TÜBA üyeliği defalarca reddedilen Şerif Mardin'e TÜBA ödülü!
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve AK Parti Sözcüsü Yasin Aktay, Yeni Şafak gazetesinde yazdı....
Türkiye Bilimler Akademisi'nin (TÜBA) 2016 yılı ödülleri 2 Şubat'ta Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde düzenlenen bir törenle sahiplerine tevdi edildi. Büyük ödüller, Sosyal ve Beşeri Bilimler kategorisinde Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şerif Mardin'e, Sağlık ve Yaşam Bilimleri kategorisinde Washington Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mary-Claire King, Fen ve Mühendislik Bilimleri kategorisinde California Berkeley Üniversitesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Omar M. Yaghi aldı.
Doğrusu, Anayasa, ABD ve bölgedeki gelişmelere yoğunlaşmış gündem yoğunluğu arasında bu ödüller hak ettiği yeri alamadı. Bu seneki ödüller arasında özellikle Prof. Dr. Şerif Mardin'e bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tevdi edilen ödül sessiz sedasız geçiştirilecek türden değil. TÜBA ile Şerif Mardin isimleri arasındaki ilişki Türkiye'nin bilim tarihinde bir dizi tartışmayı, bilim-siyaset-ideoloji eksenindeki bir dizi gerilimi de hatırlatan tipik bir ilişki biçimi olmuştur.
Mardin, hiç kuşkusuz Türkiye'nin sosyal bilim geleneği içinde çok müstesna yere sahip bir isim. Sosyal bilim araştırmalarında ortaya koyduğu ciddi ve kendine göre hayli tutarlı yöntembilimi dolayısıyla bütün sosyal bilimciler arasında itiraz edilemez bir saygınlık ve yetkinlik ortaya koymuş, belli konularda çalışmaları vazgeçilmez ve göz ardı edilemez referanslar arasında olmuştur.
Herkesin kendi teorisini otlatmakla meşgul olduğu altmışlı yıllarda o, araştırma alanında yer alan insanların zihniyet dünyalarına yoğunlaşmış, onların zihniyet kalıplarını, kavram ve tasavvurlarını çözümlemeye girişmiş, bunun için hayli zahmetli sayılabilecek şekilde düşünceye, ideolojiye, kültüre yoğunlaşmıştır.
Bir üstyapı alanı olarak algılanıp gereksiz görülen hatta aşağılanan zihniyet dünyalarını çalışmakla kalmayıp bir de “Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu”nu incelemiş, oradan “Jön Türklerin Siyasi Fikirleri”ne gitmiş. Din ve İdeoloji arasındaki ilişkilerin mahiyetine ve Türkiye'deki şekillenişine dair ilk zamanlarda büyük bir kayıtsızlıkla karşılaşan eserler ortaya koymuş. Aslında Türkiye'de Marksist sosyolojinin ciddi bir hegemonyasının olduğu o yıllarda Weberyen anlamacı-yorumcu tarzda ortaya koyduğu sosyoloji pratiği dolayısıyla Türkiye gerçeğine çok daha fazla yaklaştıkça, sesi fazla çıkanların gündeminden de o kadar uzaklaşmış oluyordu.
Mardin asıl büyük kabahati Said Nursi ve Nurculuk üzerine yapacağı bir çalışma dolayısıyla işlemiş olacaktı. Seksenli yıllarda Türkiye'de aslında değeri giderek anlaşılmaya başlanan Mardin bu çalışmayla sosyal bilim camiasında tam hak ettiği büyük kabule mazhar olacakken asıl büyük aforoza maruz kalır. Türkiye'de öyle veya böyle, beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, seversiniz veya sevmezsiniz bir sosyal gerçeklik haline gelmiş olan Nurculuk hareketini bir sosyal bilimci olarak göz ardı edemezsiniz. Batı sosyal bilim geleneğinde düşmanların zihniyet dünyası bile, ona karşı tedbir almak amacıyla da olsa en gerçekçi, en kapsamlı biçimde araştırılır, incelenir. Bizde ise hiçbir zaman doğru dürüst bir Rusya araştırmaları, İran araştırmaları veya bazı zamanlarda Arap dünyasına dönük araştırmalar ortaya çıkmadı. Ne yazık ki Kürt sorunu üzerine belli önyargılardan arındırılmış, anlamacı çalışmalar da ancak son zamanlarda ortaya çıkmaya başladı. Sosyal bilimcilerin araştırma alanları dolayısıyla yargılama konusu olmaları elbette sadece Türkiye'ye özgü değil, ama Türkiye'deki tecrübe fazladan bir hayli ibretlik.
Mardin'in salt Said Nursi ve Nurculuk çalışmış olması dolayısıyla bir yargıya, hatta infaza konu olmuş olması Türk Sosyal bilim tarihinin önemli bir ukdesidir. Tam da bu yüzden defalarca gündeme geldiği halde, ve bildiğim kadarıyla başvuran kendisi de olmadığı halde, her seferinde TÜBA'ya üyeliği reddedilmiştir.
Dönemin TÜBA başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat kendi ret kararlarını savunurken, onun Said Nursi çalışmış olmasını değil, “Nursi'yi çalışması esnasında parlatmış olması veya onu yeterince eleştirmemiş olmasını” gerekçe olarak telaffuz etmişti. Tam özrü kabahatinden büyük bir açıklamaydı doğrusu. Yani beklenen şey onu eleştirmek hatta demonize etmekti ki, bir defa sosyal bilimcinin zihin haritasını veya düşüncelerini veya pratiğini ortaya koymaya çalıştığı birilerini eleştirmek, şeytanlaştırmak gibi bir misyonu yok. Zaten kendi kavramsallaştırma biçimiyle ortaya koyduğu portre muhtemelen sosyal bilimcinin kendi zihniyet dünyasına dair de bazı ipuçları ortaya koyar.
O yüzden Mardin'in veya başka herhangi birinin Said Nursi incelerken ondan ne beklediği, ona nasıl bir anlam atfettiğini de ele verir ki, Mardin'in dünyasıyla Nursi'nin dünyası birbiriyle hiçbir zaman buluşamayacak iki dünya. Tam da bu durum Mardin'in Nursi'yi anlama çabasını çok değerli ve anlamlı kılmıştır.
İkincisi Nursi'nin Mardin tarafından parlatılmaya ihtiyacı yoktu. Bir vaka olarak önümüzde birçok takipçisi bulunan, metinleriyle, öğretileri ve cemaatleşme pratiğiyle anlaşılmayı, yorumlanmayı, açıklanmayı bekleyen bir soru olarak duruyor Nursi. Buna lakayt kalmak sosyal bilim geleneğinin bir ayıbı olabilir ancak.
Ben şahsen Mardin'in Nursi incelemesini bir sosyal bilim pratiği olarak çok değerli bulmakla birlikte o kadar da başarılı bulmam. Ama onun bizzat kendi çabası hakkındaki sınırlar konusuna da ayrı bir farkındalığı olduğunu gördükçe benim gözümde bir sosyal bilimci olarak saygınlığı daha da artmıştır.
Mardin'in çevre-merkez ilişkileri konusunda yazdıkları da, kuşkusuz, çok önemli referans metinler. Ancak referans metni olmaları doğru oldukları anlamına gelmiyor. Sosyal bilimde referans oluşturabilecek metinler yazmanın, kavram üretmenin başlı başına değerli olduğunu söyleyebilirim ancak. Nitekim 2007'den sonra ortaya koyduğu mahalle baskısı kavramının, bütün nahoş içerimlerine rağmen bir kavramsallaştırma olarak başarılı olduğunu kabul etmek lazım. O kavramı sadece muhafazakarlar arasında geçerli olan veya sadece onlar tarafından uygulanan bir mekanizma olarak görmemek şartıyla, kavram bir sosyal ilişki biçimini çok iyi betimliyor.
TÜBA tarafından üyeliği defalarca reddedilen Mardin'in bugün aynı TÜBA tarafından büyük ödüle layık görülmesi bence, öncelikle Mardin adına değil TÜBA adına önemli bir kazanımdır. Bunun için TÜBA Başkanı Prof. Dr. Ahmet Acar ve ekibini tebrik ediyorum. Ödülün Cumhurbaşkanı tarafından tevdi edilmiş olması ise Mardin gibi bir değere ödenen gecikmiş bir vefa borcu olarak görülebilir.
FETÖ ile mücadelenin ortasında Mardin'le Gülen arasında ilişkiler yakalamaya veya çağrıştırmaya çalışanlara da bu vesileyle söylenecek bir kaç söz var. Tabi bir sonraki yazıda.