"Siyahlar nedir ve bu arada ne renktirler?"
Yukarıdaki sözler bana ait değil, ünlü Fransız oyun yazarı Jean Genet’e ait. Jean Genet ‘’Les Nêgers’’ (Zenciler) oyununa yazdığı önsözde, her şeyin bu soruya bağlı olduğunu söylüyor. "Siyahlar nedir ve bu arada ne renktirler?". Bu sorununun çok güçlü çağrışımlara neden olabileceğini biliyorum en azından bugün bu koşullarda, böyle bir soruyu gündemleştirmenin tahmin edilebilir sebeplerini siz de kestirebiliyorsunuz? Türkiye’de kelimenin tam anlamıyla siyah olmaktan kaynaklanan ve özü deri rengine dayanan bir reel siyahi sorun yoktur. Ama mecazi anlamıyla bizde de ‘’siyahların’ ’olduğunu ve hatırı sayılır bir "siyahi" kitleye sahip olduğumuzu aklı başında hiçbir insan yadsıyamaz. Türkiye’de siyahlar yok ama benzer konumda olan Kürtler var.
Bu veciz lafın benim zihin prizmamda nasıl kırıldığını ifade ederken, bir yandan da Kürt meselesinin bugününe dair bir şeyler söyleme gayreti içinde olacağım. Özellikle 2010 yılından bu yana Kürt coğrafyasının bilinen bütün yüzeylerinde gelişen siyasi süreçler, neredeyse şaşmaz bir kesinlikte hep aynı sonuçları doğurdu ve Kürtlerin ikiyüzyıllık siyasi paradigmasının, deyim uygunsa en net şekilde iflasını belgeledi. Sadece 2017 yılında yaşanan, Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumu, ardından gelen Kerkük faciası ve onu takip eden Afrin bozgununu bu yeni iflasın ürünleri olarak görmek ve yorumlamak hiç de haksızlık ve abartı sayılmaz.
Bağımsız, birleşik ve yekpare bir Kürdistan fikri, siyaseten makbul ve destek bulan bir fikir değil. Daha doğrusu içinden geçmekte olduğumuz konjonktürün ilgi duyduğu, yatırım yaptığı ve öncelikleri arasına aldığı bir fikir ve siyaset biçimi değil. Ortadoğu statüsü tarihin hiçbir döneminde hiç bu kadar zayıf düşmedi. Statünün devamından yana olan güçler yine tarihlerinin hiçbir döneminde uluslararası ittifakların dışına hiç bu denli itilmediler ve statünün devamından yana olan güçler kendi içlerinde hiç bu kadar iç sorun ve parçalanmışlık tablosu sergilemediler. Yani, sağlam bir fikir için, hayatta karşılığı olan siyasi ortam ve koşullar hiç bu kadar uygun hale gelmemişti. Peki ne oldu? Kocaman bir hiç! Aslında tam tersine, Bölgesel Yönetim sadece Kerkük’ü kaybetmedi, Irak Merkezi Hükümeti nezdinde itibarını, gücünü ve siyasi manevra kabiliyetini yitirdi.
Türkiye’de çözüm süreci ve çatışmasızlık periyodu avuçların içinden kayıp gitti. Bu kaybın faturası Suriye siyasetinde daha ağır maliyetlerle ödetildi. Öyle ki Türkiye’de yasal siyasetin bütün olanakları heba edildi. Barış, yerini daha sert siyasi müdahalelere bıraktı. Bu siyasi süreçlerden kimin kazançlı çıktığını tartışmak ya da böyle hesap yapmak artık aklın israfından başka bir şey değil. Kürtler bütün bu süreçlerden kazançlı taraf olarak çıkmadılar.
Bu bilgiyi akılda tutarak şimdi tekrar Jean Genet’in sorusuna, soruyu biraz bükerek, dönebiliriz. Kürtler nedir ve bu arada ne renktirler? Artık aklı başında herkes bu soru sorulduğunda haklı olarak, "Bu soru ile kast edilen şey nedir?" demek zorunda. Eğer ezilmeye karşı, devlete karşı şu ya da bu özgün kimliğe vurgu yapılarak, bu soru devreye sokuluyorsa, sorulması lazım gelen tek soru şu olur; savunulan kimliğin tam siyasi anlamı nedir? Bu kimlik kendi içinde edinilmiş bir mülk değil de başka türlü iş görebiliyor mu?
Kürtler ikiyüzyıllık Kürt siyasetini dokunulmaz bir mülk gibi görmekten vazgeçmedikçe, bu siyasetin başka türlü iş görmesi mümkün değil. Mülkiyeti tartışmalı bir arsa üstünde gecekondular yapmak, başka türlü görülebilecek işlerin önündeki en büyük engeldir.
Bu konjonktürde ve bu siyasi süreçte Ortadoğu gerçekliği Kürtlere elzem olarak iki siyasi karar ve davranışı dayatıyor: 1- Şiddet ile bağınızı kesin ve şiddete dayalı siyasi programlar ve çözümlerden uzak durun. 2- Bağımsız, birleşik ve total bir Kürdistan hiçbir haliyle gerçek değil, onun yerine, daha parçalı daha lokal ve yerel çözümlere odaklanın.
İran’ın fiili olarak kontrol ettiği Doğu, Güney ve Batı parçalarında Bağımsızlıkçı düşünce en itibarlı aktörlere rağmen gerileyip, kendi eşiğinin dışına çıktı. Türkiye’nin terörizm etiketiyle paketlediği siyasi hareketin hiç manevra alanı kalmadı. Hendek-köstek savaşı, bu fikrin ölüm fermanını imzaladı.
Şimdi soru şudur; Kürtler, Kürt meselesini kendi özel mülkü olarak görmekten vazgeçip, bu meselenin başka türden iş görmesine imkan tanıyacaklar mı? Kürt meselesini herkesin sahiplenebileceği bir mesele olarak, onu yeniden yorumlayıp herkesin katılımına açabilecekler mi? En önemlisi de Kürtlerin dışında kalan diğer ötekilerin nezdinde bu meseleyi bir tehdit meselesi olmaktan çıkarabilecekler mi?