksa başkalarının beklentilerinin gölgesinde mi yaşadım?” Bu ifade beni çok etkilemişti. Çünkü; Bu soruyu ömrün sonunda sormak trajedidir. Gençlikte sormak ise trajediye götürür. Soru, olgunluk zamanı sorusuydu. Kanımca, karar almanın en doğru zamanıdır olgunluk dönemi.