'Tepe' noktaya bir de buradan baksak

Korona bilim kuruluna göre virüs rakamlarında zirveye varmış, platoyu görmüşüz.

Platoya virüs verileri üzerinden bakıyoruz.

Naçizane önerim başka açılardan da bakılması.

Mütevazı olmayacağım, bu köşede yazdıklarım bir şekilde medya içeriğine düşüyor, referansta bulunmuyorlar ama fikir hırsızlarını da bilen biliyor.

Kendime tesellim şu oluyor; benim işim yeni bilgi sunmak.

Kendi okurlarıma borcum bu.

Varılan zirveden ovaya da bakmak, çok boyutlu bakmak gerek;

Bir, “eşitlik” söyleminde de tepe noktaya gelindi, pik yaptık yani.

Başlarda, “ben evdeyim ama herkes de evde” üzerinden ileri sürülen “karantinada eşitlik” hissi yavaş yavaş dağılıyor.

Bauman’ın ifadesiyle “birinci dünya”dakiler yani küresel sermaye sahipleri, küresel kültür yöneticileri vs. o karantinaya hiç girmediler.

Bahçeli evlerde, lüks site bahçelerinde keyif yapıp, mutfaklarından “evdeymiş” pozları verdiler.

“İkinci dünya”dakiler yani hareket alanları kısıtlı olanlar hem evde, hem de işsiz kalmaya devam ettiler.

Yavaş yavaş bu “eşitlik” söylemi yerini “eşitsizlik” konuşmalarına bırakacak.

İki, karantinaya ve önlemlere dair insanların gösterdiği sabır da zirve yaptı. Süreç uzadıkça sabırsızlığın asabi örnekleri artmaya başlayacak.

Üç, işsiz kalan insan sayısı henüz zirveyi görmedi ve fakat yaptığı anda sosyo-ekonomik görünümleri ağırlaşacak.

Dört, medya içeriği çoktan pik yapmış durumda.

Hangi medya mensubuyla konuşsam hep aynı şeyleri gündeme getirip, aynı soruları sormaktan bunaldıklarını dile getiriyorlar.

Beş, bilim kurulu üyelerinin popülaritesi de zirve yaptı.

Eğer medyatikliklerine bir sınır getirmezlerse, onlara duyulan güvenin hızla güvensizliğe dönüşeceğini de göreceğiz hep birlikte.

BİLİM KURULUNA (VE SAĞLIK BAKANINA) BİRKAÇ SORU

Bir, kendisi başarısız Dünya Sağlık Örgütü’nün ülkemizin salgınla mücadele yöntemini takdir etmiş olmasından rahatsız olmadınız mı?

İki, bir toplantınızda “zirve” gibi bir sözcüğümüz varken neden illa “pik/peak” dediğinizi gündeme getirdiniz mi?

Üç, daha kontrol edilebilir olan kuaförleri, berberleri günlük müşteri sayısı sınırlı tutularak vaka sayısı düşük yerlerde açmak düşünülemez mi?

Dört, müze gezme düşkünü olmayan ülkemizde müzelerin, zaten eserlere dokunmanın yasak olduğunu düşünerek, ziyaretçi sayısı sınırlandırılarak açılmasının ne sakıncası olabilir?

Beş, Sağlık Bakanının “Türkiye’nin Wuhan’ı” diye tanımladığı İstanbul’daki AVM’leri açma önerilerini nasıl açıklıyorsunuz?

Altı, aranızda hanginizin daha çok televizyona çıkacağına dair gizli bir yarış mı var?

Yedi, 65 yaş üzeri insanların haftalardır kapalı kalmalarının virüs dışı ölümlere sebebiyet vermesine dair projeksiyonunuz nedir?

Sekiz, çocuk ve ergenlerin kapalı kalmalarının psikolojik maliyetini hesap ediyor musunuz?

Dokuz, acaba bilim kurulu üyeleri arasında sitede, villada oturan görece özgür alanlara sahip olanların oranı nedir?

“ANNE BEN GELDİM” DİYEMEYECEĞİM…

Orson Welles’in sözünü uyarlayayım:

Ben anneli olmanın ne demek olduğunu biliyorum ama sen, annesiz olmanın ne demek olduğunu bilmiyorsun.

Annesiz olmak sadece annesiz kalmak değil.

Kocaman bir koruyucu kalkandan mahrum kalmak.

Seni kötülüklerden koruyacak tam teçhizatlı tek kişilik bir ordudan yoksun kalmak.

Güneşte gölgelik olandan hastalıkta doktorun olana, ateşine bakan hemşirenden saçlarını tarayan kuaförüne, ne giyeceğine karışan modacından derdini dinleyen psikoloğuna, yemeğini yapan aşçından paranı yönlendiren finansçına kadar bir sürü insanı tek bedende yitirmektir annesiz olmak.

Geçtiğimiz yıl annesiz ilk anneler günümdü, ellerini öpememek çok koymuştu o zaman.

Bu anneler gününde sokağa çıkma yasağı olacak ve ben annemim kabrine gidip sesimi ona duyuramayacağım ya, “anne ben geldim, merak etme biz iyiyiz” diyemeyecek olmak çok koyuyor bana.

SEVGİLİ AYŞE ÖZYILMAZEL’E MEKTUBUMDUR

Bilirsin ki seni çok severim, az biraz beni dinle;

“Geçmiş neden kadınlar üzerinden okunuyor da erkekler üzerinden okunmuyor” diye soruyorsun.

“Sen kendi geçmişine bak” çirkinliğinde sana vuruyorlar.

“Yeter artık” diyorsun.

Sana söyleyeceğim beş şey var;

Bir, kısa çöpü çektin ya da aşk gözünü kör etti. Sonuç, adamların en yanlışını seçtin. Ki bunu kabul ediyorsun.

İki, meseleyi cinsiyet üzerinden okuyorsun, okuma. Bu ülkede “teflon tipi” o kadar çok insan var ki, cinsiyet ayırmadan.

Ne yapsalar üzerlerine yapışmıyor.

Mesela bir kadın şarkıcı var, ismini verip tartışma açmak istemem, çok özel görüntüleri ortaya çıktığında da, evli adamlarla yakalandığında da sütten çıkma ak kaşık olabiliyor.

Üç, kızgınlığını gazetecilere yöneltiyorsun, yapma. Onlar senin ifadenle “biberli haber”den besleniyorlar.

Kızgınlığını herkes seni hırpalarken “Ali beni koru” dediğinde gıkı çıkmayan Ali Taran’a yöneltmelisin.

“İpliğini pazara çıkarmak” diye bir deyim duymadın mı?

O “Ali”ler, tam da senin dediğin gibi, en dışlanması gereken zamanda onları jüri koltuğuna oturtan Acun’larla akraba.

Dört, eski eşinin gücü cinsiyetinden değil ilişkilerinden geliyor.

Bilirsin bu alemde, reklam-reklamveren, medya bütçesi ilişkisi, kedinin pisliğini örtmesi gibi işliyor.

Beş, senin suçun sessizliği seçmek. Kirli çamaşırları ne kadar ortaya serersen o kadar güçlü oluyorsun bu leş severler dünyasında.

Yoksa herkes kimin ne olduğunu iyi biliyor. Üzülme.  

KENDİ OKURUMA SORULAR

Bilim kurulu üyelerinden biri “Salgın iki yıl sürebilir” dediğinde, sinir telleriniz gerim gerim gerilmiyor mu?

Yıllardır Ahmet Hakan ne yazarsa uygulayıp, şimdi de Engin Özkoç’un “Ahmet Hakan’ın CHP’ye akıl vermesinden bıktık” demesi sizce de ironik değil mi?

Herkes Instagram’dan canlı yayın yapmaya kalkınca, kimsenin ne düşündüğünü merak etmez olmuyor musunuz?

Şahin sucuklarına çıkan görgüsüz kadının her “Şahiiin!” diye bağırdığında sucuktan soğumuyor musunuz?

Konya’da kaçak korona testleri yakalanınca, size de absürt bir filmin içinden geçiyormuşuz gibi gelmedi mi?

Reklamlarda karşınıza “sezonun en trend modelleri” ifadesi çıktığında “hangi sezonun” diye sinirden gülesiniz gelmiyor mu?

HOŞUMA GİTTİ

Zafer Algöz’ün 1 Mayıs’ta paylaştığı “sinema emekçileri” pankartı altında yürüyen Fatma Girik, Tarık Akan, Kadir İnanır’lı fotoğraf çok hoşuma gitti.

AK Parti’nin gecikmeli de olsa “Sosyal Medya Etik Kuralları” yayınlaması hoşuma gitti.

DİSK’in çelenginin parçalanmış haliyle de olsa Taksim’e konması, kararlılığı göstermesi açısından hoşuma gitti.

Gül Gölge’nin kaybettiği anneannesinin arkasından “Dua edenim” diye hitap etmesi bizim ölene sevgimizi değil de, ölenin bize sevgisini göstermesi açısından çok ama çok hoşuma gitti.

AKLIMDA KALAN

Kafamdaki acayip merak: AVM’lerin açılması gerçekleşirse, insanlar çılgınlar gibi oralara yığılacak mı yoksa korkudan kapısından giren olmayacak mı? Bu sorunun cevabı, koronayla ilişkimizi de gösteren çok ama çok önemli bir veri olacak.

 

 

Diğer Yazıları