Saraydaki aşk dedikoduları
Sultan Abdülhamid diyor ki;
Nelerden şikâyetçi olmalıyız? Ne tür şeyleri eleştirmemiz gerekiyor? İnsan kaderinden kaçıp kurutulabilir mi? Aşkın ne karşı konulamaz bir güç olduğunu unutuvermek doğru mudur?
Âşık olduğu kadınla yalnız kaldığında güçlü iken zayıf düşmeyen erkek var mıdır?
Âşık olduğu bir kadınla yalnız kaldığında zayıf olmayan güçlü adam nerede?
Ve bazen hepimiz çılgınlıklar yapmaya muhatap değil miyiz? Aşk, kişi hangi rütbe ve şereftedir diye hiç bakar mı?
Aşk, annen ve baban ne diyecek diye sorar mı?
Aşk hiç akıl dinler mi?
Sultan Abdülhamid’in aşka dair yukarıdaki sözleri göz ardı edilecek kadar kıymetsiz değildir. Tarih, nice kral, hükümdar, padişah ve anlı şanlı kumandanların söz konu iptilaya müptela olduklarının yakın şahididir. Söz konusu iptilaların bazıları rivayet olarak kalasa da diğer bazıları hakikatin ta kendisidir.
Antuvan’ın Kleopatra, Baltacı’nın Katerina, Mussolini’nin ise Kılara için başlarını; İngiltere Kralı VI. Edward’ın ise Madam Simpson için tahtını vermiş olduğu hep yazılıp çizilmiştir.
Bir ara Avrupa kıtasına bütünüyle hâkim olmuş olan Napolyon Bonapart, Jozefin'in tüm ahlaksızlıklarını bilmesine rağmen, onu adeta bir tanrıça gibi görüp, ona tapar gibi bağlı kalmamış mıdır? Bütün acılarına rağmen gönlünde taşıdığı aşkın ıstırabına, zorla da olsa, katlanmamış mıdır?
Sadece Kral Edward yahut Napolyon Bonapart değil, esasen o koskoca Kanuni Sultan Süleyman da âşığı olduğu kanının her daim özlemini duyan tarihin görüp geçirdiği en büyük hükümdarlardan biri olmamış mıdır? Kanuni, meydanlarda kazandığı zaferler ve yaşadığı sevinçlere eş olarak gönlünde zapt edip durduramaya muvaffak olamadığı, bilakis her geçen gün büyüyüp içten içe kök salan aşkının o yakıcı suretteki ateş, ıstırap ve hicranlarını da yüreğinde duymamış ve yaşamış mıdır? Yaşadığı, maşukuna hasret kaldığı içindir ki o en güzel şiirlerini o aşka dair kaleme almıştır:
Sorma aşkın haletin Mecnun'a bir divanedir
Açma aşkın sırrını Ferhad'a kim efsanedir
Sor bana aşkın rumuzun sana takrir eyleyem
Can u baş terkin urur âşık heman pervânedir.
Kanuni aşkında yalnız da değildir. Hürrem’in de, gözü ve gönlü hasret ve muhabbet yüklü bir halde Canım Paresi Sultanım diyerek yazmaya başladığı o sevda yüklü mektupları da Kanuni’nin aşkı ve yazdıklarıdan hiç de geri değildir.
Veziriazam İbrahim Paşanın Hazret-i Canım ve Sevdiğim Gözleri Güzel hitabıyla Hatice Sultan’a gönderdiği mektuplar yahut Ruhşahım Hamid’in Sana Kurban Ola diyen Birinci Abdülhamid’in Ruhşah’a olan o derin muhabbeti de göz ardı edilmemesi gereken tarihi aşklar silsilesine dâhildir.
Feridun Fazıl Tülbentçi diyor ki; Sultan Abdülaziz 1867 yılında gerçekleştirdiği Avrupa gezisinde Elize Sarayı’nda Fransa İmparatoriçesi Öjeni’ye fena halde gönlünü kaptırmıştı. Gerçi bütün cihan Öjeni’nin letafet ve güzelliğine hayrandı. Kendini seyre dalanları teshir eder, bakışları ile onları büyülerdi.
Sultan Abdülaziz’in 1867 ziyareti kazasız belasız tamamlanmışsa da her iki taraf da birbirlerini büyülemiş ve gönülleri zehirlenmişti…
Aradan fazla bir zaman geçmeden Sultan ile İmparatoriçe yeniden birbirlerini görmüşlerdi.
Süveyş Kanalı açılışına katılan İmparatoriçe Öjeni açılış töreni akabinde, 1869 yılı Ekim ayı başında, İstanbul’a doğru hareket etmişti.
Yapımı yeni bitmiş Beylerbeyi Sarayı’nın tefrişatı gelmekte olan müstesna misafir için yeniden elden geçirilmişti. Nihayet Öjeni İstanbul’a gelmiş ve saraya yerleşmiş, izzet ve ikram görmüştü.
Rivayet o ki; akşam hava karardıktan sonra yedi çifte saltanat kayığı ile Beylerbeyi Sarayı’na giden Sultan Abdülaziz Öjeni ile saatlerce birlikte olmuş ve ancak sabaha karşı Dolmabahçe Sarayı’na geri dönmüştü. Öjeni’nin İstanbul’dan uğurlanması da fazlası ile abartılı bir şekilde tasvir edilmişti. Güya Öjeni’niyi taşıyan Egl vapuru gözden kayboluncaya kadar Sultan Abdülaziz altın üzerine pırlanta işlemeli dürbününü elinden hiç bırakmamıştı.
Feridun Fazıl Tülbentçi ve daha başkalarının kalemine konu olan bu tür anlatımların hakikat olup olmadığı bilinmese de Abdülaziz-Öjeni muhabbetine dair yazılıp çizilenler tarihin sayfalarında yerini çoktan almıştı.
Öjeni hikâyesinin gerçek olup olmadığına vakıf olunamasa da Sultan Abdülaziz’in 1863 yılında Mısır’a yaptığı seyahati sırasında methini çok işittiği ama yüzünü bir türlü göremediği Hıdiv İsmail Paşanın kızı Tevhide Hanıma hayran olması ayrı onun aşk hayatına dair ayrı bir hikâyeydi.
1866 yılında babası ile İstanbul’a geldiğinde Sultan Abdülaziz hakikaten müstesna bir güzelliğe sahip olan Tevhide Hanımın o uzun kirpikli siyah gözlerinden ve gözlerin cazibesinden kendisini bir türlü alamamış, o gözlerin sahibine doğru dalıp dalıp gitmişti. Tevhide Hanımı daha ilk örüşte sevmişti. Ancak Sadrazam Fuat Paşa, sadaretten azledilmesi pahasına da olsa, Abdülaziz ile Tevhide’nin evliliklerine, bir dizi siyasi bahaneler icat ederek, engel oluvermişti.
Rivayet o ki gönlünü her nasılsa bir İngiliz kızına kaptıran bir başka isim de Sultan Abdülaziz’den sonra tahta geçen ancak saltanatı fazla sürmeyen Beşinci Murat olmuştu.
Dönemin meşhur savaş muhabiri Frank Scudamore’un “A Sheaf of Memories” adlı eserinde ifade ettiğine göre Murat, Pera’da tuhafiyeci bir kadının alımlı, endamlı güzel kızına âşık olmuştu.
Pera Murat’ın uğrak yerlerinden biriydi. Bu İngiliz kızı ile onu kim ve nasıl tanıştırmıştı bilinmese de, İngiliz kız, bir müddet sonra annesinin Pera’da ana caddede bulunan dükkânına uğramaz olmuştu. Anne-baba önceleri büyük bir telaş yaşamışlarsa da bir süre sonra kızlarının gayet güvende olduğunu öğrenmişlerdi. Denir ki; şayet Murat’ın saltanatı uzun sürmüş olsaydı, kimsenin pek bilmediği, evlenip iki de oğlunun olduğu bu hanımı dolayısıyla, Osmanlı tahtı yarı İngiliz idaresine geçmiş olacaktı.
Sultan Abdülhamid’den sonra tahta geçip padişah olan Reşat Efendi Abdülhamid’in saltanatı yıllarında gözetim altında tutulmuştu.
Yıldız Sarayı’nda murakabe altında olan Reşat Efendinin bahçe kapısından dışarı çıkması yahut izin almadan sarayı terk etmesi dahi mümkün değildi. Her daim nöbetçiler, haremağaları ve daha başkaları onu takip etmekteydi. Ancak gerçekçi bir şahsiyet olmakla birlikte Reşat Efendi Boğaz’da kayık sefası sırasında karşılaşıp tanıştığı bir İngiliz kızına nasıl olmuşsa olmuş âşık olmuştu. Tanışmalarından daha bir hafta sonra bu İngiliz kıza evlenme teklifinde bulunmuştu. Hadiseyi öğrenen Sultan Abdülhamid, yeşeren tomurcuğun büyüyüp gonca gül olmasına fırsat vermemiş, İngiliz kızın İstanbul’u derhal terk etmesi emrini vermişti.
Sultan Reşat’ın ölümü üzerine Osmanlı tahtının yeni sahibi Vahdeddin olmuştu. Dönem Birinci Dünya Savaşı’nın son demleriydi. Osmanlı Devleti tam bir gaile içerisindeydi. Askerler cepheden cepheye koşmakta, canlarını aziz vatan için feda etmektelerdi.
O tarihlerde 61 yaşında olan Sultan Vahdeddin, emrinde çalışan bir bahçıvanın henüz 19 yaşındaki muhteşem güzellikteki kızına gönlünü kaptırmış, âşık olmuştu. Saray’da temizlik yapmakta olan Nevzad adlı kızı ve kızın o müstesna güzelliğini fark eden Vahdeddin, padişah da olsa, kendisini şahit olduğu o güzellikten çekip kurtaramamıştı. Ertesi gün sarayda büyük bir hareketlilik yaşanmış, Vahdeddin’in evleneceği haberleri ağızlarda konuşulmaya, kulaktan kulağa dolaşmaya başlamıştı. Ama kimse onun bir bahçıvanın kızı ile evleneceğini ne düşünmüş ne de akıl edebilmişti. İki gün sonra bir bahçıvan kızı olan hizmetli Nevzad bir Sultan hanımı olmuş, kendisi için hususi surette hazırlanmış olan evinin hatırı sayılır kadını haline yükselmişti. Bütün bu olup bitenler ise çevreye ve harici dünyaya, Sultan Vahdeddin’in geleneklere uygun olarak genç bir kızla evlendiği şeklinde duyurulmuştu. Ancak sevda yüklü iki gönlün birlikteliği uzun sürmemiş, aralarına hasret girmiş, Sultan Vahdeddin İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalmıştı.
Gurbet günlerinde kendisinden ayrı kaldığı Nevzad’ının aşkına doyamamış ve hasretine dayanamamış olan Vahdeddin, ona bir mektup göndermiş ve: Yanıma gel Nevzad, ihmal etme. Sensiz yaşayamıyorum diye seslenmekten kendisini alamamıştı.
Sultan Abdülhamid söylediklerinde galiba haksız değildi:
…İnsan kaderinden kaçıp kurutulabilir mi?
Aşkın ne karşı konulamaz bir güç olduğunu unutuvermek doğru mudur?
Âşık olduğu kadınla yalnız kaldığında güçlü iken zayıf düşmeyen erkek var mıdır?
Âşık olduğu bir kadınla yalnız kaldığında zayıf olmayan güçlü adam nerede?
Ve bazen hepimiz çılgınlıklar yapmaya muhatap değil miyiz?
Aşk, kişi hangi rütbe ve şereftedir diye hiç bakar mı?
Aşk, annen ve baban ne diyecek diye sorar mı?
Aşk hiç akıl dinler mi?