TEOG sınavı İmam Hatip öğrencileri için mi kaldırıldı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eğitim sistemine ilişkin son çıkışı ile Türkiye'nin gündemi TEOG oldu. Yeni Şafak yazarı Mehmet Acet konuyla ilgili önemli bilgiler paylaştı...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Ben TEOG olayını istemiyorum ve bunu da artık yanlış buluyorum. TEOG'un kaldırılması lazım." dedi, Milli Eğitim Bakanlığı da bu açıklamadan kısa süre sonra söz konusu sınavın kaldırıldığını savundu.
Alınan bu önemli kararın perde arkasını ise Yeni Şafak yazarı Mehmet Acet yazdı.
Kararın yaklaşık 2 ay önce alındığını belirten Acet, "Kimileri, Erdoğan’ın TEOG sıkıntısını imam hatip lisesi mezunlarının son yapılan üniversite giriş sınavlarında düşük performans göstermesine bağlıyor. Bunu sordum. Üst düzey bir eğitim bürokratı, 'Bu, TEOG öncesi sistemin bir ürünü. Sonraki yıllarda imam hatiplerin standardı yükseldi. Bu okullar ortalama 470 TEOG puanı ile öğrenci almaya başlamışlardı' dedi." diye yazdı.
İşte o köşe yazısı;
- YENİ SİSTEM YARGI DUVARINA TOSLARSA NE OLACAK?
Önceki gün, TEOG’un neden kaldırıldığı, yerine ne geleceği gibi sorulara yanıt bulma ümidiyle Milli Eğitim Bakanlığı koridorlarını şöyle bir dolaştım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2 ay kadar önce Bakan İsmet Yılmaz’a “Bu TEOG meselesi sıkıntılı” diye bir cümle sarf etmiş.
Meselenin başlangıç noktası orası.
Kimileri, Erdoğan’ın TEOG sıkıntısını imam hatip lisesi mezunlarının son yapılan üniversite giriş sınavlarında düşük performans göstermesine bağlıyor.
Bunu sordum.
Üst düzey bir eğitim bürokratı, “Bu, TEOG öncesi sistemin bir ürünü. Sonraki yıllarda imam hatiplerin standardı yükseldi. Bu okullar ortalama 470 TEOG puanı ile öğrenci almaya başlamışlardı” dedi.
Aynı isim, bir örnek verdi, Tevfik İleri Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin geçen yıl 485 puan ve üzeri puan alan öğrencileri kabul ederek Ankara’nın ilk birkaç lisesi arasına girdiğini anlattı.
Kolay iş değil.
Her yıl 2 milyona yakın öğrencinin, 11 bin devlet okulu, 2 bin özel okula mağduriyet duygusu yaşamadan nasıl yerleştirileceği gibi, ciddi komplikasyonlar üretme potansiyeli olan bir konu var karşımızda.
YARGI KORKUSU…
Şöyle olursa ne olur, böyle olursa ne olur türü senaryolara dayalı fikir egzersizleri yapılırken, bakanlık yetkililerini gerilime soktuğunu fark ettiğim bir mesele karşımıza çıktı.
Yargı korkusu…
“Alternatifler üzerinden bir model seçip, yeni bir sistemi hayata geçiririz. Peki ama hiç beklenmedik bir anda yargıdan kaosa yol açacak bir karar çıkarsa ne olur?” cümlesiyle özetleyebileceğim bir endişe.
Bu zamanda, böyle bir korku!
“İş mi şimdi bu dediğin” diyenleriniz çıkabilir.
Peki, yargının iktidarın arka bahçesi olduğu propagandasının yaygınlaştığı şu günlerde, Danıştay’ın tıpkı geçmiş dönemlerde olduğu gibi, daha yenilerde hükümet uygulamalarına keyfi müdahalelerde bulunduğunu söylesem, bu durum sizi şaşırtır mı?
“Hadi canım” mı dersiniz?
YERİNDELİK DENETİMİ GERİ Mİ DÖNDÜ?
Danıştay’dan yeni çıkmış bir kararın kısa özeti:
28 Şubat öncesine kadar okullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerini ilahiyat fakültelerinden mezun olan öğretmenler veriyordu.
28 Şubatçılar, bu uygulamayı irtica meselesi olarak görüp değiştirdi.
Bunun yerine, eğitim fakültelerinde din kültürü öğretmenliği bölümü açıldı.
O devir kapanınca Milli Eğitim Bakanlığı tekrar eski uygulamaya döndü.
Yine ilahiyat fakültesinden mezun olanlar din kültürü derslerine katılabilecekti.
Peki sonra ne oldu dersiniz?
Bakanlığın aldığı bu karar, Danıştay frenine takıldı.
Bu hikayeyi dinleyince epeyce bir süredir haber oltamıza takılmayan bir kavram zihnime geri dönüş yaptı.
Yerindelik Denetimi meselesi…
Zaten, Danıştay’ın son kararını dinleyince ilk tepkim şu oldu:
“Bu bir yerindelik kararı…”
Hatırlarsanız, Eylül 2010 anayasa değişikliği için halk oylamasına sunulan 22 madde arasında yüksek yargı organlarının hükümet uygulamaları konusunda “yerindelik” kararı veremeyeceğine dair bir madde de vardı.
Yüksek mahkemeler artık, kendilerini hükümetin yerine koyarak, siyasi iktidarın görev alanından zırt pırt rol çalarak kararlar alamayacaktı.
Halk oylamasından geçince, bu, bir anayasa hükmü oldu.
Niye böyle yapılmıştı?
Özellikle Danıştay’ın keyfi uygulamaları nedeniyle siyaset, bürokrasinin elinde oyuncağa dönmüştü.
“Dediğim dedik, çaldığım düdük” pervasızlığı ülkeyi kim yönetiyor sorusunu beraberinde getiriyordu.
O defter artık kapanmış olmalı dediğimiz şu günlerde, eski alışkanlıkların devam ettiğini görmek, bürokratik oligarşiye karşı alınacak daha çok mesafe olduğunu bize gösteriyor.
Demek istediğim şu:
Verilmiş ve verilmesi muhtemel yargı kararları, zaten büyük zorlukları olan eğitim işlerinde özgürce kararlar alınmasını engelliyor.
Mesela ben Bakanlıkta görüşme yaparken, okullarda kontenjan sayıları artırılsa olur mu diye bir soru gündeme geldi.
Bu konuda bile bir yargı kararı varmış.
“Olmaz” denildi, geçildi.
KÜT DİYE BİR YARGI KARARI ÇIKARSA…
Bir iki yıl önce bir başka mahkemeden çıkan bir başka karar.
Diyelim ki, Anadolu’nun herhangi bir yerinde farzımuhal bir okul 470 puanla öğrenci kabul etti.
Sonra bu hakkı elde etmiş öğrencilerden bazıları burslu olarak ya da başka bir nedenle başka bir okula gitti.
Bakanlık, o boşluğu doldurmak istiyor.
Küt diye bir yargı kararı…
“Hayır, bunu yapmanıza izin vermiyoruz”.
Peki böyle bir karar, o mahkemenin kendisini Milli Eğitim Bakanlığı’nın yerine koyarak, “Ben böyle uygun gördüm, nihai kararı ben veririm” anlamına gelmiyor mu?
Öğrencilerin muhtemel mağduriyetini önlemeye dönük bir karar olsa anlarım. Ama bu, öyle bir şey değil.
Maliyet hep siyasete çıkıyor ama.
Gelecek yıl yeni sistem devreye girdiğinde filanca mahkeme üreteceği sonuçlara aldırmadan bunlara benzer bir karar verirse, öyle bir kararın maliyetinin kime çıkarılacağı da şimdiden belli değil mi?