TÜRKÇE EZAN KANUNU KIPKIRMIZI KOMÜNİST KOKAR
Sinan Tekelioğlu (Seyhan) Arapça ezan yasağının kaldırılması Meclis’te müzakere edilirken diyordu ki:
O zaman arz ettiğim gibi şu söylemiş olduğum sözleri arkadaşlar hatırlarlar ve yahut o zamanki tutanakları alıp okuyacak olurlarsa görürler ki, o zaman şöyle demiştim:
«Bu kanun kıpkırmızı komünist kokar». Bu kanunun lütfen kaldırılmasını rica ederim.(Gürültüler).
Ezanın Arapça okunmasına getirilen yasak 18. 07. 1932 tarihinde Atatürk’e atfen Diyanet İşleri Riyasetinden alman bir tamimle memleket sathında geçerli kılınmıştır. Bu emre muhalif hareket eden muhtelif din mensuplarının ceza almamaları üzerine ise Hükümet 1941 tarihinde Ceza Kanununun 526 ncı maddesini tadil etmek suretiyle, “Arapça ezan ve kamet okuyanlar” ifadesini kullanarak bu suçu işleyenlerin cezalandırılmasını imkân dâhiline almıştır. Dolayısıyla Ezan’ın Arapça okunması yasaklandığı gibi muhalefet edenler de cezalandırılmıştır. Ta ki 1950 yılında Adnan Menderes Hükümeti’nin işbaşına gelmesine kadar.
Adnan Menderes Hükümeti’nin kurulması ile birlikte Kayseri Milletvekili İsmail Berkok ve 13 arkadaşının ve Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan'ın, Türk Ceza Kanunu’nun 526 ncı maddesinin ikinci fıkrasının değiştirilmesine dair bir Kanun teklifi hazırlamışlardır.
Hazırlanan kanun teklifinin gerekçesinde şu ifadelere yer verilmiştir:
Devletimizin Anayasamızda tespit edildiği gibi laik olması ve laikliğin ise Devletle din müesseselerinin yekdiğerinden ayrı tutularak birbirine karıştırılmaması manasına gelmesi itibariyle kanunların bu esaslar dairesinde ayarlanması icap ettiği gibi lâikliğe aykırı olan kanunların da buna muvazi olarak tadili icap eder.
Esasen bütün demokrat ve medeni memleketlerde bu esas kabul edilmiş ve din işleri Devlet teşkilâtından ayrı tutularak din adamlarının dinî bilgilerine terk edilmiş bulunduğu bir hakikattir. Şu hale göre dine taallûk eden işlerden Devletin elini tamamıyla çekmesi ve bu manevi varlığı ilâhiyatçıların bilgilerine daha doğrusu ihtisaslarına terk etmesi bir zaruret halinde karşımıza dikilmektedir.
Sabık iktidarın lâikliği din aleyhinde tefsir etmesi suretiyle ve bu cümleden olarak iman ve amelden mürekkep Müslümanlık dininin amele taallûk eden ezan ve kametin Türkçe okutulmasını mecbur tutması lâiklik prensibini ihlâl ve Anayasanın verdiği vicdan hürriyetine tecavüzdür. Lâik bir idarenin bir Hristiyan mabedinde çalınan çan tokmağını şu kadar veya şu şekilde vuracağı hususlarına müdahale etmesi nasıl bir haksızlık teşkil ederse, ayni şekle muvazi olan ezan veya kameti şu şekil veya şu lisanla okutmak istemesi de o nispette haksızlık, hatta din ve vicdan hürriyetine bir tecavüzdür.
Hakkiyle ve ilmî bir şekilde Türkçeye tercüme dahi edilemeyen ezan ve kametin Diyanet işleri Başkanlığı tarafından kabul edilecek şekli ne olursa olsun halen bu mevzuda lâiklik prensiplerini ihlâl eden T.C.K. 526/2 fıkrasındaki (veya Arapça ezan ve kamet okuyanlar) kaydının kaldırılması suretiyle/mezkûr maddenin ekli tasarı şeklinde tadilinde zaruret görmekteyiz. Bu zaruret, çeşitli ırk ve lisanlara sahip 500 milyondan fazla Müslümanın kabul ettiği, hatta hangi Hristiyan memleketinde yaşarsa yaşasın tatbikatında asla güçlük çekmediği bu ibadet usulüne medeni ve lâik bir Devlet olarak müdahale etmemiz bariz bir hatadır. Bu bakımdan ekli tasarı hazırlanmış bulunuyor.
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes Hükümeti adına Başbakan Adnan Menderes tarafından da Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderilen yazıda şu talep ve gerekçeye yer verilmiştir:
Büyük Millet Meclisi Yüksek Başkanlığına
Türk Ceza Kanununsun 526 ncı maddesinin değiştirilmesi hakkında Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunun 14. 06. 1950 tarihli toplantısında Yüksek Meclise sunulması kararlaştırılan Kanun tasarısının gerekçesiyle birlikte sunulmuş olduğunu saygılarımla arz ederim.
A. Menderes / Başbakan
Türk Ceza Kanunu’nun 4055 sayılı kanunla değiştirilmiş olan 526 ncı maddesinin değiştirilmesi hakkında hazırlanmış bulunan kanun tasarısı gerekçesinde ise:
1939 senesinde Ceza Kanunu’nun 526 ncı maddesine eklenen fıkralar arasında Arapça ezan ve kamet okuyanların cezalandırılacaklarına dair bir hüküm bulunmaktadır. Bu hükmün sevkini gerektiren mucip sebeplerde : Diyanet İşleri Reisliğinin, teşkilâta yaptığı bir tamimle ezan ve kametin okunmasını menettiği ve buna muhalif hareket edenlerin 526 ncı maddenin ilk fıkrasıyla tecziyeleri mümkün ise de, memnuiyetin fertlere de şümulünü sağlamaya bu müeyyidenin kâfi gelemeyeceği ve Arapça lisanının eski zihniyete ve eski ananelere bağlayan tesirinden halkı kurtarmak için ikinci fıkradaki hükmün ve bunun müeyyidesi olan cezanın konulmasına lüzum hâsıl olduğu, belirtilmektedir.
Halbuki Anayasanın Türk vatandaşı için tabiî hak saydığı vicdan hürriyetinin dokunulmaz bir hak olarak hürmete lâyık görülmesi gerekir ve bunun tabiî olan din serbestisi her türlü müdahaleden azade kalmak iktiza ederken ana kanunlarla korunmuş bulunan din ve vicdan hürriyetinden vatandaşı herhangi bir şekilde kısmen veya tamamen mahrum etmek ve bu hususu, kanuni ceza teyitleri altında bulundurmak doğru olamaz. Böyle bir kayıtlama, Türkiye Devleti’nin esas vasıflarını gösteren Anayasanın 2 nci maddesindeki lâiklik esasına da uygun düşemez. Din ile Devletin ayrılması ve Devletin din işlerine karışmaması ve Devletle dinin birbirlerine karşı tamamen bitaraf kalmaları şeklindeki telâkkinin ifadesi olan lâikliğin, ibadetin icra şekline taalluk eden herhangi bir faaliyet veya faaliyet safhasında tadilini tazammun eder tarzda müdahalede bulunmamasını zaruri kılan bir ana hüküm olarak muhafaza ve idame edilmesi zaruridir. Arapça lisanının eski zihniyet ve ananelere bağlayan tesirinden halkı kurtarmak gayesinin takip edildiğine taalluk eden görüşte de bugün için bir isabet mülâhaza etmek caiz olamaz. Kaldı ki kanunun tadilinden beri geçen uzun zaman içinde o zamanki telâkki ve düşünüş şeklini değiştirecek mühim tebeddüller ve ilerlemeler husule gelmiş ve bugün eski zihniyetin sadece bu gibi kanun müeyyideleriyle teminat altına alınabilmesi mülâhaza yerinde görülmemiştir.
Esasen, maddedeki cezai hükmün, ezan ve kametin yalnız Arapça okunamayacağı ve fakat bunun dışında herhangi diğer bir lisanla okunabilmesindeki cevazı tazammun eden ifade şekli de bizatihi bir garabet arz etmekte bulunmuştur.
Bütün bu mülâhaza ve sebeplerden başka, Müslüman Türklere sebepsiz yere manevi huzursuzluk veren böyle bir yasağın demokrasi ile idare olunan bir Devlet nizamı içinde yer alabilmesi de müstahsildir.
Fıkranın tayyi Müslüman Türklere muhakkak bir huzur ve vicdan rahatlığı verecektir. Binaenaleyh, gerek büyük bir Müslüman vatandaş çoğunluğunu bu huzur ve rahata eriştirmek ve gerekse Anayasa ile müeyyet lâyıklık prensibine Devletçe sadakat göstermiş olmak ve bilhassa ana hak ve hürriyetlerden olan vicdan ve din serbestisini herhangi bir zorlama altında bulundurmamak sebeplerinden ötürü Türk Ceza Kanunu’nun 526 ncı maddesinde mevcut olup ezan ve kametin Arapça okunmasının memnuiyeti hakkındaki hükmün kaldırılması gerekli bulunmuştur.
Yukarıda arz edilen öneri ve gerekçeler sonrasında 16. Haziran 1950 Cuma günü öğleden sonra saat 15.00’te Başkanvekili Fuad Hulusi Demirelli başkanlığında toplanan Meclis’in Birinci Oturumu’nda konu nihayet gündeme alınmıştır.
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes (İstanbul): — Söz istiyorum, diyerek Meclis başkanından talepte bulunmuş ve Başkan tarafından: — Buyurun! denilmek suretiyle kendisine söz verilmesi üzerine BAŞBAKAN ADNAN MENDERES:
— Muhterem arkadaşlar;
hitabıyla başladığı konuşmasında ezanın Arapça olarak okunması hakkında Demokrat Parti Meclis Grubunda verilen kararın gazeteler ve radyo ile yayınlanması neticesinde artık ezanın Arapça okunması yasağının bulunmadığı kanuni mâniin kaldırılmış olduğu telâkkisinin hâsıl olması ve bazı vatandaşların Arapça ezan okuması muhtemel olduğu için bu konuda Hükümetçe Meclise sevk edilmiş olunan lâyihanın o gün gündeme alınmasını ve acilen müzakere edilmesini Meclis üyelerinin yüksek tasviplerine arz etmiştir.
Menderes’in bu yöndeki talebi Meclis’te bulunanlar tarafından; uygundur, bravo sesleri, soldan, sürekli alkışlar, şeklinde destek görmüştür.
Mecliste tasarı üzerine yapılan müzakerelerde Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Gurubu namına Cemal Reşit Eyüboğlu (Trabzon) açıklamalarda bulunmuştur.
Eyüpoğlu konuşmasında:
Türk Ceza Kanunu’nun 526 nci maddesinden, Ezana ile ilgili bulunan ceza hükmünün kaldırılması maksadıyla Hükümetin bugün huzurunuza getirdiği kanun tasarısı hakkındaki Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubunun görüşünü ahzediyorum.
Bu memlekette Millî Devlet ve Millî şuur politikası, Cumhuriyetle kurulmuş ve C. H. Partisi bu politikayı takip etmiştir. Bu politika icabı olarak ezan meselesi de bir dil meselesi ve Millî şuur meselesi telâkki edilmiştir.
Millî Devlet politikası, mümkün olan her yerde Türkçenin kullanılmasını emreder. Türk vatanında ibadete çağırmanın da öz dilimizle olmasını bu bakımdan daima tercih ettik. Türkçe ezan, Arapça ezan mevzuu üzerinde bir politika münakaşası açmaya taraftar değiliz.
Millî şuurun bu konuyu, kendiliğinden halledeceğine güvenerek Arapça ezan meselesinin ceza konusu olmaktan çıkarılmasına aleyhtar olmayacağız (Sağdan ve soldan alkışlar)
ifadelerine yer vermiştir.
Yapılan müzakereler sırasında Sinan Tekelioğlu (Seyhan) ise enteresan çıkışlarda bulunarak şu suretle konuşmuştur:
— Sayın arkadaşlar; Atatürk her şeyi Türkçeleştirmek kaidesini ortaya attığı zaman acaba İslam dinine ait olan kitapların Türkçeye tercümesi mümkün müdür diye bir tecrübeye baş vurulmuştu. Atatürk bu meyanda ilk defa ezanın Türkçe okunmasına karar verdi. Bilahare Arapça ezan okuyanları tecziye etmek üzere de bir ceza müeyyidesi olarak, Ceza Kanunu’na bir hüküm kondu.
Arkadaşlar; şayet Atatürk sağ olsaydı hiç şüphe yok ki, o da bu büyük Meclisin düşündüğü gibi düşünecek o da elimizdeki Allah Kanunu’nun Türkçe ile tercümesine imkân olmadığını, din ulemalarının vermiş olduğu karara göre, anlayacak ve ezanı din diliyle okutacaktı.
Arkadaşlar; Atatürk inkılâbı, gazetelerin yazdığı gibi umdesi değil, Atatürk memlekette yapmış olduğu inkılâpların millet tarafından hazmedilmesini esas olarak kabul etmişti. Bu bir dil meselesi değil; Allahu ekber ile Tanrı Uludur kelimeleri ikisi bir manaya gelmez. Biz eski zamanlara ait kitapları okursak, birçok tanrılar olduğunu görürüz, yağmur tanrısı, yer tanrısı ve saire. Binaenaleyh Tanrı Uludur deyince bunların hangisi uludur? Binaenaleyh İslam dini, Müslüman dili kaidelerine göre Müslüman camilerinde ancak din dili ile olur. Ve bunu da memleketin yüzde doksan sekizi, bizi seçenler, bizden istemişlerdir.
Hristiyanlar bile bir ölüyü haber vermek için çan çalarlar, onlar çan çalınırken çanın ne demek istediğini anlıyorlar. Müslümanlar bir sala sesi duymuyorlardı. Dışardan Türk dili ile ezan okunurken, içerde yine din dili ile Kuran okumaya müsaade ediliyordu. Binaenaleyh arada birbirine uymayan, zıt esaslar vardı. Ben Adnan Menderes Hükümetine ve o Hükümetin istinat etmiş olduğu milletin reyi ile, mutlak reyi ile buraya gelen Demokrat Parti milletvekillerini tebrik etmekten başka kendimde hiçbir salâhiyet göremiyorum. Yalnız bugünü bize gösterdiğinden dolayı Adnan Menderes Hükümetine teşekkür ediyorum.
Türk Milletinin büyük umdesi olan dine sarılmak esası komünizme vaki olan kaleyi Adnan Menderes tamamıyla ve mutlak olarak kurmuştur. Kendilerini tebrik ederim.
Arkadaşlar, yalnız bununla iş bitmiş olmuyor.
Dine ait birçok sınırlamaları sinesinde taşıyan antidemokratik denen kanunlar vardır. O kanunlardan bir tanesi bize seçim arifesinde kabul ettirildi. Bu kanunda ben Müslümanım demek dahi ceza idi. Onun için Adnan Menderes Hükümetinden nasıl bu kanunu kaldırmışsa bunların da kaldırılmasını rica ediyorum….
Arkadaşlar, O zaman bu kanun müzakere edilirken gerek Grupta gerek Mecliste, bendeniz elimden geldiği kadar bu kanunun çıkmaması için uğraştım. Çünkü bu aşırı … kanunu; mana ve hüküm itibariyle doğrudan doğruya tam manası ile İslam akidelerine birer gem vurmaktan başka bir şey değildi… Diğer taraftan din hakkında hareket eden vayemsi teşkilâtının ve kökü dışarda bulunan Masonluk teşkilâtının kurulmasına müsaade edilmişti…
O zaman arz ettiğim gibi şu söylemiş olduğum sözleri arkadaşlar hatırlarlar ve yahut o zamanki tutanakları alıp okuyacak olurlarsa görürler ki, o zaman şöyle demiştim:
«Bu kanun kıpkırmızı komünist kokar». Bu kanunun lütfen kaldırılmasını rica ederim. (Gürültüler).
Konuya dair söz alan ve görüşlerini beyan eden Talât Vasfi Öz (Ankara) bey ise şu ifadelerde bulunmuştu:
— Muhterem arkadaşlarım,
Ezan yalnız bir ilân değildir. Ezan muayyen vakitlerde hususi terimlerle yapılan özel bir ilândır. Hususi lâfızlar şâriin, yani Peygamberin tayin ettiği lâfızlardır. Bu da ezandır. Bu hususi vakit ise muayyen vakitler olup, bildiğiniz namaz, beş vakit namaz vaktidir. Peygamberimize ezan için bir vahiy nazil olmuştur. Bu vahye şâri dilinde vahyi medlüv denildiğini de pek âlâ takdir edersiniz. Ezan farzı kifayedir. Bir memlekette Peygamberin emrettiği şekilde ezan okunmazsa namazın sahih olmadığını söyleyen müçtehitler olduğunu bilhassa huzurunuzda zikretmek isterim. (Alkışlar). Fakat arkadaşlar, bu asil milletin asıl duyduğu kendi kendine vaki olan yetkisiz tecavüz ve kanunsuz hareket karşısında yıllarca susmuştur. 18 milyonun % 98 ini teşkil eden Müslüman çocukları ıstırapların sessiz sessiz taşımışlardır. (Alkışlar). Adnan Menderes Hükümetine, huzurunuzda Büyük Meclisle beraber Millet adına minnet ve şükranlarımı sunmayı en kutsal bir vazife telâkki ederim. İnsanın vicdan hürriyetinin, insanların en tabiî hakları olduğunu ancak Türk Milleti 14 Mayıs’ta büyük siyasi zaferi temin ettikten sonra teslim edilmiş bir hak olarak görebilmiştir. Büyük Meclisi tebrik eder ve Hükümete şükranlarımı arz ederim. 14 Mayıs'a bilhassa işaret etmek isterim, ki mübarek bir güne tesadüf etti ve mübarek günün arifesinde Türk Milleti, dünyayı imrendiren eşsiz bir siyasi zafere ulaştı…
Ezana taallûk eden müdahalenin kaldırılması hâdisesi de Ramazanımızın arifesi olan mübarek bir cuma gününe tesadüf ediyor. Buna da bilhassa işaret etmek isterim. (Sağdan lâyik Hükümet?) 18 milyon Türk'ün % 98 i İslam camiasını teşkil eder. Bunu Türk vatandaşları Büyük Meclisin bu mübarek... (Sağdan ve soldan gürültüler, vaiz istemiyoruz sesleri). Bu mübarek günde ittihaz ettiği kararı vicdanlarından aldığı sesle, göz yaşlarıyla ve şükranla kaydetmektedir. (Sağdan ve soldan gürültüler, vaiz istemiyoruz sesleri)'.
Tekrar Büyük Meclise ve Hükümete şükranlarımı sunarım.
Nihayet Meclis Başkanı müzakereleri kifayet eder bulmuş ve önergeyi kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Yeterlik önergesi kabul edilmiştir. Maddelere geçilmesini kabul edenler lütfen işaret etsinler... Kabul etmeyenler işaret etsinler... Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.
— Söz istiyorum diyen Muzaffer Âlî Mühto (Kastamonu), lüzum yok diyenler ile alkışlar arasında şu son derece ilginç konuşmasını yapmıştır:
— Muhterem arkadaşlar. Maddeyi aynen kabul ediyorum. Bendeniz D. P. nin birinci büyük kongresinde program üzerinde konuşurken, din derslerinin de programa alınmasından bahsetmiş ve sözlerime şöyle nihayet vermiştim. (Anlaşıldı, lüzum yok sesleri).
Efendim, müsaade ediniz, rica ederim, yeminim var, ahtım var. Söyleyeceğim.
Ben inkılâp içinde doğmuş bir gençtim. Din terbiyemdeki noksanların.. (Gürültüler) Söyleyeceğim.. Maddeyi aynen kabul ediyorum. (Gürültüler) Lütfen bir dakika söz verin, rica ederim. (Devam, devam sesleri).
O zaman demiştim ki, üç çocuğum vardır, korkarım ki, öldüğüm zaman bana Fatiha okuyamayacaklardır.
Tanin Gazetesi demişti ki; «Bu zat avamfiribane konuşuyor belki de ona Fatiha okumazlar.»
Şimdi o gazete ölmüş gitmiştir. Biz hâlâ yürüyoruz ve Allanın lütfuyla yürüyeceğiz ve yaşayacağız. (Alkışlar).