"Türkiye çevresine nizam verebilen bir ülke!"
Dış politika uzmanı Dr. Furkan Kaya, TSK ve ÖSO'nun başarı ile icra ettiği Zeytin Dalı Harekatı'nı değerlendirdi. Kendi kaderini kendi belirleyen bir ülke olduğunu vurguladığı Türkiye'nin artık çevresine de nizam verebilen bir yapıya kavuştuğunu söylüyor Furkan Kaya. Washington'unbüyük Kürdistan fikrinden vazgeçtiğini belirten Kaya yeni planın parçalı yapılar tesis etmek olduğunu söylüyor.
İşte Furkan Kaya'nın makalesi...
TÜRKİYE KENDİ KADERİNİ KENDİ BELİRLİYOR
Zeytin Dalı Harekatının amacına uygun şekilde başarıya ulaşması şüphesiz Türkiye’nin coğrafyanın terörize olması yönünde atmış olduğu en önemli adımlardan biri olarak tarihteki yerini aldı. Elbette herşey bitmiş değil. Çoğu yazar ve yorumcu Türkiye’nin mücadelesini savaş olarak nitelendirse de bu bir savaş değil, bir ülkenin terörle olan en hakikatli mücadelesidir. Başta ABD olmak üzere birçok uluslararası aktörü rahatsız eden ise Türkiye’nin terörle mücadeledeki pasif konumunu aktifleştirmesidir. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri savunma pozisyonundan saldırı pozisyonuna geçtiğini görüyoruz. Bir başka ifade ile, Türkiye topraklarında eylem gerçekleştirmek isteyenler, canlı bombalar, bomba yüklü araçlar veya karakol baskınları gibi terör faaliyetleri icraata dökülmeden yerinde imha ediliyor. Bu ülkemizin terörle mücadelede ne kadar büyük aşama kaydettiğiniz açık bir göstergesi.
Türkiye artık çevresine nizam verebilen bir ülke.
Türkiye, orta ölçekli ve gelişme olan bir ülke profilinden çok daha ötede gelişme gösteriyor. Bilhassa milli savunma sanayiindeki reformlar ve uzun vadeli projeler, ülkenin savunma harcamalarında dışa bağımlılığını oldukça azalttı. Türkiye’nin devlet geleneğine sahip olması onu kendiliğinden çıkar ve eylemlerini kendi belirleyebilme potansiyelini de sağlıyor. Bu bağlamda Türk dış politikasının ana gelişimlerinden biri, ülkenin uluslararası konumunu kendi belirleyebilecek güce yaklaşması ve kendisine nizam verilen düzenden nizam veren yapıya sahip olmaya başlamasıdır. Elbette bu mücadele uzun ve sabır isteyen bir süreçtir.
Suriye’yi kontrol eden Avrasya’yı kontrol eder.
ABD eski Dışişler Bakanı Rice 2003 yılında yazmış olduğu bir makalede Orta Doğu’da Türkiye’nin de içinde olduğu 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini ifade etmişti. Sonrasında yaşanılan bölgesel gelişmeler, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi, Kuzey Irak Kürt Yönetiminin anayasaya sahip olması, etnik-mezhepsel tabanlı irili ufaklı çatışmaların ve saldırıların körüklenmesi Arap coğrafyasını, sözde “Arap demokrasi Baharına” hazır haline getirdi. Halbuki bu da bölgenin atomize olmasının bir diğer aşamasıydı. Şimdi ise en büyük mücadele Suriye üzerinde Rusya-ABD bilek güreşi ile gerçekleşiyor. Peki neden Suriye? Bunun en önemli nedenlerinden biri, ünlü jeopolitiçi Spykman’ın ifade etmiş olduğu gibi, Avrasya coğrafyasını çevreleyen hilalin Avrupa’dan başlayarak Orta Doğu üzerinden Uzak Doğu’ya kadar uzanması ve bu hat üzerinde bulunan Orta Doğu bölgesi üzerinde kim hakimiyet kurarsa Avrasya’yı onun kontrol edeceği gerçeğinin varlığıdır. Bir başka ifade ile, Suriye toprakları Atlantikçilerin temsilcisi ABD ile Avrasyacıların temsilcisi Rusya arasında hakimiyet mücadelesidir. Eğer kim Avrasya üzerindeki hakimiyetini kaybetmek istemiyorsa, Orta Doğu bölgesini kontrol etmesi gerekiyor. Bunun merkezinde de Suriye yer alıyor.
Ülkelerin kaderini yaşadıkları coğrafya belirler.
Öyleyse Türk dış politikası bu mücadele içinde hangi stratejileri takip etmeli sorusu gündeme geliyor. Geçmiş dönemlerde Türkiye, “eksen kayması”, “tek taraflı dış politika izliyor” gibi birçok eleştiriye maruz kalmıştı. Herşeyden önce tam anlamıyla Türkiye’nin jeopolitik konumunu anlamak, onun hangi coğrafya koşullarında yaşadığını idrak edebilme ile doğrudan bağlantılı. Üç kıtaya olan komşuluğu ile sınır ve sınır ötesi komşularının demografik yapıları Türkiye’nin tehdit algısıyla doğru orantılıdır. Tarihte Rusya’nın imparatorluk döneminden bu yana Karadeniz, Akdeniz ve Orta Doğu’nun Kafkaslardan Orta Asya’ya uzanan boğaz üzerinde daima kontrol sağlama isteği olduğu göz ardı edilmemeli. Diğer taraftan ABD özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş bitene kadar bu topraklar üzerinde Rusya’ya karşı vermiş olduğu mücadele bugün Sovyetler Birliğinin dağılmasına rağmen belki de eskisinden çok daha fazla.
Hülasa.
Bugün hem ABD hem de Rusya için kontrol edilmesi olan grup bölge Kürtleridir. Rusya Doğu Akdeniz’deki varlığını, enerji kaynaklarının kontrolü ve Avrasyacılık politikalarının devamı için Kürtlerin kontrolünü ABD’ye kaptırmak istemiyor. ABD ise kendisi için ön planda olan İsrail’in güvenliği ve Rusya’nın sıcak denizlerde gücünü pekiştirmesini önlemek için coğrafyadaki Kürt gruplarını kendisine bağımlı kılmak istiyor. Washington yönetimi artık “Büyük Kürdistan” fikrinden vazgeçmişe benziyor. Onun yerine Suriye, Irak, İran ve hatta Türkiye’de bile Kürt yönetimleri tesis etmek niyetindeler. Çünkü parçalı Kürt yönetimlerini idare etmek ve olası Rusların müdahalesine karşı manipüle etmenin daha kolay olduğunu düşünüyorlar. Türkiye tüm bu düşüncelerin karşısında kendi nizamını kabul ettirecek güçte ve bilinçte bir devlet olmakla beraber ortakları ve muhatapları hususunda rasyonel perspektifle çok taraflı dış politika izlemeye devam etmelidir. Türkiye’nin güney sınır hattının ötesinde terör DNA’lı bir idareye izin vermemek için askeri operasyonların yanında orta ve düşük yoğunlukta istihbarat görüşmelerinin Suriye genelinde büyük önem arz ettiği göz önünde bulundurulmalıdır.