Siyasal Hayatın Kırılmaları ve AK Parti
Vedat Bilgin ‘Türkiye Tartışmaları: Batılılaşmadan Modernleşmeye’ başlıklı kitabında ülkemizin özellikle Tanzimat’tan günümüze toplumsal yapısı, siyasi dönüşümleri ve doğal olarak siyasi partilerin bu süreçlerdeki konumları ve süreci taşıyabilme kapasitelerine yönelik oldukça detaylı ve kapsamlı değerlendirmeler yapıyor (Alfa Yayınları, 2024). Kitabın genel değerlendirmesini başka bir yazıya bırakarak bu yazıda sadece AK Parti ile ilgili projeksiyonlarına değineceğim.
Bilgin kitabında bu bağlamda Türk siyasal hayatında üç kırılmaya dikkat çekmektedir (sh.111). Birinci kırılmayı devlet-toplum ilişkilerinde geleneksel düzenin bozularak bürokratik tahakküm düzenine evrilmesi olarak değerlendirirken ikinci kırılma olarak kültürel yapıda Batılılaşma politikalarının ana akım oluşturmasını göstermektedir. Üçüncüsü ise birinci ve ikinci kırılmalarla tahkim edilen yapının çok partili sisteme geçiş ile günümüze kadar demokratikleşme süreçleriyle aşılma girişimleridir.
Birinci ve ikinci kırılmalarla inşa edilen yapı tüm aktörleriyle sahip olduğu imkânlar nedeniyle ülkemizde uzun bir dönem konforlu bir yaşam sürdü. Yaşamın tüm alanlarında temsil ettiği siyasi yaklaşıma sahip insanlar bu imkânlarla yaşamın tüm alanlarında merkezi konumlara sahip oldular. Sahip oldukları sosyal ağlar, eğitimde, kültürde, sanatta, yönetimde, ekonomide, siyasette sürekli tahkim edildi. Ancak, bu ağda halkın büyük kısmı yoktu. Dahası, yankı odası dışındakiler yankı odası diline göre dönüştürülmesi gereken pasif kesimler olarak değerlendiriliyordu. İstanbul’a kar yağmadığında ülkeye nasıl kış gelmiyorsa, yankı odasına dokunmadığında da bir sorundan bahsedilemezdi.
Ne zaman ki bu yankı odasının dışında yeni bir dil inşa edilmeye ve siyasette yer almaya başladı, yankı odası önce üstenci bir şekilde aşağılamayı ve farklı isimlerle sınıflandırmayı tercih etti. İrtica ve gericilik bu dönemin anahtar sözcükleri oldu. Örneğin, eğitim alanını göz önüne alırsak eğitimde başörtüsü yasakları, katsayı uygulamaları birer birer devreye sokuldu. Ülkemizin en önemli beşeri sermayesinin eğitim yoluyla niteliğinin artırılması ve ülkemizin gelişmiş ülkelerle rekabet kapasitesinin artırılması maalesef önemsenmedi. Nasıl olsa yankı odasındakiler zaten bu imkânlardan yararlanıyordu. Bu nedenle tüm çocuklarımızın eğitime erişiminden ziyade sadece koydukları giriş şartlarına razı olanların bu imkânlardan yararlanması önemliydi. Diğer alanlarda da benzer yaklaşımlarla engeller oluşturuldu. Yankı odaları zaten doğası gereği kapsayıcı olamazdı.
Yeni dil inşasına yönelik 1950’li yıllardan itibaren süren bu çabalarla büyük mücadeleler verildikten ve yankı odasının karşı koyuşlarıyla yaşanan dramlardan sonra AK Parti ile özellikle son 20 yılda bu yürüyüş farklı bir evreye taşınınca üçüncü kırılma tam anlamıyla gerçekleşmiş oldu. Eğitimden sağlığa, ulaştırmadan altyapıya, dış politikadan savunma sanayine kadar tüm alanlarda çok önemli değişim ve dönüşümler yaşandı. Bu dönemde hiçbir ayrım yapılmaksızın toplumun tüm kesimleri sunulan tüm hizmetlere kolay bir şekilde erişebilirken ekonomide sağlanan istikrarlı büyüme ile refah seviyesi arttı ve orta sınıflar çok daha güçlendi.
Siyasette Yeni Dil
Her alanda yaşanan dönüşümün ana karakteristiği aynı dile dayanmasıdır. Dolayısıyla son dönemde ana akım olan yeni dile bakılırsa bu dilin tüm eksikliklerine rağmen ana karakteristiğinin bir taraftan önemli bir tarihi deneyim ve birikimimize dayanmaya çalışan diğer taraftan Batı’nın ve günümüz dünyasının kazanımlarına da açık ve bu iki birikimi mezcetmeye çalışan bir yaklaşıma sahip olduğu görülecektir. Bir başka deyişle, hem geçmişimizi, sosyolojimizi, özellikle son iki yüzyılda deneyimlerimizi dikkate alan hem de günümüz dünyasının meydan okumalarına cevap üretmeye çalışan bir girişimdir. Ve toplumun tamamını kapsamaya çalışmaktadır.
Bu yeni dile karşı çıkanların temsil ettiği yaklaşımdaki eksiklik ‘hem o hem bu’ yaklaşımına başlangıçtan itibaren kapalı olmaları ve ‘sadece bu’nun dayatılmasıdır. Sadece Batı merkezli bir okuma içine girerek, çevrenizi ve toplumunuzu buna göre dönüştürmeye çalışırsanız, toplumu ve ülkeyi bu yaklaşımın, bu projenin uygulanacağı saha olarak görür, ancak projenin uygulanacağı sahayı, dinamiklerini öğrenme zorluğuna girmezsiniz. Bu durumda yaşanan, imkânların merkezde toplanması ve dışarı doğru tek yönlü bir endoktrinasyondur.
Bilgin, kitapta bu bağlamda AK Parti siyasetinin etkisinin özellikle üç alanda derinden hissedildiğine vurguda bulunmaktadır (sh.116-117): Birincisi, devletin demokratikleşmesi ve militer-bürokrat/aydın tahakkümünden kurtarılıp halka açılması ve millet iradesinin merkeze alınmasıdır. İkincisi, uluslararası sistemle Türkiye arasındaki ilişkilerin yapısının değişerek bağımlılıktan ‘karşılıklılık’ eksenine taşınmasıdır. Üçüncüsü ise, ekonomide uluslararası rekabete açık dinamik bir büyüme modelinin hayata geçirilmesidir.
Kendi Toplumuna Yabancılaşma
Toplum, onu anlamak yerine, ona isteği dışında biçim vermeye çalışanlara ise hep uyarıda bulunmuştur. Özellikle siyasi partiler yaklaşımlarını bu yeni dile dayalı yapmadıklarında maliyetini toplum ödetmektedir. Çok partili siyasi hayata geçtiğimizden itibaren toplumun tercihleri, bu doğrultuda okunduğunda daha anlaşılır olacaktır.
Ünlü edebiyatçımız Kemal Tahir’in 1969 yılında işaret ettiği gibi Tanzimat’tan itibaren bu dil savrulması yaşanmaktadır: “Tanzimat’tan bu yana Batı kopyacılığıyla uğraştık. Zorluklardan kurtuluş yolunu bulduğumuz ileri sürülemez. Dünya fikir ve sanat âleminde olup bitenlerden hiçbir toplum habersiz yaşayamaz. Mesele, yabancı kültürle yetinmemek, onları kendi gerçeklerimize doğru değiştirip aşmaktır. Sadece kopyacılıkta kalmak, bilmemek kadar korkuludur.” (Kolaya Kaçmayalım, Kemal Tahir, KeTeBe Yayınları, 2024, sh.55). Bu nedenle Kemal Tahir, ‘Halkın kim olduğunu, nerede bulunduğunu, nasıl yaşayıp neyle geçindiğini, hangi şartlar altında hangi sınıflara bölündüğünü bilmeden, bilmeye de lüzum görmeden…” geliştirilen yaklaşımları ‘pervasızlık’(sh.89) ve ‘kaytarmacılık’ olarak nitelendirir (sh.147).
Dolayısıyla, bize ait olmayan ve bir çıkış imkânı da sağlamayan bu ‘kaytarmacılık’ yabancılaşmayı beraberinde getirmiştir. Geçmişten günümüze bu dile dayananların ve siyaset yapanların toplumu temsil edebilme kabiliyeti sürekli daralmıştır. Hele her açıdan kırılgan bir dönemin yaşandığı günümüz dünyasında Batının da hikâye yakıtı bitmiştir ki bizdekilerine faydası dokunabilsin. Ancak, yankı odası çok güçlü olduğu için dramın farkına bile varılamamıştır. Merkezdeyken bu umursanmadığı için böyledir, son dönemde bu konum kaybedildiğinde de aynı davranış kalıpları tekrar edildiği için böyledir. Siyasi partiler için de en büyük risk, zaten topluma yabancılaşmaktır.
Bu durumda elinizde sadece eski zamanların politikaları ve refleksleri kalır, kendinizi konforlu zamanların politikalarına ve reflekslerine hapsedersiniz. Zamanla, bırakın geniş kitleleri, temsil ettiğiniz yankı odasını bile temsil edemez hale gelirsiniz. Çünkü zaman akmakta, bu akışa sahip çıkanları ödüllendirmektedir. Bilgin’in de vurguladığı gibi ‘O halde, AK Parti’nin gücünün, ülkenin toplumsal değişim dinamiğini siyasete dönüştürmesinden geldiğini tespit edebiliriz.’ (sh.121)
Siyasette Sürdürülebilirliğin Meydan Okumaları
Doğal olarak Türkiye’de siyasette ana akım haline gelebilmek 1950’li yıllardan beri yapılan mücadeleler, ödenen bedellere bakıldığında öyle kolay olmamıştır. Bu süreç ne kadar zorlu geçmişse, ana akım haline geldikten sonra bunu sürdürülebilmek de oldukça zorludur. Vedat Bilgin bu bağlamda artık siyasette ana akım olmuş AK Parti’nin önünde duran risklere de işaret etmektedir. Bilgin özellikle orta sınıfların dinamiğine uygun politikaları üretebilme kapasitesinin önemine vurguda bulunarak AK Parti’nin gelinen noktada bu kapasiteyi verimli bir şekilde kullandığına değinmekte, ancak ‘…Elbette bu tür politikaları her yeni konjonktürde yeniden üretmek gerekmektedir. Bunu yapmak siyasette başarı getirdiği gibi bunda yaşanacak sorun da siyasetin zayıflamasına sebep olacaktır.’ uyarısında bulunmaktadır (sh.116).
Aynı kapsamda bir diğer uyarısı, sağladığı kapsayıcılık nedeniyle oluşan heterojen kesimlerin tamamını kapsamaya devam edebilecek siyasi bir hikâye üretme zorunluluğu ile ilgilidir: ‘…fakat bu ittifak içinde yer alan ya da toplumsal değişim süreciyle ortaya çıkan/çıkacak yeni toplumsal kesimlere, yeni ilişki ağlarının meydana getirdiği yeni duruma, yeni taleplere ve elbette yeni sorunlara cevap verecek yeni bir siyaset ortaya koymada başarılı olamazsa problemlerin yaşanması kaçınılmaz hale gelebilir.’ (sh.120).
Diğer taraftan, özellikle son 20 yılda Türkiye’nin yaşadığı değişim ve dönüşüm ile gelinen noktada doğal olarak yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, hayatın akışkanlığını sağlamak için yeni sorunlara çözümler üretilmesi gerekmektedir. Bilgin, bunu ‘değişim paradoksu’ olarak tanımlamakta ve ülkeyi değişimle getirilen noktadan daha ileriye götürebilmek için bu yeni sorunlarla yüzleşilmesi gerektiğine işaret ederek ‘…kendisinin gerçekleştirdiği gelişmelerin yarattığı yeni toplumsal durumun taleplerine cevap vermek mecburiyetindedir.’ (sh.122) uyarısını yinelemektedir.
Bilgin kitabında bu bahisle ilgili son olarak AK Parti’nin değişim paradoksuna cevap üretme sürecinde kapsadığı toplumsal aktörlerin siyaseten asenkron konumlanabilme ihtimaline yönelik de uyarıda bulunmaktadır: ‘…Bir anlamda AK Parti’nin değişimci çizgisinin ürettiği yeni toplumsal aktörler kendi konumlarını tahkim etmek için değişimin önünde diyalektik biçimde engel oluşturma potansiyeli taşımaktadırlar.’(sh.122-123)
Özetle, artık gelinen noktada büyük bir gecikmeden sonra toplumu, tarihsel birikimi merkeze alan ve dünyadaki gelişmeleri de kapsayan yeni dil yaklaşımı ana akım olmuştur, inşa süreci de devam etmektedir. Bu kapsamda toplumun tamamını kapsayan, temsil eden ve ötesine taşıyacak bir hikâyeyi ortaya koyanlara kapı her zaman açık olmuştur. Yeni dilin ana akım olmasının dünyada büyük değişim dalgalarının yaşandığı bir dönem öncesinde gerçekleşmiş olması oldukça önemlidir ve ülkemizin elini güçlendirmiştir. Bilgin’in işaret ettiği üçüncü kırılma öylesine basit bir değişim değil, derin bir dönüşümdür. Elbette bu köklü dönüşümün sancıları, krizleri ve yeni meydan okumaları olacaktır. Bu derin dönüşümün çok boyutlu desteklenmesi ve bu bağlamda çözüm odaklı içerik üretimleri oldukça kritiktir. Gelinen noktada artık yankı odalarının da yıkılarak ‘biz’in tahkim edilmesi ve böylece bu sürece tüm kesimlerin katkıda bulunma potansiyelinin artırılması hayati bir önem arz etmektedir.