Türkiye umut veren ülke olmalı...
Seçimler genel olarak beklenildiği şekliyle sonuçlandı. Şimdi önümüzde yeni bir hükümet modeli var. Parlamento içinden çıkmayacak. Parlamento’dan da kabinede isimlerin yer almasına mani yok, istifa ettikleri takdirde ama; AK Parti’nin salt çoğunluğun altındaki sayısını daha fazla azaltmayı göze alıp almayacağı belli değil. Belki çok sınırlı sayıda olabilir.
Kabine nasıl teşekkül ederse etsin, önemli olan Türkiye’nin yeniden umut veren, güven veren, ekonomik ve siyasal olarak görünümü düzgün, uluslararası saygınlığı yüksek bir ülke olarak kendini gösterebilmesidir.
Bu nedenle de, kabine oluşturulurken, adama göre iş yerine işe göre adam mantığı öne çıkmalıdır. Bilgi, birikim, uzmanlık, saygınlık gibi hususlar diğer bütün unsurların önünde yer bulmalıdır. Türkiye böyle bir tarihi dönemeçte, bunun dışında hareket ettiği takdirde çok büyük sıkıntılarla yüz yüze kalabilir.
Onun dışında seçilmişe olan yaklaşım ile, artık büyük ölçüde atanmışlardan müteşekkil kabinelere yaklaşım aynı olmayacaktır. Atanmışın herhangi bir başarısızlık durumunda koltuğunu terk etmesi daha kolay olmakla birlikte, başarısızlık aralığının seçilmiş kadar büyük olmadığını da görmek gerekmektedir.
Yani kesinlikle yükleneceği görevlerde başarılı olmak zorunda olan, herhangi bir nedenle “dur bakalım, biraz daha idare edelim” tarzı bir müsamahaya maruz kalmayacaklardır. Bu yönüyle, yeni sistemin “tek adamlık, denetimsizlik” gibi açıkları olduğunu iddia eden görüşlere de katılmadığımı ifade etmek isterim. Siyasi bir gücü olmayan, gücünü bilgi, birikim ve deneyiminden alan, yetersiz kaldığı veya yapamadığı anda hızlıca değiştirilme ihtimali bulunan insanlardan mürekkep bir kabinenin denetimsizliğinden söz etmek makul değildir.
Ancak, artık sözlüklerimizin “başarısızlık” sözcüğünü içermediği bir döneme mecburuz ve mahkumuz.
Türkiye, ışığını yükseltmelidir.
Avrupa Birliği hedefimiz, yeniden ve gerçekçi bir yaklaşım içinde hayat bulmalıdır.
Türkiye, Türk dünyası ile ilişkilerini çok daha güçlü bir noktaya taşımalıdır.
Arap dünyasının işlerine karışmak makul bir şey değildir, dostluk ve iyi niyetli ve karşılıklı çıkarların olduğu ilişkileri önemseyip, kendi sorunları ile baş başa bırakmakta bir beis görmemek evladır.
“Sıfır sorun”, “stratejik derinlik” demeden, olabildiğince sorunsuz bir ilişkiler ağı içinde olabilmek hedeflenmelidir. Çözüm arayışları tavizler üzerinden değil, Türkiye’nin kadim hakları ve çıkarları üzerinden ama mantıklı bir çerçevede, geleneksel Türk dış politikasının dinamikleriyle aranmalıdır.
İçerde yeniden hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları bağlamında insanlarımıza da, dışardan bize bakanlara da güven ve huzur verecek şekilde uygulamalara dönülmelidir.
Ekonomide güven verici adımlara devam edilmelidir. Yabancı sermayenin yatırım olarak kalıcı olması için daha çok çaba sarfedilmelidir. Kalıcı olmayan enstrümanlarla gelen sermayeyi içerde tutmak kolay olmamaktadır. Hatta en ufak bir krizde olumsuz bir karaktere de bürünebilmektedir.
FETÖ’cü yapının yıllardan beri çivisini çıkardığı, tarumar ettiği, en son darbe girişimi ile tüy diktiği devlet sistemimiz, bürokratik yapılanmamız hızlı bir şekilde ehliyet ve liyakat kriterleri dikkate alınmak suretiyle Türkiye’ye yakışacak bir yere taşınmalıdır.
PKK, FETÖ ve DAİŞ ile mücadeleye tavizsiz olunmalı ve kesinlikle ara verilmemelidir.
Türkiye’nin saygınlığı önemlidir.