Sultan Vahdeddin’in Lozan’a Bakışı

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923'te imzalandı. Sultan Vahdeddin’in ise daha 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan ayrılmıştı. Dolayısıyla da Sultan Vahdeddin’in Lozan Antlaşması’na dair görüşlerini tam anlamı ile tespit etmek oldukça zordur.

Hal böyle olmakla birlikte elde edebildiğimiz bazı vesikalar içeriğinden, az ve dolaylı da olsa, Sultan Vahdeddin’in Lozan Antlaşması ile ilgili kanaatini tespit edebilmekteyiz.

Sultan Vahdeddin İstanbul’dan ayrılmasının ardından gitmiş̧ olduğu ve ancak kısa bir süre kalabildiği Hicaz’da, “Hicaz Beyannamesi” diye adlandırılan bir beyanname yayınlamıştır.

Bu beyannamede Ankara Hükümeti’nin hilafet konusundaki kararını eleştirerek alınan kararı reddetmiş̧ ve kendisinin hala halife olduğunu bir kez daha dile getirmiştir. Beyannamede ayrıca Birinci Dünya Savaşı, Sevr Antlaşması, Mondros Mütarekesi, Hilafet’in saltanattan ayrılması ve sonra da kaldırılması hususları yanında Milli Mücadele liderlerinden bir kısmı hakkındaki düşüncelerini ve iktidarda olduğu yıllarda izlemiş̧ olduğu siyasetin esaslarını açıklığa kavuşturmaya çalışmıştır.

Sultan Vahdeddin’in Lozan Antlaşması’na dair görüşlerini onun 20 Ağustos 1923’te San Remo, İtalya’dan “VI. Mehmed Vahdeddin-i Han-ı Sâdis” sanı ile imzalayıp “hususi” kaydıyla İngiltere Hariciye Nazırı Lord Curzon’a gönderdiği mektupta, kısa bir şekilde de olsa, bulma ve tanıma imkânı söz konusudur.

Sultan Vahdeddin Lord Curzon’a gönderdiği söz konusu mektupta:

Lozan Konferansı’nın musalahası ise hükümet-i muazzama-i metbualarının kudret-i siyasiyesi ve ehliyet-i âliye-i fehîmanelerinin âsâr-ı dehası sayesinde husule gelmiş ve asayiş-i âlem nokta-i nazarından şâyân-ı takdir ve istibşar bulunmuş ise de...

diyerek antlaşmanın imzalanmış̧ olmasını İngiliz Hükümeti’nin bir siyasi kudreti ve Lord Curzon’un dehasının bir eseri olarak görmüş, dünyada sulh ve asayişi temin bakımından antlaşmanın imzalanmış olmasını takdire şayan ve müjdelemeye değer bir gelişme olarak yorumlamıştır.

Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken husus Sultan Vahdeddin’in antlaşmayı İngiltere, Lord Curzon ve dünya barışı açısından ele almış olduğudur. Mektupta yer alan ifadeler incelendiğinde Sultan Vahdeddin’in antlaşmayı Türkiye Cumhuriyeti açısından nasıl yorumladığına dair açık bir cevap yoktur.

Vahdeddin mektubuna:

...muahede, yedi yüz senelik bir hükümet-i meşrua aleyhinde olarak beşeriyet-i mütemeddine için pek muzır, pek tehlikeli esaslarla ilan-ı isyan eylemiş bir cemiyet-i muzırranın murahhaslarıyla yani, tacım ile tahtımın hukuk-i azimesine el-haletü hazihi bile bir ekseriyet-i kâhire ile hala muti ve hala hürmetkar bulunan Anadolu’yu hiçbir din-i semaviye, hiçbir kitab-ı semaviye, hiçbir mabede hürmet ve itibar etmeyerek dinsiz bir kahr ve imha siyaseti ile iskat ve tehvir etmekte ve [.....], elhasıl biçare ve mazlum Türkler namına olarak hakikat-i halde hiçbir hak ve selahiyet-i temsiliyesi olmayan şu Bolşevik pişvalarıyla vukua geldiği...

yani antlaşmanın yedi yüz senelik meşru bir hükümet aleyhine olarak medeni insanlık için oldukça zararlı bir cemiyetin yani hak, hukuk, din, iman tanımayan, korku ve dehşetle halk üzerinde hakimiyet kuran bir topluluğun temsilcileri muhatap alınarak imzalanmış̧ olmasını kınamıştır.

Sultan Vahdeddin adeta bir savunma mahiyetindeki sözlerine devamla:

...ayrıca sulh-i vâkiin şu safhalarına karşı kendisini hiçbir zaman susturamayacak olan manâzır ve avâmilin tahlilini adl-i ezelinin tecelliyâtına ve tarihin ateş-zeban beyan-ı bîamanına ve belki pek yakınlarda şahit olunacak vekâyi ve hâdisatın kudret-i takdiriyesine ve İngiliz Hükümeti’nin hikmet-i siyâsiyesi nazar-ı mûşikâfına terk ve tevdi...

etmiştir.

Diğer Yazıları