Selahattin Duman'dan geriye bu satırlar kaldı
Türk medyasının önemli isimlerinden gazeteci Selahattin Duman bu sabaha karşı hayatını kaybetti. Geçtiğimiz temmuz ayında büyük bir trafik kazası geçiren Duman'ın vefatı sevenlerini yasa boğdu. Duman, geçtiğimiz günlerde başından geçen korkunç kazayı kaleme almıştı. İşte Selahattin Duman'dan geriye kalan o satırlar...
Usta gazeteci Selahattin Duman bu sabaha karşı hayatını kaybetti. Geçtiğimiz temmuz ayında çok büyük bir trafik kazası atlatan Duman, bir süredir sağlık problemleri yaşıyordu.
Selahattin Duman, geçtiğimiz günlerde direksiyonda uyur vaziyette geçirdiği feci trafik kazasını ve sonrasında hastanede yaşadıklarını Oksijen'de anlatmıştı...
İşte Duman'ın o yazısı...
Jandarmanın ölü muamelesi yaptığı, üzerimi havlu ile örttüğü ceset torbasını sonradan doldurmak üzere asfaltın üzerinde hazır ettiği bencileyin, Söke’den beri doyamadığım uykunun kucağındayım.
Vücut işaretini vermiş, ben anlamamışım. Gündoğan kavşağında yeşil ışığın yanmasını bekliyordum. Kavşağı dönüp İzmir yoluna gireceğim. Arabamın kapıları kilitli. Emniyet kemerim takılı.
Birden ön cama vuran tokat, yumruk darbeleri ile şuurum açıldı. Önümde, arkamda, sağımda, solumda ne kadar araç varsa durmuş; sürücüleri inmiş, bana uyandırma operasyonu çekiyorlar.
‘’Abi doktor çağıralım mı?’’
El kol hareketleri ile doktorluk işim olmadığını anlatmaya çalıştım. Son derece şuurlu olduğumu göstermek için bilgece gülümsedim, dağıldılar. Yola koyuldum.
***
Söke’ye kadar olaysız geldim. Toplu alışveriş merkezlerinin önünden geçerken ‘’Şu Söke’yi bir geçsem, gerisi kolay’’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Gerisi bende silinmiş.
Söke’yi nasıl geçtim, Selatin Tüneli’ne nasıl girip çıktım, Selçuk’u ne zaman geride bırakıp da teee Tire’ye kadar nasıl geldim, hiçbir fikrim yok.
Gözümü açtığımda ilk algıladığım manzara, arabanın ‘’buruşturulmuş kese kağıdına dönmüş’’ görüntüsü oldu. Jandarma araçları, ambulans, gelip geçen meraklı sürücüler ve bir de dostlarım Hilmi ve Serap Kayhan’ın şoförü Ali’nin gülen sıfatı.
Allah razı olsun Ali’den. Ne kadar saçılan, dağılan eşyam varsa sahip çıkmış. Kendi arabasına yüklemiş. Sadece bagajda dört şişe viski vardı, onlara bir şey yapamamış. Viski kokusu bütün otobanı sarmış. Jandarmaların başı bizim Ali’ye ‘’Maşallah babaya. Çok sağlam içiciymiş’’ diyerek Jandarma Genel Komutanlığı’nın hakkımdaki resmî görüşünü açıklamış.
Bereket hastanedeki tahlillerde kanımda bir damla bile alkol çıkmadı. Yoksa sigortadan beş kuruş alamazdık.
Dikkatli bir çift göz
İçki konusunda günahımı alan Jandarma’nın hakkımdaki ikinci yanılgısı ‘’yaşayıp yaşamadığım’’ konusunda oldu. Direksiyonda, geriye kaykılmış yatan naçiz vücudumu meraklıların bakışlarından korumak için beyaz bir havlu ile örtmüşler.
Sonradan içine tıkılacağım ceset torbası ise yerde sırasını bekliyor. Tam o sırada yolun gidiş yönünde bir özel araç duruyor. Sürücüsü ise arkadaşım Yelda’nın oğlunun arkadaşı. Kazayı yapanın Selahattin Duman olduğunu öğrenince arabanın başına kadar geliyor. O sırada kolumun oynadığını görünce ‘’Hey! Bu ölmemiş’’ diye bağırıyor.
O sayhadan sonra benim için yeni bir hayat başlamış oldu. Kendime geldikten sonra beni anlamsız bir gülme tuttu. Bir kazadan çıktığımı idrak ediyorum ama zihnimde tek kare yok. Ali bir şey söylüyor, gülüyorum. Jandarma bir şey söylüyor, gülüyorum. Neye güldüğümü, neden güldüğümü kendim de bilmiyorum.
Ali ‘’Abi’’ dedi. ‘’Şimdi biraz sıkı dur, seni buradan çıkarıp ambulansa geçireceğiz.’’
Dört jandarma askeri beni dikkatlice karga tulumba yüklendiler. Sol kolum kırık olduğundan, sağ elim de parçalandığından ben ‘’nakliye işine’’ katkıda bulunamıyorum. Beni dikkatlice ambulansa taşıyıp bindirdiler. Yola çıktık, menzilimiz 40 kilometre ilerideki Tire Devlet Hastanesi.
Beni önce yoğun bakıma yatırdılar. On dakika geçmedi, doktorlar geldi. Biri ‘’Abi’’ dedi, ‘’Seni İzmir’e gönderiyoruz.’’
Meğer Zülfü Livaneli İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’i aramış. Durumu anlatmış. O da Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Araştırma Hastanesi’nde bakımımı ayarlamış. Kendisine minnettarım.
***
Artık başıma ne geldi farkında değilim. Benim, aort anevrizmasından yana dertli olduğumu nasıl keşfetmişler, hiç anlayamadım.
Aort dediğin damar pankreas zarının altında ikiye ayrılıp bacaklara gidiyor. Damarın enine genişlemesi ise sorun, yırtıldı mı kurtuluşun yok.
Benim aort damarım, enden 9,5 santim olmuş. Genişlemede dünya rekoru. Mübarek, Dicle ve Fırat’ın birleşip körfeze aktığı Şattül Arap Deltası gibi olmuş. Ya da Nil Deltası’ndan biraz hallice.
Ameliyatımı Doçent Dr. İsmail Yürekli yapmış, yani direksiyonun başındaki o. Anestezi uzmanı Nagihan Altıncı Karahan da yandan gaza basmış. İsmail Bey kız kardeşimin liseden öğrencisi, Nagihan da okey arkadaşı. Ekip sağlam yani.
Sonradan öğreniyorum ki bu kazayı geçirmesem, ameliyat edilmesem iki üç aylık ömrüm var. Bunları anlatırken demeye getiriyorum ki kaza hakkımda hayırlı olmuş. Beni muhtemel bir ölümün eşiğinden döndürmüş.
Ameliyata 11.00 sularında girmişim, akşam 17.00’de çıkmışım. Nagihan beni ertesi sabah 08.00’e kadar uyutmuş. Ben uyurken ortopedistler de gelip kırık koluma ilk müdahaleyi yapmışlar.
Ayıktım, kesici aletlerin kemiğe temasını ve çıkardığı kırt kırt sesini hissediyordum. Daha sonra Prof. Dr. Cem Nazlı’nın hakkımda yazdığı raporu okudum. Tek kelimesini anlamadım. Çözebildiğim kadarı ile bugün yarın ölmeyecektim."
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN