Sosyal medya bir yalanı nerelere getirebilir!
Dolaşıma sokulan kurgulanmış bir mesajla Türkiye'de şu an yaşayan Suriyeliler için, "Bunları kim memlekete soktu. Onlar da bizi arkadan vurmuştu, hatta hastane basıp yaralı askerlerimizi süngüden geçirmişlerdi, şimdi onlar eziliyor, bizim askerlerin intikamı alınıyor, oh olsun” algısı oluşturuluyor.
Boğaziçi Yöneticiler Vakfı Kurucular Kurulu Üyesi İhsan Elhan kendisine sosyal medyadan gelen bir fotoğrafın peşine düşüp insanların dolaşıma soktuğu bazı bilgilerin nasıl kurgulandığını ortaya çıkaran titiz bir çalışma yaptı.
İşte İhsan Elhan'ın kendi ağzından yaptığı çalışmanın detayları...
Herşey üyesi olduğum bir Whatsapp grubunda bir arkadaşın gönderdiği bir fotoğraf ile başladı.
Fotoğraftaki mesajı okudum. Okudum ama birşey dikkatimi çekti. Bu hikaye batılı bir kalemin hikayesi gibi durmuyordu. Kullandığı imgeler, içerdiği duygusallık. Sanki tanıdığımız bildiğimiz birileri bunu bir propaganda metni olarak yazmıştı.
Ortada 3 tabur yaralı Türk askeri vardı, Halep'te bir hastanede tedavi görüyorlardı. İsmi kulağa Amerikalı gibi gelen bir bayan hemşire vardı (resimden öyle anlaşılıyor). Bu hemşire Halep Hatıralarım ismiyle bir kitap yazmıştı. Barbar Araplar hem Müslüman Türk’lerin yattığı hastaneyi basmış, hem de hastanede yatan yaralı ve çaresiz Türk askerlerini tekbirlerle süngüden geçirmişlerdi.
Vay barbarlar, vay hainler. Zaten bizi arkadan vurmuşlardı (Hemen aklınıza bu klişeler geliyor tabii).
Yüksek insani duygulara sahip batılı hemşire ise bu vahşet karşısında bir anne şefkatiyle iki damla gözyaşını içine akıtarak önce bu dayanılmaz hadisenin vuku bulduğu mekandan uzaklaşmış, sonra da günlerce bu kahraman askerlerin arkasından ağlamıştı.
Hatta cesaretleri kendisini öylesine etkilemişti ki ön yargılarından dolayı utanmıştı bile. Haza fazilet ve vicdan timsali bir koruyucu melek. Sanki askerlerin annesi. Türklerin faziletini o bile teslim ve tescil
etmiş (Bizi batılılar bile tescil ediyor klişesi ile elinde süngü ve tekbirlerle ağzından tükürükler saçarak yaralı Türk askerini doğrayan irticacı Arap klişesini de atlamayalım bu arada).
Hikaye fazla kurgusal kokuyordu ve fazlaca tesadüfler bir araya gelmişti. Açıkçası bir Anglo-Sakson yazar için biraz fazlaca vıcık vıcıktı. Yazarın kim olduğunu merak ettim ve kitabı aslından okuyabilmek için araştırmaya başladım.
SQUIRES KİMDİ VE KİTABIN ADI NEYDİ?
Önce www.kitapyurdu.com üzerinde W.H.T. Squires'in Türkçe'de "Halep Hatıralarım" adında bir kitabı yayınlanmış mı onu aradım. Yoktu.
Ardından www.amazon.com üzerinde Squires ve Aleppo Memoirs kelimeleri ile arama yaptım, kitap burada da çıkmadı.
Sonra dünyanın en geniş kütüphanelerinden birisi bünyesinde 48 milyon kitap, 58 milyon el yazması ve çok sayıda çeşitli malzeme içeren ABD Kongre kütüphanesidir, derleme kütüphanesi olarak yayınlanan her kitaptan koleksiyonuna alır, orada arama yapayım dedim. www.loc.gov adresinde Squires ve Aleppo Memoirs kelimeleriyle tarama yaptım.
Allah Allah buradan da çıkmamıştı.
Sağ olsun ekşi sözlük imdadıma yetişti ve kitabın kendisine olmasa bile kitaba ait bir referansa giden ilk ipucunu bana verdi.
Dergi makalesinde geçen çok metin şöyle idi: 1921 yılında Kudüs'e giden Amerikalı Dr. W.H.T. Squires hatıratında Amerikan Hastanesinde Türk yaralı askerlere bakan bir Katolik hemşirenin Türklerin şehri terk ettiğini duyunca Türk yaralılara tedaviyi bırakarak göz yaşları içerisinde Tanrısına şükür duası ettiğini yazmaktadır.
HİKAYEDEKİ DEĞİŞİM
Tüm hikaye birdenbire değişip olay Halep'ten Kudüs' gidivermişti.
Hikayede Dr. W.H.T. Squires hemşire değil erkek bir doktor olmuş ve hikayede onun yanı sıra bir katolik hemşire peydahlanmıştı.
Ancak en önemlisi makalenin derginin 42. sayfasında yer alan bu paragrafında hikayenin kaynağı olarak 10 numaralı bir dipnota referans vardı.
Dipnotu inceleyince bir kitap referansı buldum: "The Egyptian Expeditionary Force in World War I: A History of the British-Led Campaigns in Egypt, Palestine and Syria (Nov 9, 2010 by Michael J. Mortlock)".
Yani İngiliz'lerin 1. Dünya Savaşında yürüttüğü Mısır, Filistin ve Suriye seferini anlatan bir kitap.
Ancak W.H.T. Squires'in Halep Hatıralarım adlı kitabına hala ulaşamamıştım.
Mortlock'un kitabını doğru isimle Amazon'da aratınca kolayca buldum. Kitap ilk olarak 1933 yılında yayınlanmıştı. Yazarın oğlunun adı da babası ile aynı olup bir üniversitede arşivci olarak çalışmaktaydı. Oğul Michael J. Mortlock babasının kitabını 2010 yılında tekrar yayınlatmış ve hatta e-kitap versiyonunu da ürettirmişti. Kitabı 10 USD karşılığı e-kitap olarak hemen aldım ve bilgisayarımdaki Amazon Kindle Reader e-kitap yazılımına indirip okumaya başladım.
Bu e-kitabı tarayınca Squires'in adının 5 yerde geçtiğini farkettim. Kitabın referanslar kısmını taratınca Squires'in kitabının adını ise tam olarak buldum:
Peregrine Papers: A Tale of Travel in the Orient, William Henry Tappey Squires, 1923 Baskısı ve 204 sayfa
KİTABIN GERÇEK ADI BULUNMUŞTU
Kitabı tam ismiyle kongre kütüphanesinde aratınca kaydını buldum.
(https://catalog.loc.gov/vwebv/search?searchCode=LCCN&searchArg=23010503&searchType=1&per malink=y)
Sonra adı geçen yazarın tüm kitaplarını Kongre Kütüphanesinde tarattım, Halep Hatıralarım adlı başkaca bir kitabı yoktu.
Yazar, adından da farkedeceğiniz gibi bayan bir hemşire değil erkek bir doktordu: William Henry Tappey Squires
Yani Squires bayan bir hemşire değil Virginia’lı gezgin ve misyoner bir doktordu.Evet, 1923 yılında yayınlanmış kitabı Amazon üzerinde bulmuştum. Birkaç eski kitap satıcısı kitabın 1923 yılı baskısını uygun fiyata satmakta idi. 9 Mayıs 2018 tarihinde 20 USD karşılığı kitabı satın aldım ve sipariş ettim. Kitap 18 Mayıs 2018 tarihinde elime geldi. Heyecanla açtım ve baştan sona taradım. İngilizcesi bu metinlere yetmeyen okuyucular için ilgili bölümlerin tercümesini de ekledim.
Yazarın 1. Dünya Savaşı sırasında ve Kudüs'ün düşmesi sonrasında kaleme alıp 1923 yılında yayınladığı bu kitapta çok ama çok ibretlik ifadeler buldum. Okuduklarım bu günümüze ve hatta şu anda içinde yaşadığımız olaylara o kadar hitap ediyor ki inanamazsınız.
Toplam 90 USD harcadım. W.H.T. Squires'in 1923'te basılmış kitabını fiziksel olarak getirttim. Mortlock'un kitabını Amazon'dan E-Kitap olarak satın aldım. Yine çoğu aynı yıllarda basılmış 300'e yakın kitabı da aylığı 10 USD olan bir sisteme abone olarak taranmış PDF olarak indirdim. Daha doğrusu sistemde bizi ilgilendiren o kadar ilginç kitaba rastladım ki, rastlamışken indirip bir kenara atayım dedim.
Misyonerlik, Malta Şövalyeleri, Tapınak Şövalyeleri, Kudüs, İngiliz Casusu Lawrence, Siyonizm’in tarihi ve Filistin'deki faaliyetleri, 1. Dünya Savaşı ve Türkiye hakkında 1800'lerin sonu ve 1900'lü yılların başında çok azı da yakın tarihte yayınlanmış 300'e yakın kitabı nasıl göz ardı edebilirdim (Bilgi için not: Osmanlı’nın son yıllarında (1800-1918) batıda yazılan kitaplarda ülkemizden Osmanlı İmparatorluğu olarak değil genellikle Türkiye olarak bahsediliyor.)
Squires'in kitabını merkeze alarak adı dikkatimi çeken 2-3 kitaptan daha hızlı tarama ile sayfa seçerek okuma yaptım. İngilizcesi olmayan vatandaşlarımız için tercümelerini de ekleyerek bir yazı hazırladım. 300 kitabın arasından İngiliz ordusunda Allenby'nin Filistin ve Kudüs seferinde yer almış Yüzbaşı Vivian Gilbert'in hikayeleştirdiği "Allenby ile Kudüs'e Son Haçlı Seferinin Maceraları - The Romance of the Last Crusade - With Allenby to Jerusalem" kitabı ile Mortlock’un 1. Dünya Savaşında Britanya İmparatorluğu’nun Mısır, Filistin ve Suriye Seferleri’ni anlattığı kitabından birkaç görüntü aldım.
Birinci Dünya Savaşı’nın özellikle Osmanlı İmparatorluğu’na karşı olma ve İslam’ın geriletilmesi boyutu ile bir haçlı seferi olarak görüldüğünü hayretle gözlemledim.
Batılı misyoner teşkilatlarının, YMCA gibi Amerikan Hristiyan gençlik kuruluşlarının o zamanlarda Birinci Dünya Savaşını, Hristiyanlığın beşiği Kudüs’ün kurtarılması ve Batının başına bela olan İslam’ın geriletilmesi boyutu ile nasıl bir Haçlı Seferi olarak gördüklerini ve propagandasını yapmış olduklarını farkettim.
Yine bu yılın Nisan ayı içerisinde Abu Dhabi kitap fuarında dolaşırken DAEŞ üzerinden dünyada üretilen “İslam Terör Dinidir” algısı ve İslamofobi ile kitap yayınlayarak mücadele için Emirlikler tarafından kurdurulan bir teşkilatın standına uğramıştım. Stand görevlileri ile sohbet ederken DAEŞ’in İslam imajına büyük zarar verdiğini, bu maskenin nasıl olup da gölgelerden ortaya çıktığını, maskenin arkasında kimlerin olduğunu ve bunları gizlice kimin desteklediğini merak ettiğimi söyledim. Stand görevlilerinden birisi, “Ben İçişleri Bakanlığındanım, Size şunu söyleyebilirim: “DAEŞ is a business enterprise” demişti. Yani, müşterisi olan bir iş girişimi, bu işten para kazanan ve bunlara para ödeyenler var. Bunlara iş verenlerin hedefleri nedir henüz bilmiyoruz ama bir gün öğreniriz inşallah.
Ayrıca bu kadar okumadan sonra Squires’e atfedilerek Türkiye’de dolaşıma sokulan Türkçe mesajın Kudüs’e son saldırılar bağlamında İslam Dünyasını içinden bölerek saldırganların amaçlarına hizmet edeceğini düşünüyorum.
Amazon'dan 20 USD' a alıp getirttiğim kitabın kapak fotoğrafı
Kitabın tam adı. İçinde yazarın imzası
Sonra kitabı şu meşhur hemşire hikayesi için baştan sona taradım. Bulduğum hikaye Mortlock'un kitabında biraz kısaltarak alıntıladığı hikayenin aynısı idi. Ancak Squires kendi kitabında olayı biraz daha teferruatlı anlatmıştı.
Beraberce okuyalım. Hikaye kitabın 163'üncü sayfasında bu paragraf ile başlıyor
Squires’in Kaleminden
Kudüs'teki ikametimizin keyifli bir anı, şehrin tüccar prensi olarak da bilinen bay Fred Vester'in şık evinin salonlarında gerçekleşen bir pazar öğleden sonrası duası/ibadeti toplantısı idi. Orada Bayan Vester bana savaş tecrübelerini anlatmıştı.
Kendisi kraliçe gibi bir kadındı ve hikayesi, betimleyici gerçekliği içinde çok canlı idi. (Buradan, Squires'in İngilizler şehre girdiğinde orada olmadığını ve hikayeyi, Bayan Vester'in ağzından dinleyip kitabına aktardığını anlıyoruz. Devam edelim.)
Bu bölgedeki savaş çemberi daraldıkça şehirdeki Avrupalıların ıstırapları daha da yoğun hale gelmiş, ıstırabın doruk noktası ise bir yıldırım gibi gelmişti.
Şehirdeki tüm Avrupalı erkekler Aralık içerisinde bir günde sınır dışı edilecekti. Her zamanki gibi hazırlanmak için bir hafta süre verilmişti. Cana'daki hizmetliler gibi, bu tam bir umutsuzluk, acı, büyük bir tedirginlik ve ıstırap haftası idi. Sınır dışı edilmek genellikle suikastın edebi dille ifadesi idi.
Koloni kendisini en ciddi ve ısrarlı dualara adamıştı. Erkekler bir yandan ayrılmaya hazırlanırken diğer yandan tanrının inayet tahtına daha önce hiç yapmadıkları bir ciddiyetle ibadet ediyorlardı.
Savaş yıllarda, şehirdeki Avrupa'lı kadınlar Kızılhaç hemşireleri olarak çalışmaktaydılar ve şu anda grubumuzun kalmakta olduğu Yafa kapısı karşısındaki otel de bir hastane idi. O kader sabahı gelmişti. İngiliz silahlarının kükremeleri yatışmıştı. Her an erkeklerin sınır dışı edilmek için toplanmaları talimatı gelebilirdi.
(Hatırlayalım: Şehrin tüccar prensi olarak bilinen Bay Fred Vester'in eşi olan) bayan Vester o olay dolu sabahı sırayla umutlanarak, ağlayarak, dua ederek ve çalışarak hastanede geçirmişti. Onun kederinin şiddetini ancak bir anne veya bir eş anlayabilirdi.
Kaiser'in saat kulesi saat 10'u henüz vurmuştu. Diğer bir hemşirenin sessizce kapıya gelip İngilizce olarak "İngilizler yafa Kapısında" sözlerini fısıldadığında Bayan Vester genç bir Türk'ün kırılmış bacağını sarmakta idi. O anda bayan Vester yaralı askerin bacağını bıraktığı gibi sokağa koşmuştu.
Orada, tam Kaiser geçidi önünde, muhteşem bir Arap atının sırtında bronz bir heykel gibi dikilerek kendisine merakla bakan hareketli bir kalabalığı tepeden bir bakışla süzen ve üzerinde albay rütbesine ait işaretler bulunan bir subay görmüştü.
Neşe ve coşkunun histerisi içerisinde Bayan Vester bir koşuda subayın yanına varmış ve bir atılımda koşumların toprağa bulanmış üzengilerini kollarıyla sarmış kalbi ortadan yarılacakmış gibi ağlamaya başlamıştı.
(Bayan Vester'e subayı kast ederek) Ne yaptı diye sordum.
Tek bir adalesini bile kıpırdatmadı ancak yüzünde "Kadın bunadın mı?" ifadesi vardı,
Sonra Bayan Vester "Yaptığım çok aptalcaymış değil mi" diye sordu. Ancak gözyaşları göz pınarlarında birikmişti ve itiraf etmeliyim yutkunamadığımı hissettim.
KİTAPTAKİ HİKAYE BURADA BİTİYOR. ŞİMDİ HİKAYE ÜZERİNDE BİRAZ DÜŞÜNELİM.
1. Hikaye kitabın 163. sayfasında başlayıp 166. sayfada böylece bitiyor. Kitapta Halep'te geçen başka bir hikaye yok. Yazarın başkaca bir gezi kitabı da yok. Farkettiğiniz gibi Türkiye'de dolaşan Türkçe versiyonu Arap ve İslam düşmanlığı için kaleme alınmış ve hikayenin aslı ile bir alakası yok.
2. Öncelikle hikayenin aslı Halep'te değil Kudüs'te geçiyor. Dr. W.H.T. Squires bayan bir hemşire filan değil Virjinya'lı (ABD) bir seyyah misyoner ve doktor, bir erkek. Kudüs'e sonradan gitmiş. Hikayenin kahramanı ise Katolik bir hemşire filan değil. Şehrin büyük tüccarlarından (İngiliz olduğu anlaşılıyor) bay Fred Vester'in karısı olan Bayan Vester. Kendisi Kızılhaç hemşiresi olarak çalışırken başına gelen bir olayı sonradan Squires'e anlatması ile yazar konudan haberdar oluyor.
3. Kitabın adı da “Halep Hatıralarım” değil “Seyahat Yazıları - Doğuda Bir Seyyahat Hikayesi”.
4. Kitapta Halep'te veya Kudüs'te hastanede yaralı yatan 3 tabur Türk askeri filan yok. Hastaneyi basıp onları tekbirlerle süngüden geçiren Arap'lar filan hiç yok. Hemşirenin de öyle bunlara günlerce ağladığı filan hiç yok. Hatta İngilizlerin şehre girdiğini duyunca hemşire o anda kırık bacağını sarmakta olduğu yaralı genç Türk'ün bacağını fırlattığı gibi koşarak Yafa kapısına doğru gidiyor ve Kaiser Geçidi önünde şehre giriş yapan İngiliz askerlerinin başındaki subayın koşumlarına sarılarak sevinçten ağlıyor.
5. Ayrıca araştırmalarım sırasında şu anda mevcudu olmayan kitapları taratıp bir abonelik ile erişime sunan bir web sitesi bile buldum. Aylık 10 USD abonelik karşılığında istediğiniz sayıda kitabı PDF olarak indirebiliyorsunuz. Birinci dünya savaşı öncesi ve sonrasında yayınlanmış, haçlılar, Kudüs, Siyonizm, İsrail'in kuruluş çalışmaları, İslam, Sömürgecilik hakkında yüzlerce kitaba eriştim ve bunlardan 300 civarında adedini PDF olarak indirdim. Müsait bir vakitte sınıflandırılmayı bekliyorlar. Bazılarına sonra bakmak üzere hızla gözden geçirdim.
6. Bunların arasında İngiliz Casusu Lawrence hakkında 10 civarında kitap da var. Arap isyanını anlatıyor. Vakit bulursam inceleyeceğim.
7. Hepsinin ortak tarafı şu: İngilizler'in 1. Dünya Savaşınddaki Mısır, Filistin ve Suriye seferi "Kudüs'ün 623 yıllık İslam esaretinden kurtarılmasını sağlayan son haçlı seferi olarak görüyorlar.
8. Türkiye'de dolaşan uyduruk hikayeyi kim niye yazmış malum. Biraz Arap düşmanlığı yapmak istemişler. Bulmuşlar Dr. W.H.T. Squires'in adını, bulmuşlar hikayesini ve kitabını... Kitabın aslını kim bulacak, uydur hikayeyi ve dolaşıma sok. Sosyal medya çok yalan kaldırır. Propagandanın en önemli yöntemi bir yalanı defalarca söyleyerek kitleleri bu yalanın doğru olduğuna inandırmaktır. Sosyal medya buna çok uygun, kimse aslını astarını araştırmadan gelen mesajları iletiyor.
9. Türkiye’de dolaşan uyduruk mesajın şöyle bir bilinçaltı mesajı da var: Malum Türkiye'de şu kadar milyon Suriye'li var. Bunları kim memlekete soktu. Malum Halep de Suriye'den bir şehir. Uyduruk hikayeyi Halep'e taşıyınca "Onlar da bizi arkadan vurmuştu, hatta hastane basıp yaralı askerlerimizi süngüden geçirmişlerdi, şimdi onlar eziliyor, bizim askerlerin intikamı alınıyor, oh olsun” gibi bir bilinç altı mesajı da gönderiyor.
10. Hatta dolaylı olarak hikayenin Kudüs meselesini biraz dışsallaştırdığı bile söylenebilir. “Zaten hastaneyi basıp yaralı askerlerimizi tekbirlerle süngüden geçirdikleri gün Kudüs'ün Osmanlı elinden çıkmasına sevinip gösteri bile yapmışlardı. Oh olsun sürünsünler mesajı da alttan alta veriyor. Yani biraz da “Bu sefer de Kudüs için onlar üzülürken biz sevinelim” bilinçaltı mesajını veriyor.
MİSYONER SQUIRES KİTABINDA BAŞKA NELER YAZMIŞ
Bu arada hikayenin sosyal medyada dolaşan versiyonunun şefkat timsali Türk Dostu hemşiresi (Bay Gezgin Misyoner Dr. W.H.T. Squires) bakın kitabının son bölümünde Türkler hakkında neler yazmış. İbretle okuyalım.
Misyoner Doktorun yazdıkları üzerinden misyonerlerin ve Batının Osmanlı ve Türkiye’yi nasıl gördüklerine baktığımızda 1. Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın parçalanmasına yol açan savaşların nasıl İslam’ın etkisinin sınırlanmasına yönelik haçlı seferleri gibi görüldüğünü şaşırarak fark edeceksiniz.
Batının bu bakış açısı bizim okullarda okuduğumuz tarih kitaplarımızda bize hiç bahsedilmeyen bir şey. Bunu bunca yıl sonra fark etmek ise bizim ayıbımız. Hiç merak edip de 1. Dünya Savaşı hakkında batılı tarihçiler tarafından ve misyoner dünyasında neler yazılmış hiç bakmamışız.
KİTABIN SON BÖLÜMÜNDEN ALINTILAR
(Not: Misyoner yazarın ifadelerindeki kusurlar kendisine aittir ve bu üslup özellikle gizlenmeden tercüme yapılmıştır.)
BATMAKTA OLAN HİLAL
Muhammedanism ölüm darbesini aldı. Sahte peygamberin gücünü kaybettiğini, fanatik takipçilerinin Hristiyan olmaya hazır olduğunu ya da önümüzdeki bir iki yüzyıl içerisinde dünyada hiç Müslüman kalmayacağını söylemiyorum ancak hilal batmakta. Her geçecek yıl etkisinin, sayılarının ve prestijinin azaldığını göreceğiz. Muhammed artık hiçbir zaman geçtiğimiz 12 yüzyılda olduğu gibi dünyanın din ve politika sahnesinde bu kadar güçlü bir faktör olmayacak.
Muhammedanism her zaman bir din olduğu kadar bir politik sistem de olmuştu. Hiçbir zaman bir devlet olmadan var olamadı ve var olamayacak. Türkiye’deki Sultan tahtında oturduğu sürece (Cahil Müslümanlar için bu tahtın ne kadar güvensiz olduğunun bir önemi yoktur) bu dinde bir birlik ve ona bir baş vardı. Türkiye’nin zayıflaması ile tüm prestiji gitti.
Bu Müslüman’ın mantığındaki dile getirilmeyen ve saklı kabulün belirgin iması şuydu: İslam’ın en önemli umudu bir Müslüman devlettir. Papa’nın dünyevi gücü gibi Türk’ün politik gücü de mutlak olarak ve sonsuza kadar gitti. Dünyevi gücü olmadan bile Katolik Kilisesi yaşıyor ve canlanıyor. Politik gücü olmadan ise İslam yok olmaya mahkumdur.
Haçın misyonerleri dünyanın her köşesinde varlar. Buralarda açılan her kilise, okul, hastane, matbaa, misyon istasyonu ve buralara giden her misyoner İslam’ın gelecekteki başarı şansını azaltıyor. İslam kafirlerin kalbini kazanabilir fakat Hristiyan halkları kazanamaz.
Kudüs’ün banliyösünde İngiltere Kilisesi’nin harika bir okulu var: St. George’s. Tüm öğrenci kapasitesi dolu.
Arabistan’ın şeyhleri, asiller, aristokrasisi ve zenginleri özellikle savaştan sonra çocukları için İngilizce eğitim istiyorlar.
Bu okula girmek için rica etmiyorlar talep ediyorlar.
O zaman ben itiraz ettim. Bunlar Arap Muhammedi’ler değil mi?
Suriye’deki İngiliz Kilisesi Misyonunun da yönetici olan ve kendisi de bir Episcopal olan baş misyoner cevapladı: Evet Müslümanlar ama çocuklarına İngilizce öğretmek istiyorlar.
Sordum: Ama çocuklarını İngiliz okullarında okuturlarsa onların Hristiyan olacağından çekinmiyorlar mı?
Savaştan beri bir değişim oldu diye cevapladı rehber. İhtiyarlar Muhammedi olarak kalırlar ancak Allenby geldikten sonra farkı görüyorlar ve çocuklarının Hristiyan olmasını istiyorlar.
1914’te camileri doluydu, şimdi bomboş.
1914’te dar bir sokakta karşı karşıya geldiğinizde size yol vermez, Hristiyan köpek kenara çekilsin diye düşünürdü şimdi (işgal altında) kamçılanmış sokak köpeği gibiler.
1914’te bizi çoğu camilerine ve kutsal yerlerine sokmazlardı, şimdi Hristiyanlar gelsin de birkaç kuruş giriş ücreti alalım diye bakıyorlar.
1914’te şehir namaza çılgın çağrıları ile yankılanırdı, şimdi ezanlar rahatsız edici değil ve zayıf.
Uzman Gözlemci Robert Maxwell “Son Haçlı Seferi” adlı kitabında Türk Yönetiminin ve Muhammedi Dininin keskin eleştirisinde şunu söyler: Ülkeyi aşağıdan yukarı dolaşıp Türk’ün yaptığı tek bir şeyi boşu boşuna arasınız, bir sanat eseri, bir mimari eseri, bilim ve bilgiye ufak bir katkı. Türk ağacı keser ama yenisini dikmez. Mezopotamya’yı dünyanın yeşillik bahçesi yapan sulama sistemleri Türk gelene kadar bakım yapılarak işletiliyordu. Türk yönetimi bir afet veya salgın hastalık gibi bölgenin üzerine çöktü. Muhammedilik Hristiyanlığın tek rakibi idi. Judaism, Şintoizm, Brahmanizm hiçbir zaman evrensel bir çekime sahip olmadılar.
Sadece Muhammed İsa’ya rakip olmaya çalıştı. Hilal tek başına haçın yerini almaya çalıştı.
Fakat bugün Türkiye bütün kozlarını büyük savaş üzerine oynadı ve kaybetti. Kendisinin ve İslam’ın ölüm emrini imzalamış oldu.
Muhammed öldürücü darbeyi yedi.
Yüzbaşı Vivian Green'in kitabının kapak sayfası
Yüzbaşı kitabın başına böyle bir hitap da koymuş: Bu kitabı okumalarının, çok sayıda evladını Kutsal Toprakların kurtarılması için feda eden İngiltere ile dostluklarını arttıracağı inancıyla, bu büyük maceranın hikayesi Amerikan gençlerine adanmıştır.
Donald Maxwell'in adı geçen kitabının kapak sayfaları: Son Haçlı Seferi