Sayım Çınar, Sezgin Kaymaz ile yeni kitabı 'Farfara'yı konuştu

On beşinci kitabıyla bir kez daha Sezgin Kaymaz okurları sevindirdi. Yazar bu kez Farfara ile karşımızda. Bir köpek yavrusunun izinde birbirinden çok farklı görünen insanların barışma hikayesine de tanık oluyor okur romanda, masum aşka da, gerilim ve fantastik hikayelere de… Üstelik başrolde en çok Ankara var, Ankara’nın arka sokakları, Ankara’nın bitirimleri, belalıları, Ankara’nın incelikli, zarafet ustası hanımefendileri var… Sayım Çınar, Sezgin Kaymaz ile yeni romanını, yarattığı yeni dünyayı, hayvanlar ve insanlar alemini konuştu.

Röportaj: Sayım Çınar / [email protected]


- Sizi "Bakele" adlı öykü kitabınızla tanıdım, devamında "Bugün Bize Kim Geldi"yi, sonrasında da romanlarınızı okumaya başladım. Şimdi "Farfara" adlı romanınızla okurlarla buluştunuz, öykü kitaplarınızın ardından roman kaleme almak nasıl bir duygu?

Aslında hikâye kitabı yazmıyorum hiç. Zaman zaman ilham gelir, aklıma eser de yazarsam eşe dosta, bilhassa da mektupkardeşlerime hediyeten gönderdiğim hikâyeler bir kenarda birikip gidiyor. "Aa, amma da çok olmuş!" dediğim noktada oluyor, ne oluyorsa. Ziyan olmasın, dostlarım okumuş ve hoşlanmışlardı, kitap dostları da okusun diyorum. Yani hikâye kitabına dönüşen birikim bu birikim.

Hâl bu olunca bir romancıdan öte pek bir şey kalmıyor benden geriye. Kendimi aslen romancı saydığım için de roman yazmak bana kendi sahamda, kendi seyircim önünde rahat rahat top koşturmak gibi geliyor. Hiç yadırgamıyorum; şımarıyorum bilâkis.

“FARFARA, BANA KALIRSA HERKESİ AYNI ANDA SEVİNDİRECEK, MUTLU EDECEK BİR ROMAN.”

- "Farfara" kapağıyla, arka kapak yazısıyla, tanıtımıyla bol maceralı, enerjik bir hikayeyi müjdeliyor. Neler bekliyor okuru "Farfara"da?

Sevincin de kederin de başka başka hâlleri, formları vardır; bana sevinç veren şey size hüzün verebilir. Ve denklem genellikle de böyle işler. Bütün insanlığın aynı anda sevindiği şeyler çok azdır. Mutlaka biri üzülmelidir ki bir diğeri sevinsin. Farfara, bana kalırsa herkesi aynı anda sevindirecek, mutlu edecek bir roman. Üzülmeye, kederlenmeye, hadi indirim yapalım, azıcık da olsa hüzünlenmeye yer bırakmayacak kadar oynak, kıvrak. Neşeli bir Ankara turu bekliyor okuru. Romanın dokusunda alttan alta zülfiyâre dokunup "tüh, vah" dedirtecek hüzün potansiyeli hep var olmasına rağmen, gene de hüzünlemeyecek hiç kimse; kimsenin burnunun direği sızlamayacak.

Kısacası, büyük bir şenlik ateşi yakıp etrafında oynuyor Ankara: Oy Farfara, Farfara.

rtlkhtrhrjfrg56y6

-Başrolde bir köpek yavrusu var. Fikir nasıl doğdu?

Birkaç sene var; Hülya bir kış sabahı servise yetişmeye çalışırken çamur birikintisinde debelenen ufak bir şey görmüş. Boğulmakta olan bir lâğım faresi sanmış bu şeyi, eğilip suyun kenarına çekeyim de boğulmasın demiş. Ancak çevirince onun lâğım faresi değil, ağzı burnu enfeksiyondan erimiş, çenesi yana kayıp kilitlenmiş, gözleri taşlaşıp kapanmış, donup ölmek üzere olan bir kedi yavrusu olduğunu görmüş. Hemen alıp veterinere götürmüş, "Ölür bu!" demişler, "Olsun, uğraşın siz!" demiş. "Sabah sabah karşıma çıktığına göre vardır bir bildiği."

Sahiden de varmış.

O yavru yaşadı, iyileşti, büyüdü. Neredeyse minyatür bir Sibirya Kaplanı çıktı karşımıza. Orta boy bir köpek büyüklüğünde, devâsâ, çok yakışıklı bir kedi oldu ve bizim evdeki köpekleri kedilerden daha çok sevdiği için kendini köpek zannetmeye başladı. Adını "Hakan" koyduk. Bir havlaması eksik.
Sokakta ölmek üzereyken bulunmuş bir hayvan, bir kere daha insanlık öğretti bize. "Kafanızı öteye çevirmeyin; görün." dedi.

Sanıyorum aynı gündü, benim aklıma sokakta ölmek üzereyken bulunmuş bir köpek yavrusu düştü. Yazmaya oturduğumda da hep oradaydı; hiç çıkmadı aklımdan. Sokak köpeğiydi sözde ama kendini sosyete köpeği zannediyordu. Veya sosyete köpeğiydi ama başkaları onu sokak köpeği zannediyordu.
Yazmaya başladım; ilerledikçe sûretler tanıdıklaştı, yüzler âşinâlaştı. Bir de baktım meğer Lucky'nin yavrusuymuş bu.

Devam ettim, ortaya Farfara çıktı.

Yani fikri Hakan ilham etti. Biz onun kaderine etki ettiğimizi zannediyorduk, o çamurun içinden çıkıp geldi roman yazdırdı bana, bizim kaderimize hükmetti.

gtrlghtrhj5tj

“VİZE ŞARTLARIMIZ BELLİ: YARDIMA İHTİYACI OLACAK. BUYURSUN GELSİN O ZAMAN.”

- Tüm kitaplarınızda, sizin deyiminizle, hayvanlar alemi önemli yer kaplıyor. Peki siz kedici misiniz, köpek insanı mı?

Ne oyum, ne bu. Yerine, şartlara ve elimdeki imkânlara göre muhtaç olana bir biçimde uzanmaya çalışan biriyim. Bazen kedi oluyor karşımıza çıkan, bazen köpek. Vize şartlarımız belli: Yardıma ihtiyacı olacak. Buyursun gelsin o zaman.

- Roman Ankara'da geçiyor. Son yıllarda Ankara edebiyatı yükselişte gibi görünüyor, neye bağlıyorsunuz bu durumu?

Neye bağlamam gerektiğini bilmiyorum ama seviniyorum. Edebiyatın Ankara'sı, İstanbul'u olmamalıydı zirâ, ama çok uzun zaman böyleymiş gibi yürüdü işler. Yeşilçam filmleri gibi tıpkı; içinde İstanbul olmayan edebî metinler yok farz edildi. İnce Memed gibi, Yılanların Öcü gibi mükemmel istisnâlar da kaideyi bozmaya yetmedi bir türlü. Şimdi, şimdi bozulmaya başlamışsa bu iyi bir şeydir; edebiyat evrenseldir çünkü.

kfuerg45yhyu6

- İç Anadolu hikayelerinizde de romanlarınızda da önemli bir yere sahip. Ne hissettiriyor size bu coğrafya?

Yaşanan şeyler üç aşağı beş yukarı dünyanın her yerinde aynı gibidir, ama aslında yüz bin kişinin başına gelen birbirinin tıpatıp aynı yüz bin olay, yüz bin başka olaya kapı açar; bu bakımdan da her biri bambaşkadır, eşsizdir. Beş yaşımdan on sekiz yaşıma kadar bozkırın harman olduğu yerde yaşamışım; Konya'da. On üç sene kısa bir zaman değil; hele onca ayın yılın içini çocuk olarak doldurmuşsanız. Çocukluğum dökülüp geliyor bazen parmaklarıma, o zaman bakıyorum Konya'yı yazmaya başlamışım. Gençliğimin hayhuy stajını Ankara'da yaptım; gençlik denince de Ankara dolanıyor başımda. Sonrası her yer, spordan dolayı bütün Türkiye, bütün dünya. Ne zaman ne çıkacağını, aklıma neyin düşeceğini bilemiyorum, ama dekorun İç Anadolu olduğu hikâyeler - romanlar daha bir ağır basıyor bende sanki. Bu coğrafya iyi hissettiriyor bana kendimi. Evimde hissettiriyor.

- Aynı romanda birden fazla şive kullanıyorsunuz, zorlayıcı bir yazma deneyimi değil mi bu, yazı diline konuşma dilini yansıtmak nasıl bir deneyim?

Benim romanlarımda Konyalı'nın İstanbullu gibi konuşması pek mümkün değil, haklısınız. Edebî metinler ne kadar harf dolu olursa olsun, bir o kadar da ses dolu, görüntü dolu çünkü. Sadece meramınızı anlatmak için değil, olanı biteni de tastamam ve noksansız anlatmak istiyorsanız bir sokak çocuğuna Zeki Müren Türkçesi konuşturmamalısınız; olmaz, yakışmaz, uymaz, doğru gelmez. Bana gelmediği çok açık zaten. Bu yüzden, gelen görüntüye bakıyorum, ondan çıksa çıksa öyle bir ağız çıkar, böyle bir şive çıkar deyip devam ediyorum. Ya da tam tersi, o adam öyle konuşuyor, ben sadece dinleyip kaleme alıyorum. Bu bakımdan hiç zorlamıyor beni bu üslûp. Tersini yapmaya kalkıp ortalama bir dille yazacak olsaydım zorlanırdım. O kesin.

- Ankara'nın farklı tabakalarından, sınıflarından insanlar bir köpeğin etrafında, Luki'nin patilerinin gölgesinde birleşiyor. Bir köpek kaç insanın hayatını değiştirebilir gerçekten?

Bizim görmüyor olmamız sonuca etki etmez; insan olsun, hayvan veya eşya olsun, her şey her şeyi, herkes herkesi başkalaştırır. Bu böyledir. Ağızdan çıkan veya çıkmayan her söz, yapılan veya yapılmayan her iş bir katalizördür, hayatın kimyasına dahil olur ve bütün seyri değiştirir. Bu değişimde bütün varlıklar eşit söz sahibidir. Bunu görebildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum.

Lucky'den örnek vereyim size. Otuz iki yıl önce hayatımıza dokunmuş bir candır o köpek. Öldü gitti, ama başlattığı reaksiyonlar zinciri gitmedi, bitmedi. Sorunuzun cevabını da vermiş olayım böylece: Biri sizin hayatınızı değiştirdi, siz gittiniz başkasının hayatını değiştirdiniz, o başkasının, o başkasının... Nerede biter?

- Hem romanlarınızda, hem öykülerinizde baskın, güçlü, zor kadınlar var, erkekler ise daha şaşkın, daha çocuk sanki. Kahramanlarınızı nasıl şekillendiriyorsunuz?

Ben roman ve hikâye kahramanlarına format atmıyorum hiç; onlar nasıl olmak istiyorlarsa öyle oluyor, ne yapmak istiyorlarsa onu yapıyorlar. Çok rahatım; işlerine karışmadığım için başlarına gelenden de ben sorumlu değilim. Oh. Benden iyisi yok.

Kadın ve erkek karakterlerin farkına gelince... Ben biraz anaerkil olabilir miyim acaba? Taraf tutuyor olabilir miyim?

Olabilirim; farkında değilim.

- Zor günlerden geçiyoruz toplum olarak, dünyada da işler pek yolunda gidiyor gibi görünmüyor. Edebiyata sığınmak, iyi öykülere sığınmak romantik bir bakış mı, edebiyatın iyileştirici ve harekete geçirici gücüne inanıyor musunuz?

Buna ister romantik bir bakış diyelim, ister şifâlı metinlerin iyileştirici gücü; ikisi de şart, ikisine de hayat - memat derecesinde muhtacız. Ana kucağı gibi bir şey çünkü edebiyat. Dışarıda kıyâmet kopar, bebek anasının kucağında âdetâ sermesttir, zevk, mutluluk ve güven sarhoşu gibidir, varsa yoksa o kucak, dünya umurunda değildir.

Çaresizlikler karşısında kim bu denli yatıştırıcı bir kuytu aramaz?

İşte edebiyat budur; onsuz yaşayamayacağımız ana kucağı.

- Sırada neler var, neler yazıyorsunuz bu aralar?

Oldukça tuhaf, benden bile fantastik bir romanla cebelleşiyorum. Hikâyeler de aklıma estikçe yazılıp konuluyor kenara. Bakalım ne çıkacak.

vertlkgtrhrh

Sayım Çınar, Sezgin Kaymaz ile yeni kitabı 'Farfara'yı konuştu ile ilgili etiketler Ankara Sayim çınar sezgin kaymaz farfara roman
GÜNÜN VİDEOSU

Diyarbakır'da üzücü olay: Yolda yürürken bir anda yere yığıldı! Gerçek sonradan ortaya çıktı...

Diyarbakır'da bir vatandaş, kaldırımda yürüdüğü sırada kalp krizi geçirerek yola yığıldı. Hastaneye kaldırılan vatandaş, tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.