Siyaset zamanı...
Türkiye çok erken bir seçim sürecine girdi. Yine gündemi MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli belirledi…
3 Kasım 2002 seçimlerine giderken Devlet Bey’in kararını danışmanı sıfatıyla 24 saat öncesinden bilen üç kişiden biri idim. Parti yetkili organlarının kendisine verdiği yetkiyle ve o günlerin olağanüstü şartlarından çıkmaya yönelik bir hamle idi açıklaması… “Erken seçim” dediği andan itibaren kesinlikle bunun olacağını hepimiz görüyorduk. Dedi, oldu. İktidarın diğer ortakları ANAP ve DSP ve muhalefetteki başta DYP olmak üzere Refah Partisi’nin devamı Saadet Partisi bir daha siyaset sahnesinde varlık gösteremez hale gelirken, MHP parlamento dışı kalmakla birlikte kendini hızla toparladı ve sonraki her seçimde parlamentoda yer aldı.
O gün bu gündür bazı odaklar Devlet Bahçeli’yi Türk siyasetinin ana akışını değiştiren bu hamlesi dolayısıyla sürekli tenkit ederler ama kendi partisini da anafora kurban ettirmeme başarısına hiç atıfta bulunmazlar… 3 Kasım bir zorunluluktu, gecikilecek olsa idi, MHP de iktidar ortakları gibi ağır bir bedelle karşı karşıya kalabilir ve bir daha kendisini toparlayamayabilirdi.
Şimdi yine erken seçimin kapısını açtı diye birçok çevre tarafından eleştiriliyor. Yine üslup sorunu yaşanıyor. Saygı kapısı kapatılıyor; MHP’nin büyük bir camia olduğu unutuluyor.
Siyasi partiler, her zaman seçime hazır olmalıdır. Seçim siyasi partilerin iktidar olma yoludur. Kendisine seçim ile iktidar imkânı açılmasına karşı çıkan bir siyasi parti siyaset yapmamalıdır.
Siyasi partilerin seçime katılmaları anayasanın ilk dört maddesine aykırılık halleri dışında engellenmemelidir. Seçime katılma usul ve esasları kolay ve basit hale getirilmeli; milletin iradesinin önüne geçilmemelidir.
Sandıktan ne çıkacağını kimse kestiremez. Siyasette yirmi dört saat bile çok şeyi değiştirir. Bakın erken seçim açıklamalarıyla herkes muhalefetin ne kadar hazırlıksız yakalandığını konuşuyordu.
Oysa ki, hiç de hazırlıksız değil, tam tersine gündemi yeniden belirleyecek kadar önemli bir adımı planlayıp uygulayacak kadar hazırlıklı olduğunu gösterdi. Tahminim odur ki, Cumhurbaşkanı adayları da bellidir ve en etkili olacakları anda açıklamak üzere bekliyorlar.
İYİ Parti, seçime girip girmeyeceğine dair birtakım endişelerini dile getirip yönünü YSK’ya çevirmişken buradan bir açıklama gelmemesini ve belirsizliği lehine kullanmayı muhtemelen çok arzu ediyordu.
Nitekim bu durum lehine işledi. İkinci adım olarak CHP’den on beş milletvekilinin istifa yolu ile buraya katılması seçime katılma yeterliliği tartışmalarına nihai bir son verirken, daha önceki “mağduriyet” konuşmalarından ötürü kamuoyu son derece normal ve hatta “gerekli” bir adım olarak ve ayrıca CHP’yi takdir ederek karşıladı.
Şimdi, CHP’nin bu adımın arkasından PKK’nın sivil siyasi uzantısı HDP ile ittifakı da gerçekleşirse kimse şaşırmasın. Çünkü, İYİ Parti hareketi ile birlikte, kendisine yönelmesi muhtemel milliyetçi refleksleri önemli ölçüde izale etti…
Devlet Bahçeli’yi CHP, MHP, HDP (PKK) hükümetinde yer almaya ikna edemeyenlerin şimdi bu hamle ile yine aynı projeyi bu kez MHP yerine İYİ Parti’yi koyarak uygulamaya çalışacakları anlaşılıyor.
Olabilir. Her siyasi parti kendi yolunu belirlemede özgürdür. İstedikleri şekilde iş birliği yapabilirler. Bu da demokrasinin bir gereğidir. Burada tek şart şiddete bulaşmamak ve anayasaya uygun davranmaktır.
Nasıl AK Parti ve MHP bir araya gelmiş ise, diğer partilerin de kendi aralarında işbirliği yapmaları mümkündür.
Ancak, sosyal medyaya baktığımda, özellikle CHP ve İYİ Parti taraftarlarının bir hayli hırslı, terbiye sınırlarını, saygı hudutlarını zorlayan bir tarz içinde MHP ve AK Parti’ye sövgü ve hakarete varan açıklamalarını görüyorum. Bazılarını çok yakından tanıdığım normal hayatı içinde son derece sakin, itibarlı isimlerin de yine bu iklimde kendilerinden ummadığım bir heyecan dalgası içinde ergen kişilerin tavırları sergilediklerini görmek üzücü.
Rahmetli Süleyman Demirel benim, yanında çalıştığım çok saydığım, hürmet ettiğim bir siyaset ve devlet adamı, büyüğüm idi. Defalarca şahit olmuşumdur, “Barışamayacaksanız, kavga etmeyin” sözlerine… Bunu bizlere de söylerdi ama özellikle siyaset erbabı için sıklıkla tekrar ederdi.
Siyasetçiler, siyaset zamanı, siyaset meydanında birbirlerine karşı her şeyi söylerler. Sonra yine aynı gemide yol almak zorundadırlar. Birbirlerine selam verirler, karşılaştıkları yerde el sıkarlar, seçim sonrası koalisyon içinde yer alabilirler, hükümet-muhalefet ilişkisi içinde sıklıkla görüşürler… Yani seçim biter söylenenler unutulur. Unutulması da gerekir. Toplum sürekli yüksek tansiyon ile nereye gidebilir…
Olan siyasi fikirleri dolayısıyla birbirlerini kıran ve incitenlere olur.
Seçim biter, milletin kararı tahakkuk eder. İstediğimiz gibi de olabilir, istemediğimiz gibi de. Sonuçta milletin çoğunluğunun isteği ile hükümet teşekkül eder, diğer tercihler de önemli ölçüde temsil mercilerine yansır.
Hal böyle olunca, özgürce tercihine oy verip neticeyi beklemesi gereken bir “seçmenlerin” birbirimizi kırıp, incitmemizin ve bizlere yakışmayan cümleler kurarak kendimizi de üzülecek noktalara taşımamızın hiçbir yararı yoktur.
Siyasette nezaket önemlidir. Siyasetçiler buna seçim meydanlarında çok riayet etmeseler de sonrasında bir şekilde bir araya gelebiliyorlar.
Milleti germeyelim. Saygı ve sevgiyi elden bırakmayalım. Herkesin özgürce kanaatini yansıtacağı bir seçim için çalışalım.
Barışmasını bilmeyenlerin kavga etmemesi gerekir.