Türk - Arap ilişkileri nereye gidiyor?
Arap dünyasında geçen haftanın en önemli gelişmesi, Suudi Arabistan'ın El-Ula kentinde gerçekleştirillen zirve oldu. Zirve sonrası Katar'a ambargo uygulayan 4 ülkenin ambargoyu kaldırdıkları bilgisi verildi. Körfez ülkeleri arasındaki bu yakınlaşmanın ileride Türkiye için de stratejik ilişkilerin canlanması açısından büyük bir öneme sahip olduğunu belirten Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu(SMDK) Başkanı Nasr ALHARİRİ, Türk- Arap ilişkilerine dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu(SMDK) Başkanı Nasr ALHARİRİ, Suudi Arabistan’ın El-Ula kentinde gerçekleşen tarihi zirve ve Türk - Arap işbirliği fırsatlarına dair çok önemli değerlendirmelerde bulundu.
Akdeniz’in doğusunda bulunan Ortadoğu bölgesinin, dünya genelinde önemli bir stratejik ağırlığa sahip olduğuna dikkat çeken ALHARİRİ, "Bölge bugünlerde, Suriye’den Irak, Lübnan, Yemene, Doğu Akdeniz’den Libya’ya kadar iç içe geçmiş fırtınalı sorunlarla yüzleşiyor. Bütün bunlarla birlikte, yüzyılın başından beri Filistin meselesinin merkezinde yer aldığı bir çatışma ortamı yaşıyoruz." dedi.
Bölgede yaşanan bu krizlerin, sadece bir halkı değil bütün bölge halklarını etkilediğine ve hükümetlere, stratejik seviyeye ulaşan değişimleri dayatan sarsıntılara sebep olduğuna vurgu yapan ALHARİRİ, şu değerlendirmede bulundu:
"Ortadoğu’nun sahip olduğu istisnai stratejik ve jeo-siyasi ağırlık, bölgeyi siyasi çatışma ve anlaşmazlıkların odağı haline getirmiştir. Filistin meselesinin yıllarca çözümsüz kalması ise bölgedeki kalkınma ve istikrarı engelleyerek, İran rejiminin yıkıcı bir rol oynamasının önünü açmıştır."
"BÜTÜN SORUNLAR İRAN İLE BAĞLANTILI"
Bölgenin sorunlarını tahlil edersek, bahsedilen durumun açıkça görülebileceğini kaydeden ALHARİRİ, "Bölgede yaşanan bütün bu sorunların İran ile bağlantılı olduğunu geçmişte birçok kez mülahaza ettik. Zira İran, rastlantılarla değil uzun vadeli hedefleri olan bir plan çerçevesinde hareket etmektedir. Bu kapsamda, İran’daki molla rejiminin 4 Arap başkentini nasıl işgal ettiğini ve kollarını diğer ülkelere uzattığını açıkça görmekteyiz." diye konuştu.
"Peki bu anlattıklarımızın el-Ula Zirvesi ve zirvede ortaya çıkan muhtemel işbirliği fırsatlarıyla alakası nedir?" sorusunu yanıtlayan ALHARİRİ, sözlerine şöyle devam etti:
"Etkili Arap ülkeleri iç sorunlarıyla uğraşırken, pratikte Körfez krizi bölgede boşluğa ve güvensizliğe sebep olmuştur. Bu durum İran’a projelerini gerçekleştirmek için güç toplama ve krizin oluşturduğu boşluğu kullanma fırsatı vererek, çeşitli meselelerin çözümünün gecikmesini beraberinde getirdi.
Burada İran’ın Körfez krizini nasıl kullandığını, krizin İran’ın bölgede siyasi, askeri ve ekonomik projelerini uygulamasına nasıl imkan tanıdığını, İran’ın yeni çatışma cepheleri açmak suretiyle bir yandan Arap ülkelerinin ağırlığını azaltırken, diğer yandan mevcut durumu içerde halkını bastırmak ve muhaliflere karşı planlı katliam ve tutuklama faaliyetleri için nasıl kullandığını açıklamaya çalışıyoruz."
"İRAN BÖLGEYE YAYILARAK KAOSUN BÜYÜMESİNE SEBEP OLMUŞTUR"
Bununla birlikte İran rejiminin mevcut durumu kullanarak, Ortadoğu’da yayılmacı politikasını sürdürmek için ideolojilerini bölgede etkinleştirdiğine işaret edidiğine vurgu yapan ALHARİRİ, "Zira uzun zamandır İran, Husiler ve Hizbullah gibi pek çok terör örgütü üzerinden bölgeye yayılarak, el-Kaide, DEAŞ ve PKK gibi diğer terör örgütlerinin varlığını güçlendirmelerine ve dolayısıyla kaosun büyümesine sebep olmuştur.
Bölge ülkelerinin kendi aralarındaki hiçbir ihtilafının olumlu sonuç doğurması mümkün değildir. Ayrıca bu ihtilaflar, söz konusu ülkelere karşılaştıkları zorlukları aşmakta da hiçbir katkı sağlamayacaktır. Dolayısıyla Körfez krizinin çözülmesi, İran’ın bölgeye yayılmak için kullandığı çatlak ve boşlukları kapatırken Suriye, Yemen ve Irak meseleleri gibi bölgede İran tarafından kullanılan ve çözüm bekleyen meselelerin de çözülmesine katkı sağlayacaktır." ifadesini kullandı.
Körfez krizinin çözümünün, başka alanlarda da yeni reformların önünü açarken ihtilafları ve bu ihtilaflardan doğan kötü neticeleri sona erdirerek bölgesel çapta yaşanan krizlere karşı işbirliği ve koordinasyon imkanlarını artıracağının altını çizen ALHARİRİ, açıklamasını şöyle sürdürdü:
"Bugün dünyada karşılaştığımız sorunlar, birbiriyle yardımlaşan ve imkanlarını halklarının çıkarlarına kullanan ülkelerin meydana getirdiği oluşumlara olan ihtiyacımızı artırmaktadır. Dolayısıyla gerek Körfez ülkeleri, gerekse bütün Arap ve bölge ülkelerinin birbiriyle işbirliği yapması, Araplar ile Türkiye arasında bölgeyi arzulanan konuma taşıyacak olan stratejik ilişkilerin canlanması açısından alternatifi olmayan bir öneme sahiptir.
Akıl, mantık ve hikmet, kriz çözümünün sadece Körfezle sınırlı kalmayarak zorlukların aşılması için ortak bir tavra ve Türkiye-Suudi Arabistan işbirliğine kapı aralayacak şekilde bütün bölgeye yayılmalıdır. Çünkü bölgeye doğal ağırlığını kazandıracak, halkların yaşanan çatışmalardan uğradığı zararları telafi edecek ve bölge ülkeleri arasında yeniden normalleşmeyi sağlayacak tek alternatif burada sözü ettiğimiz bölge ülkeleri arasındaki işbirliğinin yeniden inşasıdır."
"BİZE DÜŞEN KURTULUŞ MÜCADELESİNDE İRAN HALKINI DA DESTEKLEMEKTİR"
Herkesin İran'ın bölge ülkelerinden bir ülke olduğunu ve tarihsel, kültürel, toplumsal ve ekonomik varlığını kabul ettiğini belirten ALHARİRİ, "Bize düşen İran rejimi ve sebep olduğu bölgesel yıkım ile İran halkının arasını ayırmak ve tıpkı Suriye halkını desteklediğimiz gibi özgürlük ve diktatörlükten kurtuluş mücadelesinde İran halkını da desteklemektir." şeklinde konuştu.
İran’ın bölgedeki nüfuzunu kırmak ve kirli faaliyetlerini sonlandırmanın zaruri olduğunu ifade eden ALHARİRİ sözlerini şöyle sonlandırdı:
"İran rejiminin gerek nükleer ve balistik füze programları, gerekse bölgeye Devrim Muhafızları modelini yayma programına karşı mücadele edilmelidir.
Eğer istediğimiz şey halkların çıkarları ise bu çıkar bölge ülkeleri arasında işbirliği oluşturmak ve bölgedeki diktatörlük, terör ve fanatizmi güçlendirmek ile demografik değişim meydana getirmek yönündeki dış müdahalelere karşı koymaktadır.
Körfez’de atılan son olumlu adımdan sonra Suriye halkı umutlanmıştır. Halkımız, Arap-Türk uzlaşısı ve ortak tavır oluşturulması için çalışmaların artmasını ümit etmektedir. Bu aynı zamanda Suriyelilerin uzun zamandır beklediği ve uğruna büyük kurbanlar verdiği İran nüfuzunun kırılması için de gereklidir.
Şüphe yok ki, Türk-Arap uzlaşısının toplumsal, kültürel, ekonomik ve askeri etkileri olumlu olacaktır. Birçok ülke uygulamak zorunda kaldığı ekonomik politikalardan zarar görmektedir. Eğer bölgedeki bu anlaşmazlık olmasaydı hiçbir ülke bu zarara uğramayacaktı.
Bölgedeki çatışmaları doğru bir şekilde anlarsak, işgalci İsrail ve İran rejimleri dışında hiçbir bölge ülkesinin genişlemeci politika yürütme niyetinin olmadığını açıkça göreceğiz.
Savaşlar, doğal olarak belirli hedeflerle başlar ancak savaşın bütün tarafları süreç içinde hesap etmediği gelişmelerle başka yerlere sürüklenerek bunun getirdiği ekonomik yüklerle yüz yüze kalır. Bu da atılacak adımların hikmetle atılmasını ve ön görülemez zararlara sebep olan savaşları engellemeyi gerektirir.
Bugün her bölge ülkesinin önünde başlıca hedefler vardır. Bunların ilki kaynaklarını kalkındırmak ve sorunlarını çözerek güçlü bir ekonomi kurmaktır. İkincisi ise bölgesel krizlerden ve bugün dünyanın karşılaştığı Koronavirüs salgını gibi küresel sağlık krizlerinden kaynaklı kötü ekonomik koşullardan sıyrılmaktadır.
Ayrılık ve çatışmalar sonlanmadan bu hedeflerin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Kendi sorunlarını çözebilen, kaos ve terörü destekleyen dış müdahalelere karşı mücadele edebilen, bölgesel barışı ve istikrarı sağlayarak mezhepçi dalgaları engelleyebilen, eğitim, sağlık, sanayi ve ticaret gibi pek çok alanda güçlü temeller kuracak işbirliği imkanlarını geliştirebilen bir bölgesel oluşuma ihtiyaç duymaktayız.
İçinde doğmamızın takdir edildiği ve bundan gurur duyduğumuz Ortadoğu bölgesi böyle bir bölge. Her birimiz bu bölgenin kalkınmasında ve gelecek için sağlam temeller kurulmasında pay sahibi olmak istiyoruz. Bu sebeple önceliğimiz adalet, özgürlüğü ve insan onurunu garanti altına alacak ilişkiler kırmak ve dünya medeniyetine katkı sağlayacak bir gelişimin önünü açmak için çalışıyoruz."