Tezer Özlü kimdir?
Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Tezer Özlü kimdir? Vatandaşlarımız merak ettiği soruların yanıtlarını derledik. 18 Şubat Tezer Özlü'nün ölüm yıl dönümü. 1943 yılında Kütahya'da doğan Özlü, 1962-63 yıllarında otostopla Avrupa'yı gezdi ve Paris'te tanıştığı Güner Sümer ile 1964 yılında evlendi. Vatandaşlarımız ise bugün sosyal medyada çokça konuşulan Tezer Özlü ile ilgili araştırmalar yapıyor. Peki, Tezer Özlü kimdir? İntihar mı etti? Hangi kitapları ve şiirleri var? Detayları haberimizde bulabilirsiniz...
Vatandaşlarımız merak ettiği Tezer Özlü kimdir? Türk edebiyatının önemli kalemlerinden biri olan Tezer Özlü internet kullanıcıları tarafından merakla araştırılmakta. Yaşamın Ucuna Yolculuk, Çocukluğun Soğuk Geceleri, Kalanlar, Eski Bahçe-Eski Sevgi, Zaman Dışı Yaşam gibi önemli yapıtları bulunan Özlü'nün hayatına dair merak edilenleri derledik. Peki, Tezer Özlü kimdir? İntihar mı etti? Hangi kitapları ve şiirleri var? Detayları haberimizde bulabilirsiniz...
TEZER ÖZLÜ KİMDİR?
Tezer Özlü 10 Eylül 1943’te Kütahya Simav’da doğdu. Çocukluğu anne babasının görev yaptığı Simav, Ödemiş ve Gerede'de geçti. İstanbul 'a on yaşındayken geldi. Avusturya Kız Lisesi'ne gitti; ancak mezun olmadı. 1961'de yurt dışına çıktı. 1962 - 1963 yıllarında otostopla Avrupa'yı gezdi. Paris'te tanıştığı tiyatrocu ve yazar Güner Sümer'le 1964 yılında evlendi. Birlikte Ankara 'ya yerleştiler.
Sümer'in Ankara Sanat Tiyatrosu'nda (AST) çalıştığı bu dönemde Özlü Almanca çevirmenlik yaptı. AST'de 1963-64 sezonunda Sümer'in yönettiği Brendan Behan'ın Gizli Ordu oyununda oynadı.
Sümer'den ayrılarak İstanbul'a yerleşti. Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kesintili olarak 1967 - 1972 yılları arasında İstanbul'da farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kaldı. Çocukluğundan başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu dönemleri Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabında yazdı.
1968 yılında yönetmen Erden Kıral'la evlendi. Bu evlilikten 1973'te kızı Deniz doğdu. Bir burs alarak 1981'de Berlin' e gitti. Bu arada Kıral'dan ayrıldı. Kanada'da yaşayan İsviçre asıllı sanatçı Hans Peter Marti ile tanıştı ve 1984'te Marti'yle evlenerek Zürih'e yerleşti.
TEZER ÖZLÜ NASIL ÖLDÜ?
Genel kanının aksine Tezer Özlü intahar ederek değil göğüs kanseri nedeniyle 1986'nın 18 Şubat'ında burada öldü. Mezarı Aşiyan Mezarlığı'ndadır.
Özlü, eski eşi Erden Kıral'ın Yol filminin çekimi döneminde yaşananları anlattığı filmi Yolda'da Yelda Reynaud tarafından canlandırıldı.
Tezer Özlü, öykü ve roman yazarı Demir Özlü ile yazar ve çevirmen Sezer Duru'nun kardeşidir.
Tezer Özlü'nün eserleri İlk kitabı 1963'ten itibaren dergilerde yayımlanan öykülerinden oluşan Eski Bahçe'dir. Kitap ilk kez 1978'de basıldı. 1980'de ilk romanı olan Çocukluğun Soğuk Geceleri yayımlandı. Kendisini derinden etkilemiş üç yazar olan Svevo, Kafka ve Pavese'nin izinden giderek yazdığı ikinci romanı 1983'te Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde) adıyla yayımlandı. 1983 Marburg Yazın Ödülü'nü kazanan kitap, yazar tarfından Yaşamın Ucuna Yolculuk adıyla Türkçe olarak bir anlamda yeniden yazıldı ve bu haliyle 1984'te basıldı. İlk öykü kitabı Eski Bahçe ölümünün ardından, daha sonra yazdığı öykülerle birlikte Eski Bahçe - Eski Sevgi 1987'de okurla buluştu. Gergedan Dergisi 13. sayısında yazar anısına bir "fotobiyografi" yayımladı. Günce ve anlatılarından bazı parçalar ise Kalanlar (1990) adlı küçük bir kitapçıkta bir araya getirildi. Bu kitapta yer alan çoğu Almanca yazılmış metinlerin çoğu, Sezer Duru tarafından Türkçeye çevrildi. Özlü'nün yayımlanmamış senaryosu Zaman Dışı Yaşam da 1993'ten itibaren yazarın tüm yapıtlarını yayımlayan YKY tarafından basıldı. Bu seride, yazarın dostu Leyla Erbil'e yazdığı mektuplardan oluşan Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar (1995) da bulunmaktadır.
ÖLÜM DÜŞÜNCESİ İZLİYOR BENİ
ölüm düşüncesi izliyor beni.
gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum.
bunun …
belli bir nedeni yok.
yaşansa da olur, yaşanmasa da.
bir kaygı yalnız.
beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı.
karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum.
herkes her geceki uykusunu uyuyor.
ev soğuk.
çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum.
günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum.
kusmamak için üstüne reçelli ekmek yiyiyorum.
genç bir kızım.
ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum.
sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var.
karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var.
karşı çıkmak istediğim kurallar var.
bir haykırış!
küçük dünyanız sizin olsun.
bir haykırış!
sessizce yatağa dönüyorum.
ölümü ve yokluğu üzerine uzun süre düşünmeye zaman kalmıyor.
şimdi gözümün önündeki görüntüler renkli kırları andırıyor.
korkacak birşey yok.
kırlarda koşuyorum.
sanki bir deniz kentinde yaşamıyorum.
hep kırlar.
esintiyle birlikte eğilen otlar arasında bir başımayım.
birazdan ölüm beni alacak.
KALANLAR
“Ben bendim. Zaman, yaşanmış zamandı. Bir kaç yaşanmamış gün de eklenmişti bu zamana. Kemerle bağlanmıştım. Acılarım vardı…” (s.12)
“Beni öldürdüm, her insanı öldürmek kanısı ile öldürdüm.” (s.16)
“Mevsimler değişiyor. Bunlar Vivaldi’nin dört mevsimleri gibi değil, dinlendirici olamıyorlar hiç.” (s.20)
“Haykırmak istediğim çok şey var. Büyük kayıplar yıkacak değil bizi. Açıkça birbirimizle konuşamıyorsak ben ağlamak, bağırarak ağlamak için bahçenin yeşillikleri gerisindeki odama geçiyorsam, biliyor musun, ne güzel ağıtlar içinde uyuyakalamamak?” (s.29)
“Ben bir kezinde aklımı yitirdim, ama kendimi yeniden kendi elime geçirdiğimde daha da zor yenilebilir durumdaydım.” (s.31)
“Birdenbire çok yorulduğumu, taşıyamayacağım kadar yaşantı üstlendiğimi ölürcesine algıladım. Kitapsız, sanatçısız, tartışmasız bir yaşamın özlemi sardı benliğimi.” (s.34)
“Şimdi neden bu kadar çok sevdiğimi anladım, çünkü kendim ölmüştüm ve yalnızca başkalarının canlılığını algılayabiliyordum.” (s.35)
“Nihayet yağmur başladı. Bu sabah artık yağmuru neden bu kadar çok sevdiğimi anladım. Ağlayan bir yüreğe benzediği için…” (s.35)
“Berlin’de içimde büyük bir ölüm özlemi oluşuyor. doğaldır, yaşam için bu kadar çok dürtünün olduğu yerde ölüm de çoğalır.” (s.36)
“Tanımadığın sürece her acı dayanılabilir.” (s.46)
“Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey, hiçbir korku… aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur- artık hiçbir yerdesin.” (s.47)
“Çılgınlığın boyutları yok. Sallanan, boyutsuz bir boşluk. Orada daha yüksek, daha geniş, daha derin algılanıyor, boyut yok. Oluşumun yaratan spermalara dek geri gidebilir düşüncen. Kendi embriyonluğunu anımsayabilirsin, annenin karnında geçirdiğin ayları, orada kalıp gün ışığını görmek istemeyişini. Çılgınlığın evreninde yükselmeye başladığın anlar ne büyük acı verir. Gövdenin ayrıldığı anlar.” (s.48)
“Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Bu ikisinin ötesinde kalıp olup bitene seyirci oldum ve dünyayı kavradığımı sandım. İlk kez gördüm denizlerini. İlk kez güneşin altına yattım. Gecelerinde dolaştım. Bir çocuk bile doğurdum.” (s.48)
“Özlemlerim kalmadı. Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok. Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarlağım çevresinde dönen bir yolculuğun…” (s.48)
“Yalnız yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum.” (s.52)
“Hiç kimseyle birlikte yaşlanmak istemiyorum. Kendimle bile…” (s.59)
“Ben, belli bir ülkesi olmayan insanlardanım.” (s.60)
“Asalet ve rütbe ile ilgili kavramları hiçbir dilde öğrenmeyi başaramadım.” (s.61)
“Meyhanelerde umutsuz bir bekleyiş vardır. Kendi kendini bekleyiş…” (s.61)
“İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.” (s.61)
“Kalkacak bir trene binerken, beni artık içinde bulunduğum ülke, gideceğim kent, ineceğim istasyon, bindiğim tren ve kompartımandaki insanlar pek ilgilendirmiyor. Trene binerken ben’in içinde bulunduğu duygu birikimleri ilgilendiriyor. Dış dünya ile tüm bağlantılarımın duygu birikimlerinden oluştuğunu biliyorum artık. Yazı yazmak isteğinin dış dünyaya karşı bir tür savunma olduğunu daha bir algılıyorum. Yaşamın kendisinin yazı yazmaktan çok daha gerçek, çok daha derin olduğunu da biliyorum.” (s.66)