Selçuk Özdağ: "Ceylan gözlü" bize ihanet etti!
SuperHaber röportaj editörü Hülya Okur, Türk siyasetinde, ekonomisinde önemli gelişmelerin yaşandığı şu günlerde, 12 Eylül'de aylarca cezaevinde kalan, tam 37 gün işkence gören, AK Parti'den 24. 25. ve 26. dönemlerde Manisa Milletvekili olarak parlamentoya giren, TBMM'de önemli görevler üstlenen Doç. Dr. Selçuk Özdağ ile MHP'nin af teklifinden, 15 Temmuz darbesine; ekonomik kumpaslardan, MİT'in Lazkiye operasyonuna; 12 Eylül'den Ergenekon'a kadar merak edilen birçok konuyu konuştu.
Türk siyasetine "Ülkücü" kimliği ile 12 Eylül öncesi bir genç olarak girdi Selçuk Özdağ, 12 Eylül'de 6,5 yıl hapis yattı. Hapis öncesi tam 37 gün gördüğü işkence de cabasıydı. 12 Eylül'de "Kendileri bayrak asarken, orak çekiç asanlarla aynı muameleyi gördüklerini" söyleyen Özdağ, kırgınlığını, "Uğruna her şeyimizi feda ettiğimiz 'ceylan gözlü' bize ihanet etti." sözleri ile anlattı Hülya Okur'a....
AK Parti'de 24, 25 ve 26. dönemlerde Manisa Milletvekili olan, Genel Başkan Yardımcılığı görevi üstlenen Özdağ, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında yeğenini şehit verdi. O gün önce Çankaya Köşkü'ne koşan, sonra Meclis'te darbecilere direnen Özdağ, o gün için, "Esas darbe 15 Temmuz değildir. 15 Temmuz son bir hamledir, harakiridir. 17/25’teki dik duruş, Recep Tayyip Erdoğan'ın, siyaset kurumunun, bürokrasinin dik duruşuydu. 15 Temmuz’da ise çok yönlü bir direniş vardı medyası, siyaset kurumu, askeri, polisi, milleti. Eğer 17/25 Aralık’ta yenilseydik 15 Temmuz o gün olmuştu." dedi.
Terörist başı Fetullah Gülen yüzünden bir neslin ateşe atıldığını söyleyen Özdağ, "Fethullah Gülen çok büyük bir günahkar. Batı ile işbirliği yapan bir işbirlikçi. Yönetme hırsına kapılmış birisi. Zaman zaman kendisine "Mesih" ve "Mehdi" diyen, sahte emekli maaşı alan birisi." ifadelerini kullandı.
Darbe komisyonunda CHP'lilerin görevlerini tam ve kâmil bir şekilde yapmadığını belirten Selçuk Özdağ, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yıkmak için çıkan her hareketin mağlubiyetle tanışacağını söylüyor ve ekliyor; "Erdoğan 17/25 Aralık'ta liderlik elbisesini giydi"
Darbelerle, kumpaslarla yıkılımayan Türk devletinin büyüklüğünü ise şu sözlerle özetliyor Özdağ, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti 95 yıllıktır, Türkiye devleti Anadolu topraklarında 1000 yıl Orta Asya'da 3000 yıllık bir devlettir. Gece her türlü saldırıya uğrar, tecavüze de uğrar, sabah bakire olarak kalkar. Ve hesabını da görür."
CHP'nin şu an güçlü bir parti olmadığını ifade eden Özdağ'a göre Ana Muhalefet yerel seçimlerde oyunu artıracak. Özdağ bu iddiasını ise şu sözlerle açıklıyor; "Artırma sebeplerini söyleyim. Zımnen HDP’nin batıda, Güneydoğu Anadolu’da 60'a yakın belediyeleri vardı, kayyum atandıktan sonra azaldı bunlar, HDP, bu yerlerin haricinde her yerde CHP'ye oy verecektir. Ve bu oy da az bir oy değildir %5 ile % 6 arasında bir oydur."
AK Parti ile MHP arasındaki ittifak içinse farklı bir perspektif açıyor Özdağ, "Milliyetçi Hareket Partisi ile ittifaka gelince de bunun temelleri 1991'de atıldı. Temellerini Türkeş ve Erbakan attı. Barajı aşmak için iki parti ittifak yaptılar, yine aşamazsın dediler. Bu iki partinin kırılma noktası, Türk siyasi hayatında rol alma anı, 1991 seçimleridir." sözleri ile...
"Ben Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın da, Sayın Bahçeli'nin de vaktin oğlu, babası, anası olacaklarına inanıyorum." diyen Selçuk Özdağ, “Düşük profilli aday” gösterilebilir söylemlerine itiraz ediyor. "Bütün siyasetçiler yüksek profillidirler. Bir yere aday olan adama düşük profilli derseniz, bu sizin hem partimize hem de kendinize hakarettir." diyor.
AK Parti'den Manisa'dan başkan adayı olmayı beklediğini ifade eden Özdağ, "Sayın Cumhurbaşkanı bana 1,5 yıl önce “Buraya hazırlan” demişti. Anketlerde siz çıkıyorsunuz, demişti. Ama bir o günden bugüne köprünün altından çok sular geçti. Bütün partilerin yaptırdığı anketten benim çıktığımı biliyorum. Manisa'da herkesin tarafında teveccüh gördüğüme inanıyorum. İyi Parti'den, MHP'den, CHP'den, HDP’den, BBP’den, Saadetten oy alırım, Ak Partinin oylarını muhafaza ederim." sözleri ile iddiasını ortaya koyuyor.
Röportaj gerçekleştirildiğinde MHP'nin af teklifinin detayları henüz net değildi. Özdağ, mevcut tartışmalara ilişkin "Af taraftarı olmadığını söyledi." kendi önerisini ise "Cezalarda indirim olabilir, cezaevlerinde çok yığılma varsa, insanlara bir şans verilebilir. Af verdiğiniz zaman şunlara vermiyoruz, bunlara veriyoruz olmaz, bu da eşitlik ilkesine aykırıdır." sözleri ile açıkladı.
Tartışmaların odağındaki bir diğer konu olan Yeni İstanbul Havalimanı'nın adı konusunda ise Özdağ'ın görüşü net. İşte Özdağ'a göre yeni havalimanına verilmesi gereken isim; "Kötü bir Atatürk Havalimanı vardı o havalimanı ortadan kaldırılıyor, orası millet bahçesi oluyor, tekrar bir isim aramaya gerek yok, Atatürk olarak kalsın çünkü Fatih bizim, Atatürk bizim"
“AİLEM NESEBİMİN SAHİBİ, FİKRİMİN ANNE BABASI BENİM”
12 Eylül'de son nefesinde çocuğunu görmek isteyen bir annenin, “onu görürsem bir şeyciğim kalmaz" sözü sizi çok etkiliyor.. Sizin anne ve babanız Hatice hanım ve Halil bey yaşama tutunmanız noktasında neredeydiler?
Ailem Anadolulu, çocukları için yaşayan insanlar. Babam, köy enstitüsü mezunu bir öğretmen ve bir imalat hatası. Babam; değerlerine bağlı, Türk kültürünü içine hevs etmiş, iyi saz çalan, iyi duvar ustası, iyi arıcı, iyi sıhhiyeci, iyi matematikçi, iyi makinist, güzel yazı yazan, elbiselerini kendisini ütüleyen, çamurda dahi okula şık giden, ayakkabılarını boyamadan yatmayan çok titiz bir adam. Annem bir ev hanımı, Kafkasya göçmeni, Çerkez. Babam bir Türkmen. Anadolu böyle bir yer. Son sığınak, son kale. Annem ve babam bizi milli değerlerle mücehhez kıldılar fakat annem ile babam benim nesebimin sahibi; fikrimin, inançlarımın anne babası benim. Sonra kan kusacağım yıllara doğru, akademi için Manisa'ya uzandım. Türkiye'de spor akademileri açıldığı için burada kaldım, açılmasaydı Almanya'ya gidecektim. Dokuz Eylül Üniversitesi'nde okudum. Manisa, benim acılarıma annelik yapan bir şehir. Orada gençlik lideri oldum. Okul yıllarında bütün Türkiye sağ ve sol diye bölünmüştü. Türkiye'yi yönetenler, dövüşmemeyi, konuşmayı, tartışmayı, anlaşmayı sağlamaları gerekirken dövüşmeyi öğrettiler. Türkiye'nin o günkü solcuları da Türkiye için çalışıyorlardı; içine sızmış ajanları tenzih ederim. Türkiye'nin solu, Türkiye'nin solu olmadı. Eğer Türkiye'nin solu olabilselerdi, Türkiye'ye çok daha faydalı olurlardı. Orak-çekiç yerine ay yıldızlı bayrağı taşısalardı, Stalin, Lenin yerine Türkiye'nin değerlerini, bir Mehmet Akif, bir Yahya Kemal, bir Mustafa Kemal.. Konuşabilselerdi!
“AY YILDIZLI BAYRAK İNDİRİLİP ORAK ÇEKİÇ ASILDIĞI ANDA ÜLKÜCÜ OLDUM”
"SOL, TÜRKİYE'NİN SOLU OLSAYDI BAŞKA BİR ŞEYE GEREK YOKTU"
O zaman onların tarafında olurdum, bir solcu olurdum diyor musunuz?
Türkiye'nin solu Türkiye'nin solu olsaydı ve aynı zamanda değerlerle çatışmasaydı, zaten Türkiye'de yeniden başka bir şeye gerek yoktu. Çok rahat iktidar olurlardı. Ve Türkiye'de ay yıldızlı bayrak indirilip de, orak-çekiç asıldığı anda ben “ülkücü” oldum. Milliyetçi gelenekten geliyordum ve ona müdahale ettim. Cem Karaca’ya, Ersen’e, Dadaşlara öğrencileri çiçek veriyordu, ben itiraz ettim. Devrimci akademi olmaz, akademinin devrimci öğrencileri olur, dedim. Ve büyük bir kavga başladı. ‘Keşke kavga etmeseydik’ dediğim cezaevi yıllarımda 780 bin metrekare topraklara birbirimizi sığdıramadık ama 5 metrekarelik yerlerde birlikte yaşamak zorunda kaldık. Orada da anladım ki; hepimiz aynı toprağın çocuklarıyız, aynı karakterlere sahibiz, hepimiz büyük Türkiye olsun istiyoruz.
“NECİP FAZIL NE KADAR BİZİMSE, NAZIM DA O KADAR BİZİM”
Ama “Vakitsiz Yazılar” adlı kitabınızda Nazım Hikmet için: “Nazım Hikmet’in naaşı Kurtuluş Savaşı topraklarını kirletir” diye yazdığınız iddia edildi. Bu ifade, solculuk için kafanızda bir şeylerin değişmediği algısına yol açtı…
Yok şöyle…. Muhsin Yazıcıoğlu ölmüştü, Ertuğrul Günay Kültür ve Turizm Bakanı idi. Sayın Yazıcıoğlu'nun, Akif’in de olduğu Tacettin Dergahı’nın olduğu yere gömülmesini istedik. O zaman Ertuğrul Günay bey maksadını aşan bir ifade kullanmıştı: Akif’in ruhunu incitiriz, oraya kimseyi gömmeyelim, demişti. Türkiye'ye Vahdettin’i getirmek istiyoruz, aynı zamanda Nazım’ın da naaşını getirmek istiyoruz, ki getirelim, istemiş... Bir kavak ağacının altına gömelim, eğer bu mantıkla bakarsak ‘Nazım nereyi kirletir’ dedim. Bu doğru değil, dedim. Ne Muhsin Yazıcıoğlu Akif'in manevi şahsiyetini kirletir, ne de Nazım Anadolu topraklarının manevi şahsiyetini kirletir, manasında kullandım. Yoksa ben Nazım'ın bazı fikirlerine karşıyım ama bazı fikirlerine de katılıyorum. Yoksa Nazım büyük bir şair. Necip Fazıl ne kadar bizimse Nazım da o kadar bizim. Yahya Kemal ne kadar bizimse İlhan Selçuk da o kadar bizim. Bu şairler sağcısıyla solcusu ile dinsizi ile dinlisi ile bizim değerlerimiz.
“İHTİLALİ HALK YAPAR, DARBELERİ BİR PARÇA”
“KENAN EVREN’İN GENELKURMAY BAŞKANI OLMASINA TÜRKEŞ VESİLE OLDU”
“12 EYLÜL DARBESİNİN OLACAĞINI ÖNCEDEN BİLİYORDUM”
Bu biraz da mahkumiyet yıllarında edindiğiniz bir olgunluk seviyesi… 12 Eylül'de 6,5 yıl cezaevinde kaldınız, 38 gün işkence gördünüz. 7 yıl Azrail’in kanatları altında yaşadınız. Bu kadar büyük bir travmanın, çukurun içinden çıkma motivasyonunu nasıl buldunuz?
12 Eylül olduğunda ben cezaevindeydim ama bir darbe olacağını biliyordum, bu darbeyi kimlerin yapacağını da tahmin ediyordum, bize çeşitli bilgiler geliyordu. Gençleri dövüştürerek, omuzlarına basarak birileri iktidar oldular. Bizim hayallerimizden, ideallerimizden ve gençlik heyecanımızdan istifade etmek istediler. Egemen güçler Türkiye'ye müdahale ettiler; Aynen 1960, 1971 ve 1980’de, 28 Şubat’ta post modern darbeyle, 27 Nisan e-muhtıra, 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi ile müdahale ettikleri gibi. İhtilali halk yapar, darbeleri bir parça yapar ve TSK’nın bir kısmı yaptı ki Kenan Evren’in Genelkurmay Başkanlığına vesile olan Alparslan Türkeş’tir. Çünkü Türkeş Hindistan'a sefere giderken Kenan Evren ona uzaktan el sallamıştır. Kenan Evren o zamanlar astsubaydır ve kendisine gizli bir hayranlık beslemektedir. Türkeş o el sallamayı unutmamıştır. Kenan Evren Ege Ordu Komutanı'dır oradan Kara Kuvvetleri Komutanı yapılır, Türkeş Demirel'e rica eder, ‘kriz var, bunu yapalım’ der. Onlar da darbe yaparlar. Bu darbe, 1973’den 1980’e kadar 5000 kişinin ölümüne sebebiyet veren bir darbedir. Fakat darbe olduğu gün uçak kesilmiş gibi silahlar sustu. Oysa ki siyaset kurumu sıkıyönetim ilan ettiği zaman silahlar susmamıştı. Bu da şunu gösteriyor: bu darbenin arkasında Batı ve içeride uzantıları vardı. Komutan da şunu söylemişti: Biz darbeyi bir yıl önce yapacaktık, fakat şartların olgunlaşmasını bekledik. O sırada Sivas, Çorum, Kahramanmaraş olayları oldu, 2000 kişi öldü.
“FETÖCÜLER GÖNÜLLÜ CIA AJANLIĞI YAPTI”
“TÜRKİYE 100 YILDA 3 NESİL KAYBETTİ”
Türkiye petrol zengini olan bir ülke değil ama maden zengini bir ülke. Dünyanın 50 yıldır aradığı, çok az olan ama %90’ının Türkiye’de olduğu iki maden bulundu. Bu madenlerin ismini vermeyeceğim. Büyük devletler Türkiye'de bu madenin olduğunu biliyorlar. Kato dağlarının tamamının, Hakkari dağlarının tamamının çinko ve kurşun olduğunu biliyorlar. Ama o madeninin işlenmesi için insana ihtiyaç var. Türkiye 100 yıl içinde 3 nesil kaybetti. Birincisi Kurtuluş Savaşı'nda 3 milyon kişi öldü, yetiştirdiği en zengin aydın ve öğretmenler vefat ettiler. İkinci travmayı da 12 Eylül'de yaşadık ve bir nesli de orada kaybettik. Sağ ve soldan 2 milyon kişi heder edildi. Ben istisnayım, akademi bitirdim, master yaptım, Doç. oldum, BBP’de siyaset yaptım, Başbakanlıkta çalıştım, milletvekili oldum vs.. Üçüncü nesli de Fethullah Gülen kaybetti. Bizim de dehalarımızı aldı Amerika'ya götürdü. Gönüllü olarak o 1 milyon kişiye idealizm adı altında CIA’in ajanlığını yaptırttı. O çocuklar da bilerek veya bilmeyerek o kirli oyuna alet oldular. Çünkü nesil de böyle kayboldu, yüzyılda 3 nesil kaybolursa o devlet kolay kolay ayakta duramaz. Devletleri siyasiler yönetir ama devletleri kalkındıracak olan dehalardır. Her 100 kişiden 3 kişi dehadır. İslam coğrafyasında dünyanın her tarafında kavga varsa çocuklar buralarda kalmaz ve ‘bırakın iç güvenliği burada can güvenliği yok’ diyerek alıp götürürler. Ve böylece sizi kıraç bir toprak haline dönüştürüyorlar. Buna karşı yapacağımız şey de, demokrasi. Darbe olduğunda cezaevindeydim, sayın Türkeş'in yakalanmadığını öğrendim ve ‘darbeyi Türkeş yaptı’ dedim, rahatım, sırtıma paltomu atıyorum, başsavcı ve baş komutan beni kahvaltıya çağırdılar, Onlar da darbeyi Türkeş'in yaptığı sanıyorlar ve beni önemli bir adam diye çağırıyorlar, 4.gün ben yine sırtıma paltoyu omuzuma atıp voltaya çıkarken, gardiyan askerler ‘Giy lan onu’ dediler bana. Sonra işkenceler başladı. Sanatoryum Hastanesi'nde tedaviler gördüm. Ulucanlar’da Ecevit koğuş arkadaşım. Aslında cezaevinde herkese bir mezar kazılmıştır ve bu mezara sizi diri diri koyarlar. Ve her gün de üzerinize bir kürek toprak serperler. Eğer hareket etme ve idealist olma özelliğiniz yoksa o toprağın altında kalır ve ölürsünüz. 12 Eylül'de Bülent Arınç’ı (Manisa İl Başkanı) MSP binasına götürüyorlar ve bu tabelayı indir diyorlar, indirmem diyor, 5 yıl bunun için il başkanlığı yapmadım diyor, indireceksin, indirmezsen sana her şeyi yaparız diyorlar, bir gün yine bıraktığım yerden devam edeceğim diyor. Belki aynı saatte ben de işkence görüyordum. Bana dediler ki: Bir gün buradan çıkarsan ne yapacaksın? -Buradan çıkarsam, bıraktığım yerden devam edeceğim, dedim. Dağın eteğinde yollar birbirine çok uzaktır ama zirveye doğru yaklaştığında yollar birbirine yakınlaşır. Sonra birlikte siyaset yapma şansı bulduk.
"CEYLAN GÖZLÜ BİZE İHANET ETTİ"
"CEZASIZ KALAN DARBELER, BAŞKA DARBELERE DAVETİYE ÇIKARTIYORDU"
Evet avukatlığınızı da yaptı… Kaderin cilvesi mi desek, yoksa sizin tabirinizle demokrasinin en güzel sonucu mu....Darbe döneminde idamla yargılandığınız şehirden parlamentoya gelmeniz çok büyük bir tevafuk. Yine de devlete, millete veya ülkücü harekete bir öfke kaldı mı içinizde? İçinizdeki hesaplaşma bitti mi?
Uğruna her şeyimizi feda ettiğimiz "ceylan gözlü" bize ihanet etti. Biz; bayrak inmesin, ezan susmasın, Büyük Türkiye olsun dedik. Birilerinin söylediği gibi "Kurtuluş Savaşı'nda Araplar bizi arkamızdan vurdu" diye Araplarla düşmanlık kuranlardan değildik, Araplarla dostluk kuralım istemiştik. Yerli ve milli bir harekettik, kimseden emir almıyorduk, ama 12 Eylül olduğu zaman biz bayrağı astık, diğerleri orak çekiç astılar aynı muameleye tabi tutulduk, aynı işkenceye maruz kaldık. Konuşmayanları taltif ediyorduk. Devlete kırgınlığım ya da kızgınlığım olamaz, devlet bizim. Ama devleti yönetenleri asla devlet yerine koymuyorum. "Kenan Evren ve arkadaşları yargılansınlar" diyerek 2010 referandumunda ‘evet’ kampanyası yürüttüm. İrfan Sönmez ve arkadaşlarımızla beraber bağımsız ülkücüler platformu kurduk. Devlet Bey hayır kampanyası yaparken, biz evet kampanyası yapıyorduk. Sırf darbeciler yargılansın, yaptıkları yanına kâr kalmasın, bir gün, bir saat bile olsa sanık sandalyesinde otursunlar diye. Yapılan darbeler cezası kalırsa, başka darbelere davetiye çıkartıyordu. 1960’ın cezası verilseydi 1971 olmazdı.
"15 TEMMUZ LOKAL BİR DARBE GİRİŞİMİYDİ"
"CİNNET GEÇİRİYORLARDI"
Ama şöyle de dediniz: 15 Temmuz darbe girişimine kalkışanlar, Kenan Evren’in ve Tahsin Şahinkaya’nın idamla cezalandırılmalarından, müebbet hapse çarptırılmalarından ders almış olsalardı darbe girişiminde bulunmazlardı.
15 Temmuz darbesi ile diğer darbeler biraz farklı. Her ne kadar arkasında Batı olsa da, 60, 71 ve 80 darbesi genellikle askerlerin bütünlük içerisinde yapmış olduğu darbeler. 15 Temmuz'da ise ordu içine sızmış bir grup askerin, bir grup zümrenin, “cemaat” dediğimiz yapının başlatmak istediği yerdi. Bunlar öteki darbelere bakarak, öteki darbeler kötüydü, biz de yargılanırız diye darbeye teşebbüs etmemezlik yapmazlardı. Bunlar cinnet geçiriyorlardı, Fethullah Gülen’e mehdi diyorlardı, ve o ne dediyse olur diyorlardı çünkü öyle yetiştirilmişlerdi. 15 Temmuz lokal, spesifik bir darbe girişimiydi. TSK’da yine zaman zaman darbe girişimlerine başvuranlar oldu. Ergenekon, Balyoz birileri beraat etti diye orada hiçbir şey olmadı değil, orada bir şeyler de oldu.
“ERGENEKON GERÇEKTİ”
“DEVLET, GECE TECAVÜZE UĞRAR, SABAH BAKİRE KALKAR “
“BU MİLLLETE, ‘BU DEVLET BENİM’ DEDİRTTİRECEĞİZ”
Yani Ergenekon'un gerçekliği de mi vardı?
Vardı tabi. Kalkıp bir rektör, “Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı diyemeyiz, %99 oy alsanız dahi size Cumhurbaşkanı demeyeceğiz” dedi. Sayın Hayrünnisa Gül neden başörtülü olarak Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne çıkamadı? Bunlarla ilgili şeyler de vardı. Sayın Erdoğan'dan ve AK Parti iktidarından rahatsız olanlar da vardı. Bülent Arınç’ı ziyaret eden 4 kuvvet komutanı ve Genelkurmay Başkanı kaç dakika içeride durdu: 30 saniye, kahve bile içmediler, bunların hepsi bir mesajdı. Bundan böyle devleti ele geçirmek isteyen adına; dernek, vakıf, cemaat ne derseniz deyin herkese bir derstir bu. Devlet ele geçmez. Devlet, 18 yaşındadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 95 yıllıktır, Türkiye devleti Anadolu topraklarında 1000 yıl Orta Asya'da 3000 yıllık bir devlettir. Gece her türlü saldırıya uğrar, tecavüze de uğrar, sabah bakire olarak kalkar. Ve hesabını da görür. Bundan böyle askerler darbe yapmak isterlerse Kenan Evren ve arkadaşlarından ders çıkarsınlar. Askerler içerisinde lokal olarak ister içeriden ister dışarıdan yapmak isteyenler varsa 15 Temmuz'da yargılananlar dan ders çıkarsınlar. Biz demokrasiyi ne kadar içselleştirmek devlet o kadar az saldırıya uğrar. 81 milyonun ne kadarı “bu devlet bizim devletimiz” derse o devlette huzur olur. Bu millete ‘bu devlet benim’ dedirteceğiz. Bunun yolu da; Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak, hukuku adaletle buluşturmak, devleti liyakat ve ehliyet esasları üzerine bina etmek.
"BENİM YEĞENİM DEMOKRASİYE, CUMHURBAŞKANINA İNANDI"
"DEVLETİ YÖNETENLERİN ELLERİNİ KİRLETMEMELERİ GEREKİR"
27 yaşındaki yeğeniniz Volkan Canöz, 'amcam parlamentoda kalmış, gidip onu kurtaracağız' diyerek yola çıkıyor ve kurşunlanarak şehit düşüyor. Ailenizde Çanakkale şehitleri, Güneydoğu Anadolu şehitleri olduğunu biliyorum. 15 Temmuz'un acısı farklı mıydı?
15 Temmuz akşamı darbe olacağını önceden, 21:30 civarında haber aldım, Sayın başbakana ve milletvekillerine ulaşmaya çalıştım, Sayın Başbakan; "Çılgınlık yapacakları duyumu bana da geliyor, bir açıklama yapıp değerlendireceğim" dedi. Ben mecliste gideceğimi söyleyince; Yok efendim orayı bombalarlar, dedi. Ve ben silahımı aldım ve bir tweet attım, ilk tweeti ben attım Türkiye'de. “Vesayetçilere dur diyeceğiz, gerekirse öleceğiz” diyerek. Sonra Çankaya Köşkü'ne gittim, Sayın Soylu oradaydı, diğer arkadaşlarımız geldiler. Televizyonlara bağlanıp bunun bir Türk Silahlı Kuvvetleri'nin darbesi olmadığını söyledik. Daha sonra parlamentoya gidelim, orada ölelim, dedim. Bakanlar burada kalsın milletvekilleri parlamentoya gitsin, mezarlarınız orada olsun, dedim. Arkadaşlarımızla beraber parlamentoda direniş yaptık. Dünyaya yayın yapmaya çalıştık. Sabaha karşı bir haber geldi yeğenimin sokağa çıkmak istediğini, annesinin dur yapma dediğini, çıkacağım Cumhurbaşkanı davet etmiş, Cumhurbaşkanı ‘devlet’ demektir, dediğini, amcam parlamentoda enkazın altındaysa kurtaralım, değilse yanında olalım dediğini haber aldım. Şehit edildi. Dediğiniz gibi bizim şehitlerimiz var, köklü bir aileyiz, Benim yeğenim demokrasiye, Cumhurbaşkanına, devlete inandı, yola çıktı, şehit düştü. Bütün şehitlerimize rahmet diliyorum. Anadolu topraklarını vatan kılan 10 milyon şehide, Şehit Harakani ile beraber, Kars’tan kapıdan girdiğimiz yerden bugüne kadar, Melih Şah’tan, Alparslan’a kadar direnen herkesten müteşekkiriz. O şehitlere mutlaka layık olmamız lazım. Devleti yönetenlerin bürokraside ve her alanda her işini düzgün yapmaları, ellerini, nasiyelerini kirletmemeleri gerekiyor. Bu topraklar Vakıf topraklarıdır.
"MHP'Yİ VE CHP'Yİ HABERDAR ETTİM"
21:30’da darbe duyumunu nereden aldınız?
Bana bir telefon geldi, “Evden çıkma can güvenliğine dikkat et” dendi. Sonra düşündüm, suikast olsa “Evden çıkarken girerken dikkat et” diyecekler. O zaman darbe oluyor, dedim. Bunu da Fethullahçılar yapar diye düşündüm. Ardından MHP'den Ümit Özdağ’ı aradım. Bahçeli'nin özel kalem müdürüne ulaştı, Bahçeli “Demokrasiden yanayız, seçilmiş hükümetten yanayız, Cumhurbaşkanının yanındayız” deyince ben rahatladım. Ardından CHP'den Engin Altay'ı aradım. Engin Altay, Kılıçdaroğlu'na ulaştı daha sonra Engin Altay beni aradı “Demokrasiden yanayız, seçilmiş hükümetin yanındayız”' dedi. Sonra Başbakanla görüştüler onlar. O gece teşkilatı aradım, Marmaris’e gidip Cumhurbaşkanını korumalarını istedim. Başbakanı ve telefonumda ne kadar milletvekili varsa hepsini birden arayarak sokağa çıkmaya davet ettim.
"CHP, DARBEYİ BENDEN DUYDU"
"1000'E YAKIN MERMİ ALDIM"
CHP’yi aradığınızda da ilk sizden mi duymuşlardı?
Evet, benden duymuşlardı. Engin Altay, kim yapmış diye sordu, ben de Fethullahçılar yapıyor, dedim. Bu dönemde emir komuta zinciri içinde bir darbe yapmak için aklınızı peynir ekmek gibi yemiş olmanız gerekir. Ancak birileri çılgınlık yapar, onlar da vesayetçilerin uşaklarıdır, dedim. O gece tarihe not düştüğümüze inanıyorum. Korku nedir duymadım. Şoförümü çağırdım, Çankaya Köşkü'ne gidiyoruz darbe oluyor, geliyorsan gel gelmiyorsan anahtarı bırak dedim, 1000’e yakın mermi aldım, silahımı aldım, Çankaya Köşkü'ne çıkarken kapıda askerlerin olduğunu görünce başka kapıya yöneldik, şöförüme: Beni buradan çıkart ölmemeliyiz, yakalanmamalıyız, dağlara çıkmalıyız, Türkiye’yi Irak yapmamalıyız, mutlaka iç savaş çıkacak, çok kısa sürede halletmeliyiz, kaç milyon ölürse ölsün halletmeliyiz, Amerika ve batı dünyasının Türkiye'yi işgal etmesine izin vermemeliyiz, dedim. Sonra parlamentoya gittik, orada patlama gördüm, patlayan şey torikmiş. Sayın Abdülhamit Gül ve bazı arkadaşlarımızla gücümüz yettiğince direniş yaptık. Başaracağımıza İnanıyorduk. Ve biz bütün bu görüşmeleri Saat 9.30 ile 23:00 arası yaptık.
“DARBELER KENDİ ÇOCUKLARINI YER”
“CHP, DARBE KOMİSYONUNDA TAM VE KÂMİL ÇALIŞMADI”
Öğrendiği anda demokrasi mesajı vermiş ama Belediye Başkanının evinden ayrılmamış CHP lideri için bir değerlendirmeniz olur mu, 15 Temmuz direnişi gördünüz mü CHP’de?
Bunları bölüm bölüm değerlendirmek lazım. Ben duyurduğum kısmına şahidim, diğer kısmını doğru bulmuyorum. Bir evde oturup televizyon izlemeye veya bunları paylaşmaya gerek yoktu. Mutlaka bir çaba içinde olmak gerekir. Cumhurbaşkanına, Başbakana, teşkilatlara, örgüte ulaşmak gerekirdi. Darbe kimden gelirse gelsin kınanmalıdır, bütün darbeler kötüdür ve darbeler kendi çocuklarını yer. Darbeye uğrayan devletin üç sistemi zarar görür; ekonomisi, demokrasisi, kültürel hayatı. Kültürel hayat zarar görürse milletleşemezsiniz. Bütün darbeler ekonominin güçlü olduğu zamanlarda yapılır. Ve bu darbelerin hepsinin arkasında batı vardı. Darbe komisyonunda da CHP'liler görevlerini tam ve kâmil bir şekilde yapmadılar.
“KİMSE DEVLET OLMAYA ÇALIŞMASIN”
Yeniden dirilmeye ve gelişmeye açık bir ülkeyiz ama ekonomik ve siyasi alanlarda mücadelesini sürdürürken terörle, terörün çeşitli unsurlarıyla da mücadele etmekte, siz FETÖ, PKK mücadelesinde Türkiye'nin hamlelerini yeterli buluyor musunuz?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; demokrasiyi, gelir dağılımını, hukukun üstünlüğünü ne kadar içselleştirirse, terörle terörist faaliyetleri çok rahat baş edebiliriz. Türkiye'yi kim yönetiyorsa herkes hukukun, demokrasinin üstünlüğüne inanacak. Demokrasi, başka fikirleri tahammül etme sisteminin adıdır. Neden terör, FETÖ çıkar ortaya? Niye adalet perisinin gözleri kapalıdır. Çünkü kimsenin etnisitesine, cinsiyetine, mezhebine bakmaz. Adalet perisinin gözleri kapalı olacak. Ama adalet perisinin gözleri bazen nurcu, bazen solcu, bazen PKK'lı olursa, bazen Türk, bazen Kürt olursa olmaz. Adalet perisi herkesin içinde bulunduğu yer demektir. Aynen üniversiteler gibi. Üniversitelerde herkesin bulunduğu yer demektir. Devlet daireleri de herkesin bulunduğu yer olacak. Öyle olmazsa orada denetim mekanizması ve hukuk çalışmaz. Devlete yardım etmek ayrı şeydir, devlet olmaya çalışmak ayrı şeydir. Kimse devlet olmaya çalışmasın.
“KEŞKE MHP’DEN AYRILMASAYDIK”
“MUHSİN YAZICIOĞLU ÖLMESEYDİ SİYASETE ONUNLA DEVAM EDECEKTİM”
"ANA GÖVDEDEN AYRILANLAR SIKINTI YAŞIYOR"
Ay yıldızlı bayrağın indiği gün ben ülkücülüğü tercih ettim diyorsunuz ama Muhsin Yazıcıoğlu ekolünden gelip o ekolün sonuna kadar gitmektense AK Parti gibi bir ideolojiye katılmayı, başkalaşmayı tercih ettiniz. "Milliyetçilik ve ülkücülük MHP’nin tekelinde değildir. Milliyetçilik ve ülkücülük bir milletin idealidir. O ideallere uygun yaşayan herkes ülkücüdür” dediniz ve yıllarca insanları hem Ak Parti'li, hem ülkücü olunabileceğine inandırmaya çalıştınız. Ülkücülükte Ak Parti, MHP'ye fark atar mı?
Ben başkalaşmayı kabul etmiyorum. Sayın Muhsin Yazıcıoğlu ölmeseydi Muhsin Yazıcıoğlu ile siyaset yapmaya devam edecektim. Bir özeleştiri de yapayım. Keşke MHP'den ayrılmasaydık. Çünkü ana gövdeden ayrılmışlar sonradan sıkıntılar meydana getiriyor. Türkeş sağken, bir ideoloji partisinden, tekrar yeni bir ideolojiyle ayrılmak doğru değildi. Merkez partiler öyle değil. Ben Muhsin bey vefat edince siyaseti bıraktım. Zaten 28 Şubat'ta da 3 defa atıldım, ben hiç doğru durmadım. Başörtülü kızları ders aldım. 12 Eylül öncesi meydan okudum, 12 Eylül'de meydan okudum, cezaevinde de meydan okudum açlık grevleri yaptım. 2,5 sene işsiz kaldım ama hiç yılmadım çünkü ben yenilgilerinden zafer çıkartan adamdım. Kampüsüne giremediğim Muğla Üniversitesi'nin parlamenter olunca açılışını yaptım ve şu konuşmayı yaptım: 3 defa üniversiteden atıldım, işsiz kaldım kampüsüne sokulmadığım Üniversiteye şimdi parlamenter olarak geliyorum, ben yenilgilerinden zafer çıkartan adamım. Gençler, hayat sadece yükseliş değildir inişleri de vardır, inerken bir gün yükselmek için de iradenize kullanın! Sayın Bülent Arınç'ın davetiyle ve Sayın Erdoğan'ın teveccühü ile AK Parti'ye katıldım, üç dönem milletvekilliği yaptım, Genel başkan yardımcılığı yaptım ve parlamentoda kürsülere çıktım. Komisyonlarda çalıştım. 150'ye yakın ulusal kanala çıktım. 150'ye yakın yerel kanala çıktım. Manisa'da gezmedik yer bırakmadım, hem taban hem tavan siyaseti yaptım. Parti içi disiplinlere uyarak, inandıklarımı Sayın Erdoğan'la Sayın Gül’le ve Sayın Davutoğlu ile paylaştım. 42 yıllık tecrübe ve siyasetin yapıldığı, bilgi ahlak ve tecrübe ile inandıklarımı söylemeye gayret sarf ettim.
“AK PARTİ'DE MİLLİYETÇİLİK, KİMSENİN TEKELİNDE DEĞİLDİR”
“CHP’Lİ BİRİSİ DE ÜLKÜCÜ OLABİLİR”
AK Parti'de milliyetçilik kimsenin nisarında, kimsenin tekelinde değildir. Türkiye'de yaşayan herkes Milliyetçidir. Herkes Türkiye'nin, ay yıldızlı bayrağın milliyetçisidir. Milliyetçilik milletinden yana olmak demektir. Partiler araçtır, ülkücü her yerde ülkücü olabilir, Ülkücü CHP'de de olunur, CHP'li birisi de ülkücü olur. Ülkücülükte devletimizi devletler sıralamasında en ön saflara getirebilmektir.
"DEVLETİN YÖNETİMİNDE 'DİNDARLIK' ÖNDE GELMEZ"
MHP'den ayrılmamıza dair pişmanlığınız belirttiğiniz de, AK Parti'nin içinden çıkarak mı bu görüşe sahip oldunuz yoksa daha öncesine mi dayanıyor?
Yok daha önceki sıkıntılarımız, yaşadıklarımız, dış güçlerin bizimle ilgili bakış açıları içerideki vesayetçilerin bakış açıları, 28 Şubat'taki mücadelemiz. Orada bir potansiyel vardı Türkeş'ten sonra o potansiyelin başına Muhsin Yazıcıoğlu geçecekti. Türkeş’ten sonra çok büyük bir liderdi, ufuklu bir insandı. Meseleye siyaset bazlı bakmasaydık, dini bazlı bakmasaydık daha doğru olurdu. Devletlerin yönetiminde dindarlık önde gelmez. Liyakat ve ehliyet önde gelir.
"ÜLKÜCÜ HAREKET EVRENSELE UZANABİLİRDİ"
Muhsin Yazıcıoğlu yaşasaydı, Sayın Cumhurbaşkanımızın önüne geçebilir miydi?
Önüne geçme olmasa bile birlikte çok daha büyük hizmetler yapılabilirdi, MHP çok daha büyük ivmeler kazanabilirdi, en azından bu bölünmeler olmazdı. O zaman Sayın Yazıcıoğlu'nun tekrar MHP'ye dönme çalışmaları yaptığını biliyorum. Devlet Bey bu konuya sıcak bakmadı. Sayın Yazıcıoğlu ayrılmasaydı Türkiye'de daha büyük hizmetler yapardı. Hizmetler yapmadı mı; 28 Şubat'ta direndi, Erbakan'ın Başbakanlığında demokrasiyi içselleştirdi ve “Türkiye İran olmaz ama Türkiye'yi Suriye'de yaptırmayacağız” dedi. Beşar Esad görüşmesini ben organize ettim. Bir yanda 1999’da % 2’lik, diğer yanda % 18’lik potansiyel var. 2015 Haziran seçimlerinde de, yine % 18’lik bir potansiyel olduğunu gördük, bu potansiyeli 25-30 yaparsınız, en azından birlikte yönetirsiniz. Ülkücü hareketin bir misyonu vardı, bu misyonunu biraz daha evrensele doğru uzandırabilirdik. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, yasaklı iken parti kurdu ve 16 yıl içerisinde seçim kazanmış bir hareketin mimarı.
"ERDOĞAN 17/25 ARALIK'TA LİDERLİK ELBİSESİNİ GİYDİ"
"Recep Tayyip Erdoğan bence son mohikandır" sözünü defalarca kullandınız. İdealizmle realizmi yan yana götüren adam olarak tasvir ettiniz. Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu ekolünden sonra Recep Tayyip Erdoğan size nasıl göründü?
Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Türk siyasi hayatında Atatürk'ten sonra en büyük siyasetçi. Menderes ve Özal'ın önüne geçmiştir. Eskiden 4. sıraya koyuyordum Şimdi 2. sıraya koyuyorum. Genel Başkan ne yaptım da 2.sıraya yükseldim, diye sordu. Bir, 17/25 Aralık’ta siz liderlik elbisesini giydiniz. O gün genel merkeze gelerek: Bu bana yapılmış bir hareket değildir, parlamentoya yapılmış bir harekettir, istifa edecekler vardır biliyorum, ben yalnız da olsa yürüyeceğim dediğiniz gün lider oldunuz. İkinci, erken seçim tarihi aldınız ve Türkiye'yi koalisyondan kurtardınız. Üçüncüsü 15 Temmuz’a direndiniz. “Ben halk iradesine daha büyük bir irade tanımıyorum meydanlara bekliyorum” dediniz. Doğru bir duruştu. Vesayetçilere ve vesayetçilerin arkasında duranlara bir meydan okuyuştu. Bu, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı Atatürk'ten sonraki en büyük lider yapmıştır. Recep Tayyip Erdoğan idealisttir ama realiteyi de inkar etmemektedir. Realist derken, egemen güçleri ve bunların arkasındakileri bilmektedir, oligarşik yapıları bilmektedir. Kazandığı her seçimden sonra birazcık daha demokrasinin alanını genişletmiş, insan hakları alanını genişletmiş, üstünlerin hukukun hukukun üstünlüğüne doğru evrilmeyi sağlamıştır. Tabii büyük travmalar da yaşamıştır; 17/25 Aralık kendisi için büyük bir travmadır, 15 Temmuz büyük bir travmadır, parti kapatılması bir travmadır, 27 Nisan e-muhtırası bir travmadır, gezi olayları, Kobani olayları bir travmadır. Bunlara meydan okumak için güçlü bir iradeye sahip olmanız gerekmektedir. Güçlü irade, kollektif bir akılla kendisini tarihe mal eder.
"ERDOĞAN'I YIKMAK İÇİN ÇIKAN HER HAREKET, MAĞLUBİYETLE TANIŞIR"
Bu güçlü iradenin önünde ne durabilir? Bir ideolojiden yeni bir ideolojinin ayrılmasını doğru bulmuyorum dediniz, 2. Ak Parti oluşumu iddiaları var, hiç bir şey Sayın Erdoğan’ı devirmeye yetmez görüşünde misiniz?
Erdoğan'ın yıkmak için çıkan her hareket, mağlubiyetle tanışır. Şu an Türkiye'nin yeni bir partiye ihtiyacı var mıdır diye sormak lazım. 24 Haziran'dan beri Türkiye ekonomik, siyasi ve dış politika ile uğraşıyor. Türkiye'nin güvenliği de, ekonomisi de, dış politikadaki başarısına bağlıdır. Türkiye'nin yeni bir partiye ihtiyacı olup olmadığını; dış politikadaki, ekonomideki ve güvenlikteki başarısı belirleyecektir. Siz bunların hepsine başarılı olursanız neden yeni bir harekete ihtiyaç duyulsun ki. Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı yeneceğim diye çıkmak Türkiye'ye kötülüktür. Daha iyi şeyler yapacağım diye çıkacak olan varsa çıksınlar. Saadet Partisi vardı, BBP var, İyi parti onun için çıktı, muhalefet edeceğim hatta iktidar olacağım, dedi. Bunlar kötü şeyler değil. Başkalarının söylemlerinden ziyade benim ne yaptığımı, ne yapacağımı söylememi daha doğru buluyorum. Türkiye ekonomik kriz ile boğuşuyor, Türkiye üretmek, tasarruf etmek zorundadır. Nerede yeni görsek alıyoruz yeni bizim kendi mamülümüz olursa almalıyız. Ben siyaseti doğru okumaya çalıştım. Bugün de AK Parti’yi yönetenler siyaseti doğru okumalılar. Liyakat ve ehliyeti öne çıkartırsınız, beyin göçü beyin gücüne dönüşür. Bugün Türkiye'nin çok ciddi bir muhalefet sıkıntısı var. Ben muhalefetin güçlü olmasını istiyorum. Güçsüz muhalefet denetleme yapamaz, siyasetçiyi siyasetçi denetleyecek. Falan partinin ayak seslerini duyarsam veya nefeslerini ensemde hissedersem daha çok çalışırım. Güçlü muhalefet güçlü iktidar demektir.
“CHP GÜÇLÜ BİR PARTİ DEĞİL”
“KILIÇDAROĞLU’NUN İKTİDARA TALİP OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM”
“AK PARTİ’NİN ELİNDEN BELEDİYE ALAMAZSANIZ KÜÇÜLMEYE MAHKUMSUNUZ”
Güçlü muhalefet konusunda umudunuz var mı, siz CHP’nin 35.kurultayına katılmıştınız ama Kılıçdaroğlu'nun Sayın Erdoğan’ı sert eleştirmesi üzerine salonu terk ettiniz. Bu kurultay size ne öğretti? CHP, Türk siyasetinden adına ve kuruluşuna rağmen silinebilir mi? CHP geleceğinde İnce'nin yeri var mı sizce?
CHP şu anda güçlü bir parti değil. CHP kendi iç problemleri ile uğraşıyor. CHP, Türkiye'nin meselelerini konuşmak yerine kendi meselelerini tartışıyor. Muharrem İnce mi genel başkan olsun Kılıçdaroğlu'nu genel başkan olsun. Karşıyaka'ya, Çankaya’ya, Beşiktaş’a kim Belediye Başkanı olsun istiyorlar. Keçiören’e, Kayseri’ye, Konya’ya kim olsun diye konuşmuyorlar. Bir kere Ak Parti’nin elinden bir belediyeyi alamazsanız, veya başka bir partinin elinden bir belediye alacak iddianız olmazsa siz küçülmeye mahkumsunuz demektir. 26’nız, 22,5 olur. Ve kendi içerisinde kavga eden yapılar ümitsizliğe düşerler, ümitsizlik kötüdür. Ümitsizlik aynı zamanda mağlubiyet demektir. Ümitsizlik bir daha sahneye çıkamamak demektir. Ben Kılıçdaroğlu'nun bugün iktidara talip olduğunu düşünmüyorum. İktidara talip olacak bir parti olduğunu da düşünmüyorum. Muharrem İnce de erken hareket etmiştir. Yerel yönetimlerden sonra çıksaydı daha doğru olurdu. Siyasetçinin söylediği sözler çok önemlidir, söz ola kese savaşı söz ola kestire başı. Bana vefa göstermiş Bir liderin karşısında aday olmam, sonra muvazaalı biçimde hülle ile delegelerden oy toplayacaksınız, ben istemiyorum ama yan cebime koyayım diyeceksiniz, sonra düşündüm ederseniz düşerim diyeceksiniz. Bunlar doğru şeyler değil. Sayın Kılıçdaroğlu'nun geliş şekli de doğru değildi, Sayın Muharrem İnce'nin de Cumhurbaşkanı adayı olduktan sonraki ‘bir daha Cumhurbaşkanı adayı olmak istiyorum ben genel başkanlığa talibim’ gibi sözleri de doğru değildi. Bunları millet tayin eder, millet söyler, liderleri millet inşa eder. Recep Tayyip Erdoğan'ı 1994 ve 2001 yılında millet inşa etti. Yoksa Refah Partisi içinden çıkmış, Erbakan’a karşı kişileri inşa etmediler. Türkiye gibi demokrasisi tam oturmamış, vesayetçilerin at koşturduğu, meydanlarda sadece vesayetçilerin olduğu, Biz de varız dediğimizde, "Hayır siz yoksunuz siz ötekisiniz" diyenlerin olduğu bir ülkede, 13 seçim kazanmak kolay mı? Hitler sandık koymuştur, kazanmıştır ama sandığı kaldırmıştır. Recep Tayyip Erdoğan'ın önüne bir sandık getirilmiştir sandıktan çıkmıştır, sonra da hep sandıktan çıkmıştır, sandığa inanmıştır. CHP'nin bugün Türkiye'yi yönetecek ciddi söylemlerinin olmadığını düşünüyorum ben. Ve olmasını da çok isterim. CHP keşke %25’lik bir parti değil de, % 35’lik bir parti olsa! Hem onlar yarışsa, hem biz yarışacak, biz de elimizdeki iktidarı kaybetmemek adına çok daha fazla ter akıtsak. Gözyaşlarıyla ter yaşları beraber aksa keşke. Ben CHP’de böyle bir ışık görmüyorum.
“YEREL SEÇİMLERDE HDP, CHP’YE OY VERECEK”
Ama CHP. bu seçimde biraz oy oranlarını artıracak. Artırma sebeplerini söyleyim. Zımnen HDP’nin batıda, Güneydoğu Anadolu’da 60'a yakın belediyeleri vardı, kayyum atandıktan sonra azaldı bunlar, HDP, bu yerlerin haricinde her yerde CHP'ye oy verecektir. Ve bu oy da az bir oy değildir %5 ile % 6 arasında bir oydur. Bu oy CHP'ye gidecektir ve bu oy aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nun yerini sağlamlaştıracak, Muharrem İnce'nin de hayallerini suya düşürecektir. Bu bilinçli bir hamledir, Kılıçdaroğlu'nu orada tutma hamlesidir.
“MÜSLÜMAN KÜRTLERE DİYORUM Kİ: HDP’YE OY VERMEYİN”
Bu bir şekilde ahde vefa mı, milletvekili seçimlerinde HDP’nin meclise CHP sayesinde girmesine karşılık, CHP’ye yerel seçimlerde üstünlük sağlanması?
HDP’nin oyları % 13 falan değil. Normalde HDP’nin % 4-5 arasında bir oyu var. Seçim kanunu değişirse ve baraj %5’e inerse HDP’nin ne kadar oy alacağını göreceğiz. O zaman CHP'liler buraya yüklenmeyecekler. Sırf barajı açsınlar diye CHP’lilerin bir kısmı buraya oy verdi. Hatta barajı aşsın diye AK Parti'ye oy veren Kürt kökenli seçmen de oy verdi. Bu da çok dikkat çekici bir şeydir. HDP, Türkiye'de PKK'nın uzantısıdır. Bir gün PKK'yı kınamış olan bir parti değildir. O nedenle ben HDP’lilerin hem Kılıçdaroğlu'nu muhafaza etmek adına, hem CHP'yi biraz yükseltmek adına, hem Muharrem İnce'nin önünü kesmek adına, hem de AK Parti'ye karşı bir hamle yapma adına CHP’ye oy verecek. Çünkü lazım belediyelerde CHP ile HDP birlikte olurlarsa AK Parti'ye karşı bir hamle yapacaklar. Burada ülkücüler ve Müslüman Kürtler belirleyici rol oynayacaklar. Ben Müslüman Kürtlere diyorum ki: HDP ye oy vermeyin. Ülkücülere diyorum ki: Ferasetli, bilinçli oy verin. Müslüman Kürtler, HDP’de Kuranı Kerim derslerinden, Peygamber Efendimizin hayatını okutmamızdan rahatsız olan milletvekilleridir.
Onların çoğunluğu için hasta ruhlu insanlardır, komünist, dinsizdir, demiştiniz…
Marksist, Leninist bir harekettir. Kuran-ı Kerim'de iffetli olmanın önemini anlatmaktadır. Peygamber aynı zamanda evlilik dışı beraberliğin zararlarını söylemektedir. “Bundan rahatsızlık duyuyoruz muhafazakârlıktır, bu bir cinsiyet ayrımcılığıdır” diyecek kadar da, akıllarını peynir ekmekle yemiş milletvekilleri var.
“MHP İLE İTTİFAKIN TEMELLERİ 1991’DE ATILDI”
“HAREKET, HARARETİ, HARARETTE CAZİBEYİ DOĞURUYOR”
7 Haziran seçimlerinde AK Parti’nin 3. havalimanını kim istiyorsa, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü kim istiyorsa, Ovit Tünelini kim istiyorsa onunla koalisyon yapacağını söylemiştiniz. MHP ile ittifak bu uyumun bir göstergesi mi?
Ben siyaseti doğru okumaya çalıştım. CHP istemediğine göre bunları. Zaman zaman Anayasa Mahkemesi'ne götürdüğüne, Gezi olaylarındaki istemezükçülerle hareket ettiğine göre bunlarla bir koalisyon istemiyorum, demektir. Milliyetçi Hareket Partisi ile ittifaka gelince de bunun temelleri 1991'de atıldı. Temellerini Türkeş ve Erbakan attı. Barajı aşmak için iki parti ittifak yaptılar, yine aşamazsın dediler. Bu iki partinin kırılma noktası, Türk siyasi hayatında rol alma anı, 1991 seçimleridir. Sonra da bu ittifak 1995’te Sayın Yazıcıoğlu, Sayın Erbakan hükümetinde tecelli etti, ve Recep Tayyip Erdoğan-Muhsin Yazıcıoğlu arasında şimdi de Sayın Devlet Bahçeli şeklinde devam ediyor. Tabanlar aynı, bir taraf Refah Partisi geleneğinden geliyordu, bir tarafta MHP geleneğinden geliyordu. Halk bu iki yapının ittifakların da memnuniyet duyduğunu ve bunları büyüttü. Biz merkezin partileriyiz mesajı verdiler. Adalet, kalkınma, ekonomi hamleleri sizi milletin yanına çekti çünkü siz cazip olmaya başladınız. Hareket harareti doğuruyor, hararette cazibeyi doğuruyor. Ben ittifak görüşmelerinden ziyadesi ile memnunum. Şurada şu aday olacak burada bu aday olacaktan ziyade genel başkanlar, her iki kitlenin oyunu alabilecek insanları aday yaparak başarılı olacaklarını düşünüyorum. Çok dikkatli olmak gerekir. MHP’lilerin çıkarttığı aday, Ak Parti tarafından kabul görmezse başka partilerin ekmeğine yağ sürmek olur. Ak Parti’nin çıkarttığı aday, MHP tarafından kabul görmezse de aynı şey olur. O şehrin sosyal kültürel, siyasi yapılarının iyi değerlendirerek aday tespitinin yapılacağını düşünüyorum.
“YENİ ADAYLARLA ÇIKMAK LAZIM”
“ERDOĞAN’IN DA, BAHÇELİ’NİN DE ‘VAKTİN OĞLU’ OLACAĞINA İNANIYORUM”
Yani partilerin daha önce kazandığı kesimlere göre tercih yapılmalı diyorsunuz?
Ben her iki parti liderinin de eskiyi geride bırakıp bugüne göre siyaset yapacaklarını düşünüyorum. Mevlana'nın çok güzel bir sözü var: Dünkü günün sabahı dünde kaldı cancağızım, bugün yeni bir sabah, yeni bir şeyler söylemek lazım. Şimdi yeni adaylarla çıkmak lazım. Mevcutlardan yıpranan varsa MHP onu değiştirecektir. Eğer mevcutlardan memnuniyet varsa, şehri kucaklıyorsa, o insanlarda karar kılınacaktır diye düşünüyorum. Mevlana Mesnevisi “Dem bu demdir...an bu andır diye başlıyor” Önemli olan ibnü’l vakt olmak. Vaktin çocuğu, babası, anası olmak. Ben Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın da, Sayın Bahçeli'nin de vaktin oğlu, babası, anası olacaklarına inanıyorum.
"DÜŞÜK PROFİL İFADESİ ŞIK DEĞİL"
Bu ittifakta adaylar açısından istenen sonuca ulaşılamazsa da, totalde kaybeden olmaz görüşünde misiniz, bir de bu ittifakın imkansızı nedir?
“Düşük profilli aday” gibi şeyler şık şeyler değil. Bütün siyasetçiler yüksek profillidirler. Bir yere aday olan adama düşük profilli derseniz, bu sizin hem partimize hem de kendinize hakarettir. ‘Düşük profilli’ ifadesi kullanılmayacak. Her parti kendi adayını gösterecek, millette buna teveccüh edecek. Adayların şehri kucaklaması lazım. Ve bir gün hesap vereceğine inanır. Üç türlü hesap verme vardır; sandıkta, vicdanında ve büyük din gününde hesap verir. Burada liderler kazanımlarını kaybetmek istemeyeceklerdir. Sadece liderler değil, partiler kazanımlarını kaybetmeyecektir sadece partiler değil Türkiye’nin kazanımlarını kaybetmemesi lazım.
“KIRILDIM”
24 Haziran'da Manisa'dan yapılan 78 başvurudan biriydiniz. Son paylaştığı raporlara göre son 54 günde 150'yi aşkın programa katıldınız. Ama seçilemediniz. Ak Partiye kırgınlığınız var mı?
Ben kırıldım. Üzüldüm. Kararı doğru bulmadım. Çalışkansa çalışkanım, bunu söylediğim zaman birileri genel merkezi tehdit ediyor diyorlar, genel merkez layüsel değil ki, tartışılamaz değil ki. Ben diyorum ki: Bende ne kusur gördünüz de beni aday yapmadınız? 1.sıra milletvekili idim, Genel Başkan Yardımcısı idim, kürsülerde mi yanlışlık yaptım komisyonlarda mı? 15 Temmuz darbe komisyonunda Fethullah Gülen'in sahte raporlarından başlayarak , sahte emekliliğine kadar çıkartmış bir insanım. Ve hedef olmuş bir insanım. Parti disiplinine uyan bir adamım. Ara sıra fikir ayrılıklarımızın olması doğal değil mi. Peygamber efendimiz döneminde de sahabeler arasında farklılıklar vardı. Hatta alimlerin fikirleri arasındaki farklılıklar rahmettir diye söyleniyordu. Ama bu genel merkezin takdiridir. Önemli olan milletin gönlünde taht kurabilmektir. Daha sonra düşündüm, bunda da vardır bir hayır, dedim. Hayırdan şer, şerden hayr doğar, dedim. Kadere iman edenler kederden emin olurlar, dedim. Sizi aday yapanlar şimdi adayı yapmadılar, dedim. Ama millete sorulsaydı, millet benim aday olmamı isterdi, tercihli sistem olsaydı bir sıraya gelirdim, Ama sayın genel başkan ve parti yetkilileri böyle uygun gördüler.
“CUMHURBAŞKANI 1,5 YIL ÖNCE MANİSA’YA HAZIRLAN DEDİ”
“ANKETLERDE BEN ÇIKIYORUM”
Ülkücü gelenekten geliyor olmanız sizin bir şansınız, Ak Parti geleneğinden geliyor olmanız yine ikinci bir şansınız. Ahmet Hakan sizin için "Sayıları çoğalsın" diye yazmıştı. Büyükşehir Belediye Başkanlığında bu yönde bir iddianız var mı?
Büyük şehirle ilgili şahsımın bir düşüncesi yok. Ama sayın Cumhurbaşkanı bana 1,5 yıl önce “Buraya hazırlan” demişti. Anketlerde siz çıkıyorsunuz, demişti. Ama bir o günden bugüne köprünün altından çok sular geçti. Bütün partilerin yaptırdığı anketten benim çıktığımı biliyorum. Manisa'da herkesin tarafında teveccüh gördüğüme inanıyorum. Çünkü marifet iltifata tabi. Ben siyaset yaparken ayrımsız siyaset yaptım. Günde 200-300 telefon görüşmesi yaptım. Ve ben bir yandan tavan, bir yandan taban siyaseti yapıyorum, komisyonlarda çalışıyorum, hem kürsüde çalışıyorum, Manisa'da gitmedik köyü bırakmıyorum, her muhtarı her yatırımı takip ediyorum. Ben siyaseti adam gibi yaptım. Elimi kirli etmedim. Bireysel ayıplarım olabilir, kulum. Büyükşehirle ilgili olarak da; halk, STK’lar, teşkilatta beni istiyorsa, genel merkez de evet derse aday olurum. Ülkücüyüm MHP'liler itiraz etmezler, BBP’liler itiraz etmezler BBP Genel Başkan yardımcısıydım, hapishaneler gördüm, bedel ödedim, istikbalimi verdim, sağlığımı verdim, ama aynı zamanda AK Parti genel başkan yardımcılığı, 3 dönem milletvekilliği yaptım, bütün şehir beni tanıyor. Sırrı Sakık'ın benimle ilgili ilginç bir tespiti vardı: "Ülkücüsünüz, Türksünüz ama bizim Kürtler sana ‘baba’ diyorlar."... Ben, "Vatandaşıma ayrımsız çalıştığım için onlar bana baba diyorlar" dedim.
“CHP’DEN, HDP’DEN OY ALIRIM”
Eğer teşkilatlar, kadın kolları beni istiyorsa, genel merkez de bu sese kulak verirse, biz aday oluruz, kazanırız. Şu anda AK Parti olarak orada 24 Haziran’da 360 bin oy aldı. Biz bunu 460 bine çıkartırız, hatta üstüne de çıkarız, İyi Parti'den, MHP'den, CHP'den, HDP’den, BBP’den, Saadetten oy alırım, Ak Partinin oylarını muhafaza ederim. Ben orada her kesimden; Türk, Türkmen, Alevi, sağcı, solcu, dinli dinsiz iltifat gören bir birisiyim. Çünkü ben herkese hizmet ettim, hizmetimi yaparken de şu partili bu partili demedim. Evet AK Parti'den seçildim ama ben Manisalıların milletvekiliyim diyerek her telefonu açtım. Gece bir buçukta kızımız kaçtı diyenlerin kızını bulmak için kendimizi görevli atfettik. Hz.i Ömer'in dediği gibi, Fırat'ın kenarında koyun kaybolsa bizden sorarlar diyerek ben o şehrin Ömer’i olmaya çalıştım.
“KAZANIRIM, AK PARTİ'YE HEDİYE EDERİM”
“MANİSA’DA %50’NİN ÜZERİNDE OY ALIRIZ”
“İZMİR’İ GEÇECEĞİZ”
Büyükşehir Belediye başkan adaylığı olursa "Kazanırım ve AK Parti'ye hediye ederim. Ve %50 civarında oy alırım" diyorsunuz.
Kazanırım, bunu AK Partiye hediye ederim, %50’nin üzerinde oy alırız, Bizim oyumuz şu anda Manisa'da %40 daha önce %46 aldık, Bu oyu % 50'nin üzerine çıkarırız. Her referandumda biz %50’nin altında oy aldık ve Türkiye'ye yük olduk. Manisa'da alacağımız Büyükşehir Belediye Başkanlığı aynı zamanda Muğla'ya, Aydın’a, İzmir’e moraldir. Burası şehzadeler kentidir. Şehzadeler kentinin başka şehirler üzerinde siyasi, ekonomik olarak etkisi olur. Aynı zamanda kalkınan bir şehir, ihracatta 7. sırada, İzmir bizim önümüzde, geçeceğiz. Eski Başbakan sayın Binali Yıldırım bir milletvekili olarak “İzmir geçeceğiz” dememizden rahatsız olabilir, üzülebilir ama aynı zamanda bir TBMM Başkanı olarak da sevinir. İddialıyız ekonomik alanda İzmir'i geçeceğiz.
"İTTİFAKA GEREK YOK YARIŞMAK GEREKİR"
"BELİRLEYİCİ OLAN HALKTIR"
Peki Sayın Bahçeli İstanbul'da aday göstermeyeceklerini açıkladı... Bu da Manisa ve Ankara adaylarını Ak Parti'nin desteklemesini istemek şeklinde yorumlandı. Bu durum sizin adaylık ihtimalinizi de riske sokuyor. Nasıl değerlendirirsiniz?
Belediyelerde, MHP ve AK Parti dışında kazanma şansı olmayan yerde ittifak yapmaya gerek yok, yarışmak gerekir. MHP ve AK Parti'nin siyasi nezaket içerisinde yarışması lazım. Geri kalan kısımlar ile ilgili değerlendirme ise sayın genel başkanlar mutlaka yaparlar. Belediye meclis üyeleri, ilçe belediye başkanları, il başkanlıkları var, bu nedenle bunun zorluklarını da görmek gerekir. Ben Manisa'da böyle bir ittifak olacağını zannetmiyorum. MHP ile AK Parti'nin adayları yarışırlar. Kim kazanırsa o devam eder. Zaten burada en belirleyici unsur halk olacak. İyi adaylarla çıktığınız sürece halk onu destekler. Bu medeniyetin çok güzel bir özelliği var, çok büyük bir ön görüye sahip, 1000 yıllık bir kültürü var. Bu konuda belirleyici olan halktır.
“OYUN YÜZDESİ DEĞİL, BAŞKANLIK SAYISI ÖNEMLİDİR”
Belediye seçimlerinde CHP'nin HDP nin desteği ile oylarını yükseltebilme ihtimalinden söz ettiniz. AK Parti’nin MHP ittifakıyla oylarının yükseleceğine mi inanıyorsunuz, yerel sonuçları ne olur?
AK Parti'nin oyları ile MHP'nin belediye sayısı artar MHP'lilerin oyları ile beraber AK Parti'nin belediye başkanlığı sayısı artar. Mesele, oyun yüzdesinden ziya de alacağımız belediye başkanlığı sayısını artırmaktır. Çünkü sayı ile beraber hizmetler başlayacaktır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile ilçe belediyelerinin elini buluşturmak çok önemlidir. Birlikte hizmet ederseniz hizmet daha çok yapılır. Ve ortak akıl çok daha rantabl olur.
"BAHÇELİ TECRÜBELİ BİR SİYASETÇİ"
"Demokrasi, bilenlerin ve ahlaklı olanların kurabilecekleri bir rejimdir" tanımını çok kullanıyorsunuz. Sayın Bahçeli bu tanıma uyuyor mu mesela? Demokrasiyi birarada götürme yetisine sahipler mi?
Sayın Bahçeli tecrübeli bir siyasetçi. Siyasette farklılıklar olur. Siyaset kurumu önceliğini ne kendisi, ne partisi yapmalıdır, önceliğini “Türkiye” yapmalıdır. Bu noktada Sayın Bahçeli'nin “Önceliğimiz Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemidir” demesinden memnuniyet duyuyoruz, zaman zaman farklılıklarımız da olacak. Her konuda bir ve beraber olmayacağız. Ama bazı stratejik ve önemli konularda bir ve beraber olabiliriz. Anayasa ve yasalar ittifakı Belediyelerde yasaklamış. Bir seçim işbirliği, protokol işbirliği yaparsa bundan memnuniyet duyarız. Ama bazı yerlerde bazı adaylara da dikkat edilmesi gerektiğini düşünürüm. Sayın Bahçeli tecrübeli bir siyasetçi ve tecrübesini de Türkiye için kullandığını düşünüyorum.
"15 TEMMUZ'DA TÜRKİYE'NİN BÜTÜNLÜĞÜNE İMZA ATTIK"
Darbe komisyonundaki göreviniz çok önemliydi, Başkan vekiliydiniz. Ve oradan Batıyı arkasına alan darbeler sonucuna vardınız. Şu an yaşanan ekonomik tablo ile bir bağlantı kurmak istersek, 15 Temmuz’da insanlar tankların önüne kendilerini attılar. Halkın ekonomik saldırılara karşı ellerinde nasıl bir silah olmalı?
15 Temmuz'da ordu içerisinde darbecilerle beraber olmayan subaylara, emniyet mensuplarına, medya mensuplarına, siyasetçilere ve genlerinde Malazgirt’ten bu yana kahramanlık taşıyan milletime çok teşekkür ediyorum. Burada Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a güvenmiş olmaları da çok önemli. O konuşması çok önemliydi. Sokağa çıkalım diye ilk tweeti ben atmıştım. Silahımı alarak Çankaya Köşkü'ne ben gittim. O gün bir darbeyi yendik, o gün Türkiye'nin bütünlüğüne imza attık. Cengiz Aytmatov’un bir romanı vardır, ‘gün olur asra bedel’ diye. O gün asra bedeldi. Yüzyıllık birikimimizi, yüzyıllık geleceğimizi kaybedecektik. Bugün kim, nerede, ne yaptıysa herkese müteşekkiriz. Tarihte, melekler de onları yazdı. İkinci olarak bugün ne yapmamız gerekiyor; bugün yerli malı kullanacağız, tasarruf edeceğiz, bütün liderler tabanlarını konsolide edecek. Ve aynı zamanda iktidar iktidarlığını, muhalefet de muhalefetliğini doğru yapacak. Her iki kesimde Türkiye için çalışacak, partileri için çalışmayacaklar, buna çok dikkat edecekler. Türkiye çok zengin bir ülke ve kaynak sıkıntısı da yok.
Sözünü ettiğiniz liyakat sistemi hayata geçti mi?
Bugünkü MGK yapısında, Cumhurbaşkanlığı sistemi referanduma bu şekilde sunulmuştu ve millet tarafından onaylanmıştı. Bunun zaman içerisinde oturacağını, zaman içerisinde müsbet bir şekilde halka yansıyacağını düşünüyorum.
"FETHULLAH GÜLEN ÇOK BÜYÜK BİR GÜNAHKÂR"
Darbe komisyonunda diğer darbeleri de inceleme şansı buldunuz. 17-25 Aralık darbesinden sonra "Millet kendini ateşe atana acımaz” sözünü sarfettiniz. Milletin son ateşi mi sizce 15 Temmuz?
15 Temmuz, egemen güçlerin Fethullah Gülen eli ile bir nesli ateşe atmasaydı. Aklını birilerine kiraya verenlerin ateşe atılması idi. Yandılar ama dolaylı olarak Türkiye'ye de yaktılar. Türkiye'ye de yazık ettiler, itibarımızı sarstılar, bir nesil kayboldu. Fethullah Gülen çok büyük bir günahkar. Batı ile işbirliği yapan bir işbirlikçi. Yönetme hırsına kapılmış birisi. Zaman zaman kendisine Mesih ve Mehdi diyen, sahte emekli maaşı alan birisi. Müslüman yalan söylemez, önce yalan söylememi öğrenecekler. Milletin bu ateşe atılanlara: Size acımıyoruz, neden kendinizi, Türkiye’yi, ateşe attınız, neden bizim itibarımızla oynadınız şeklinde bir cevabıydı. Millet; Menderes'in, Deniz Gezmiş'in, 12 Eylül'de asılan ülkücülerin, 71’in, 28 Şubat’ın, post modern darbelerin hesabını sordu. Millet bütün darbelerin hesabını bir gecede sordu. Bu millet büyük bir millet. O nedenle bir daha kimse bu tür demokrasi dışı ateşlere atlamasınlar.
"BİLGİ KİMDEYSE DÜNYANIN EFENDİSİ ODUR"
Atlamasınlar ama… Onların psikolojik yapısını incelediğimizde önemli tespitlere ulaşıyoruz, hatta Sayın Erdoğan'ın 2013'te "haşhaşiler" kavramını kullanıyor, 2015'te "mankurtlar"diyor. Hakikaten bu insanlar bir tür bilinçsiz köle mi sizce? Hatta siz FETÖ’ye alet olan 1,5 milyonun CIA ajanı olduğunu söylediniz.
Bilerek veya bilmeyerek CIA ajanı oldular. Hiçbir devlet bu kadar gönüllü ajan bulamazdı. Bir adamı satın aldılar ve bir adamla birlikte bir kitleyi de kendi kirli emellerine alet ettiler. İslam, hür aklı emrediyor. Peygamber Efendimize bile soruyorlar: Bu senin görüşün mü, Allah'ın görüşü mü, senin görüşün ise tartışırız. Allah'ın görüşü ise ‘eyvallah’ diyorlar. Bütün tarikatlar da da bir akıl vardır. Şeyhimin yaptığında hikmet vardır diye aklını yitirmiş kişilerin peşinde koşarak ateşe atılmak, veya birileri tarafından satın alınmış kişilerin peşinden koşarak ateşe atılmak yoktur. Bir gün Emir Külal bir çizgi çizer, ikinci emre kadar buraya geçmeyin der talebelerine. Şah-ı Nakşibent gelir, Bahattindir adı, 17 yaşındadır, çizgiyi geçme derler ama o geçer. Ne iyi ettin de geldin Bahattin, şimdi seninle beni bu batıl çizgi mi ayıracaktı, der. İslam’da akıl çok önemlidir. Allahu Teala Kuran’da “akletmez misiniz” diye belki onlarca yerde söylüyor. Bugün Türkiye'de herkesin her konuyu (Mehdi, Mesih) irdelemesi gerektiğini düşünüyorum. Son peygamber Hz. Muhammed olduğu halde ben Peygamberim diyen kişiler ve onun ümmeti var bugün. Müslümanların çok ciddi şekilde bilgi ile tanışmaları gerekiyor. Bilgi kimdeyse dünyanın efendisi olur. Kim aklediyorsa dünyanın efendisi onlardır.
“ESAS DARBE 15 TEMMUZ DEĞİLDİR, 17/25 ARALIKTIR”
“15 TEMMUZ HARAKİRİDİR”
"15 TEMMUZ'DA ÇOK YÖNLÜ DİRENİŞ VARDI. 17/25 ERDOĞAN'IN DİK DURUŞUDUR"
Bilgi bizim bu tehlikeyi farketmemize, önüne geçmemize yetecek mi gerçekten. Darbe komisyonundaki incelemelerinizde FETÖ'nün dünyanın en tehlikeli örgütü olduğuna kanaat getirdiniz. Çünkü FETÖ; emekliliği, pasaportu sahte yollarla elde etmiş ve Manisa'da akıl hastanesinde yatmış. Bilgi ile tekrar doğmasına engel olabilir miyiz?
Dünyanın en tehlikeli örgütü, arkasında CIA var. Arkasında başka ülkelerin ajanları var. Ve bu örgüt gardrop usulü çalışıyor. Bu örgüte geçmişte iyi niyetlerle bağlanmış, Allah demiş Deccal çıkmış, Peygamber demiş şeytan çıkmış. Bu kişilerin özeleştiri yapması lazım. Sadece bunların değil herkesin özeleştiri yapması gerekiyor. Eleştiri herkesin yapacağı özeleştiri erdemli insanların yapacağı bir iştir. Eleştiri kolaydır, bir bedeli yoktur ama özeleştirinin bir bedeli vardır. Bu yapının ‘niye darbe’, ‘niye yalan’, ‘niye takiyye’, ‘neden sahte emeklilik’, ‘neden Amerika’, ‘neden Türkiye’ye gelmemek’ , ‘neden soruları çalmak, neden hırsızlık’ sorusunu sorması lazım. İslam'ın istemediği, Peygamberimizin yapmadığı her fiilin burada olduğunu görmeleri gerekiyor. Ama bakıyorsunuz burada; yalan, hırsızlık, takiyye, haram var, kendini saklama kadına içki içmek var. Bir kısmı dindar, iyi niyetle sarılmışlar, Peygamberimizi rüyasında görecek kadar samimi insanlar. Bir tarafta ise bunu ticarete bulaştıran, bundan rant elde etmek isteyenler, bir kısmı ajanlık yapanlar bir kısmı Türkiye'yi ele geçirmek isteyenler, bir kısım hırslarıyla kinlerinin kurbanı olanı olan, din ile hırsın bir arada olamayacağını bilemeyecek kadar ahmaklaşan gruplar. Sayın Recep Tayyip Erdoğan bunu söylerken, ben de şöyle söylemiştim: Washington’dan bir uçak kalkacak, İstanbul'a inecek, güya Osmanlı'nın devamı halife olarak inecek. Ve Türkiye'de sistemi değiştirecekti ama değiştirirken de Türkiye'nin egemen güçlere tamamen payende olmasını sağlayacaklardı ve kazanımlarımızı kaybettireceklerdi. Türkiye ne zaman ekonomik olarak doğruluk faizler ve enflasyon aşağı çekilip kalkınma hızı yükseldiyse darbe olmuştur. 17/25’te Türkiye, en düşük faiz ve enflasyon oranları yakalamıştır, kalkınma hızı çok yüksektir ve darbedir, 15 Temmuz’da onun devamıdır. Esas darbe 17/25 Aralık’tır. Esas darbe 15 Temmuz değildir. 15 Temmuz son bir hamledir, harakiridir. 17/25’teki dik duruş, Recep Tayyip Erdoğan'ın, siyaset kurumunun, bürokrasinin dik duruşuydu. 15 Temmuz’da ise çok yönlü bir direniş vardı medyası, siyaset kurumu, askeri, polisi, milleti. Eğer 17/25 Aralık’ta yenilseydik 15 Temmuz o gün olmuştu. Egemen güçler Türkiye'yi ipotek altına alacaklardı. Şimdi de ekonomik krizle ipotek altına almak istedikleri gibi burada siyaset kurumunun da çok akıllı davranması gerekir.
“CHP, 'F TİPİ' DEDİĞİNE ALKIŞ TUTTU”
Gerçekten öyle ama FETÖ konusunda sadece iktidar cephesinin değil, muhalefetin de duyarlılığını en üst noktaya taşıması gerekiyor. Muharrem İnce’nin, Fethullah Gülen ile Sayın Erdoğan’ın görüştüğü iddiası asılsız çıktı, siz ise Papa 2. Jean Paul görüşmesine Bülent Ecevit'in aracılık ettiğini, Kılıçdaroğlu’nun ise 17 Aralık’tan bir hafta önce ABD’de Fethullah Gülen’e ait bir enstitüsünde görüştüğünü söylediniz. FETÖ gerçeğini görmek istemeyenleri nasıl bir son bekliyor?
Ecevit olduğunu söylemedim de, Ecevit’le görüşme yaptıktan sonra gitti görüştü. Kılıçdaroğlu ve arkadaşları (Faruk Loloğlu, Aykan Erdemir) onun enstitüsünde, Amerika ve New York’ta görüşmeler yaptılar. Bu görüşmeler sonrasında da “bu cemaat diğer cemaatlere benzemiyor, bu cemaatle işbirliği yapacağız” dediler. 17/25 Aralık olduktan sonra da dün F tipi dediklerine bugün alkış tuttular. Ve bunların gazeteleri, televizyonları kapatılırken de oralara giderek “demokrasiyi ayaklar altına alıyorsunuz, çok sesliliği ortadan kaldırıyorsunuz gibi demeçler verdiler. Düşmanımın düşmanı dostumdur diyerek dünkü F tipi dedikleri yapıyla birlik olup, Ak Parti’yi yenmek istediler. Birgül Ayman Güler hanımefendi, “buranın terörist faaliyet, çete olduğunu AK Parti gördü ve mücadeleye başladı, biz çete olduğunu bildiğimiz halde, Bugün kötü olduğunu bildiğimiz bir yapı ile işbirliği yapıyoruz” dedi. Amaçları Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek, kendi siyasi başarısızlıklarını ört bas ederek buradan bir başarı devşirmeye çalışmaktı.
“HAVALİMANININ ADI ‘ATATÜRK’ KALSIN”
Havaalanının ismiyle ilgili gönlünüzden geçen bir isim var mı? CHP’liler yetişmeyecek diyor, Ulaştırma Bakanı bu sözlerin spekültatif olduğunu söylüyor.
29 Ekim olmazda 29 Kasım olur. Bundan bir siyasi rant devşirmeye kalmasınlar. Mümkünse sayın Kılıçdaroğlu ve arkadaşları da bu açılışa davetli olsalar da olmasalar da gelsinler. Bütün siyasi partiler gelsinler. Hepimizin gururu, dünyanın en büyük havalimanlarından bir tanesini yapıyoruz. Adı Atatürk de olabilir, Fatih Sultan Mehmet de olabilir. Ben Atatürk olarak kalsın diye düşünüyorum. Kötü bir Atatürk Havalimanı vardı o havalimanı ortadan kaldırılıyor, orası millet bahçesi oluyor, tekrar bir isim aramaya gerek yok, Atatürk olarak kalsın çünkü Fatih bizim, Atatürk bizim. Fatih Sultan Mehmet Han'ın çok ciddi yerlerde isimleri var, vermeye de devam ederiz, nükleer santraller yapılıyor. O nedenle yine Atatürk olarak kalmasına fayda mülahaza ediyorum.
"MİT DAHA SIK OPERASYON YAPMALI"
"YAKALANAN KİŞİ İLE İLGİLİ SORU İŞARETLERİM VAR"
Ağırlıklı olarak Türkiye içinde faaliyet göstermesinden dolayı şikayet ettiğimiz MİT, bir süredir kritik, uluslararası operasyonlar yapıyor, bunun son örneği Reyhanlı saldırısını planlayan hainin Suriye istihbaratının kalbi Lazkiye'den derdest edilip getirilmesi oldu. MİT'deki bu gelişimi neyle adlandırmak gerekiyor, FETÖ'nün Türkiye'deki gücünün kırılması mı, yoksa MİT'te daha önceleri görmediğimiz özgüvenin yükselmesi mi?
MİT bu operasyonları daha sık yapmalı. MİT, Alman, Rus, İsrail istihbaratı gibi güçlü olmalı. Tabii bu eğitimimizle, ekonomimizle, kültürümüzle doğru orantılı. MİT'in yaptığı son operasyonu dikkatli bir şekilde inceledim, doğru bir operasyon olarak gördüm. Ama aynı zamanda bunların arkasındakileri de yakalamamız gerekiyor. Mesela; PKK'nın liderlerini, FETÖ’nün liderlerini de yakalamamız gerekiyor. Asala’ya karşı operasyon yapan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, aynı zamanda FETÖ’ye karşı da çok ciddi operasyonlar yapmalı, yapıyor da zaten. Bugün Türkiye'de esas darbeyi yapanlar, fiilen yer alanlar yakalandılar ama darbenin arka planında fikri babalık yapanlar, veya bu yapıyı medya, ekonomi noktasında yönetenler Amerika’dalar. Bunlara karşı operasyonlar yapılması lazım. Rusya ile İran ile yaptığımız görüşmeler neticesinde yakalanan kişi ile ilgili de kafamda bazı soru işaretleri olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Gerek İdlip, gerek Suriye konusunda İran ve Rusya ile yaptığımız işbirliği birileri tarafından manipüle edilebilir ona da dikkat etmemiz gerekir. Neden yakaladık, nasıl yakaladık, arkasındaki bazı istihbaratlar kimler, kimlerle yakaladık gibi soruların da sorulması gerekiyor. Çok yönlü düşünmek lazım.
"İDLİP DİPLOMATİK BİR BAŞARI"
Ateşkes tavsiyesi alınan Tahran zirvesinde sonra bu hafta Soçi'de varılan Putin ve Cumhurbaşkanı İdlip konusunda hayati bir mutabakata varıldı. Putin "İdlip'e askeri operasyon yapılmayacak" dedi. Alınan bu sonucu gelecekteki sonuçları bakımından nasıl görmek lazım? Diplomatik bir başarı öyküsü olması dışında bu mutabakatın Türkiye'ye dönük faydaları neler olacak?
Bu diplomatik başarısı. Göçü durdurduk. İnsan ölümlerini durdurduk aynı zamanda görüşmeler sonucunda bir ateşkes yapıldı. Amerika da zaten burası ile ilgili çözümü Rusya, İran, Türkiye ve Amerika devletlerinin yapacağını söyledi. ABD, eğer ateşkes kalıcı olursa memnuniyet duyarız diye açıklama yaptı. Burası grift bir yer, matruşka gibi açıldıkça başka yerler açılıyor. Burada iki devletin; Amerika ve Rusya’nın bilek güreşi var. Ama 3 devletin de çok ciddi bir şekilde gözlemi ve zararı var; İran, İsrail ve Türkiye’nin. Biz Suriye'nin bütünlüğünden yanayız ve Suriye'nin demokrasi ile tanışmasını istiyoruz. Herkes kendi toprağına dönsün, döndükten sonra orada partiler kurulsun ve Suriye'yi Suriyeliler yönetsin istiyoruz. Zaman içerisinde Amerika, Rusya, İran, Türkiye ve Avrupa Birliği'nin bazı ülkelerinin bu noktada hemfikir olacağını düşünüyorum. Daha fazla kan atmamalı. Daha fazla süper devletlerin çeşitli niyetleri ile aşağıdaki çimenler ezilmemeli.
“AF TARAFTARI DEĞİLİM”
"CEZA İNDİRİMİ VERİLSİN"
Muhtemel gözüken veya gündeme alınması beklenen af...Sizin döneminizde de 3.yargı paketiyle 12 Eylül öncesi 7 kişiyi öldürmekten hükümlü olan Muhsin Kehya serbest bırakıldığında teşekkür ettiği isimler arasındaydınız. Affın kapsamı ve vicdanlarda kabulü için sınırlarınız var mı?
Milletvekili olduktan sonra Sayın Bahçeli'nin ve Sayın Yazıcıoğlu’nun yapmak isteyip de yapamadığı, tahliye ettirmek istediği ülkücüler vardı içeride. Bu noktada ben o gün suçlar işlenmedi demiyorum. Sol da, sağ da suç işledi. Bu suçların mevcut hukuk gereği bir karşılığı vardı. Sol örgütler vatan hainliğinden yargılandılar, biz de vatan hainliğinden yargılandık, sonra bizi kaldırdılar, bizi örgütten yargıladılar, vatan hainliğinden yargılananlar daha az ceza alırken, örgütten yargılananlar daha çok ceza alıyordu. O da ben de iki bardak kırmışız. O 17 yıl yatıp çıkıyor, ben 36 yıl yatıyorum. Ben suçlarda ve cezalarda eşitlik olsun diye bu hamleyi yaptım. Benim arkadaşlarımdan 24 yıl yatan vardı. Hatta 33 yıldır yatan sol görüşlünün çıkmasına vesile oldum. Eşber Yağmurdereli devreye girdi. O da Bülent Turan Beyin vermiş olduğu kanun teklifi ile çıktı. Ben af taraftarı değilim, açık söylüyorum. Cezalarda indirim olabilir, cezaevlerinde çok yığılma varsa, insanlara bir şans verilebilir. Af verdiğiniz zaman şunlara vermiyoruz, bunlara veriyoruz olmaz, bu da eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu sefer anayasa mahkemesinden veya başka bir şekilde başkaları da bundan faydalanabilir. Af taraftarı değilim çünkü daha dün bir sürü insan öldürülmüş. Canım sıkıldı öldürdüm diyen adam çıkacak mı yani. Darbe komisyonunda: Menderes’e iade-i itibar yapıldı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları içinde iade-i itibar yapılsın dediklerinde ben: Hayır iade-i itibar olmaz, bizim için de olmaz, ancak biz yeniden yargılanabiliriz, hür mahkemelerde yargılanabiliriz, dedim. Deniz Gezmiş bugün hür mahkemelerde yargılansaydı idam edilmezdi, alacağı en fazla ceza 5-6 yıl örgüt cezası alırdı, dedim. Bu nedenle ben ceza indiriminden yanayım belki denetimli serbestlik süresi uzatılabilir, bu şekilde bütün insanlara yeniden hayata tutunma olabilir ama af taraftarı değilim.
Siz cezaevlerinde hayatını kararttığını söyleyen birisiniz ve hatta az önce "cezaevinde diri diri insanın üzerine toprak örterler" de dediniz. Ben aftan yana tavır izleyeceğinizi düşünmüştüm, şaşırttınız beni. Çokta makul şeyler söylediniz.
“TÜRKİYE, TEMBELLERİN DİYARI OLMAMALIDIR”
Sayın Erdoğan, bizim krizimiz değil dedi, faizler 24, enflasyon %19, müdahalelere rağmen kur yukarı yönlü direncini sürdürüyor. Türkiye'de büyümede %5,2'lik bir rakamı yakalarken bu parasal kıskaç neden bitirilemiyor? Piyasada döviz artışıyla bağlantısı olmayan, üretim azlığı ya da talep fazlası yüzünden yaşanmayan fiyat artışları var, Cumhurbaşkanımız buna dikkat çekti, etiket ve gramaj oyunlarıyla halkı soyanlardan hesap sorulacağını söyledi. Türkiye'yi etiketler ve kur üzerinden pes ettirmeye mi çalışıyorlar?
Türkiye hukuk devletidir kim yanlış yapıyorsa, bürokrasi ve siyaset kurumu yakasından tutmalıdır. Ne burada hiçbir ayrım yapmaksızın tutulmalıdır. Kimse de yanlış yapanın arkasında durmamalıdır. Koreliler, İstanbul'a ziyarete gelmişlerdi her iki üç saatte bir bunlara eşlik ettik, 2-3 saatte bir durup dinleniyorlar ve bir şahıs geliyor bunları anlatmaya başlıyor: Kore’de daha çok üreteceğiz, daha çok işler yapacağız. Bak şimdi 40 bin dolar, eğer biraz durursak 38 bine düşeriz, orada bir tanesi de demiyor ki, biz aylardır Kore'de çalışıyoruz, 10 günlüğüne tatile geldik zehir etme, Ayasofya’yı görüyoruz, Sultan Ahmet’i görüyoruz...hiç kimse itiraz etmiyor ve ara sıra da not alıyorlar. Türkiye, çalışkan, üreten, tüketirken de israf etmeyen insanların diyarı olmalıdır. Türkiye tembeller diyarı olmamalıdır. Türkiye'de bir zamanlar çok yanlışlar yapıldı, 38 yaşına gelen insanlar emekliye ayrıldı, bunlar doğru şeyler değildi geçmişin sıkıntılarını yaşanmaktadır, Mutlaka ithal ettiği ürünleri Türkiye'de nasıl üretebiliriz diye kafa yormalıdır. Ehem ile mühimi ayırt edecek olan Bakanlarımızdadır görev.