Türkiye'de hanefi mezhebi tehdit altında mı?
İlahiyatçı Ali Rıza Demircan'ın internet sitesi Mirat Haber'de dikkat çeken bir yazı yayınlandı. Musab Seyithan imzalı yazıda, "hadis" tartışmasına değinilerek ve "Hanefi mezhebi tehdit altında mı?" sorusu yöneltildi
TÜRKİYE’DE HANEFÎ MEZHEBİ TEHDİT ALTINDA MI?
İmam-Hatip lisesinden ilk göz ağrısı öğrencilerimden olan Eğitimci-Araştırmacı yazar Rıza Bozdağ, 03.08.2018 tarihli yazısının bir yerinde şunları gündeme taşımış: “Hanefî mezhebi, İslâm mezhepleri arasında Ehl-i re'y olarak bilinen âlimlerin önderlik ettiği bir mezheptir.
Fakat ben bugün, Hanefî mezhebinin bilerek veya bilmeyerek, kasıtlı veya kasıtsız olarak unutturulmaya, hatta yok edilmeye çalışıldığını seziyorum. Belki bu benim kuruntum ya da yanlış bir zannım olabilir ama böyle bir tehlike görüyorum... Kendisini bizzat Hanefî mezhebinden, yani re'y ekolünden gören birçok fıkıh, hadîs ve tefsîr âlimi bile re'y ekolünü terkedip hadîs ekolüne geçiş yapmakta fakat bunun farkına varamamaktadır. Bu geçişteki en büyük pay, Ehl-i hadîsin, Ehl-i re'y üzerindeki ceberrut baskısına aittir. Hadis ehli, re'y ehlinin üzerinde öyle bir baskı kurmaya başladı ki herhangi bir hadîsin geçmişte sahîh kabul edilse bile bugünkü araştırmalar nedeniyle uydurma ya da en azından zayıf olduğunu söylemek, anında tekfîr edilmeyi ve hakarete uğramayı beraberinde getirir oldu…
Geçmişte yaşayıp unutulduğunu zannettiğimiz Selefîlik ekolü, "Selefî" olduğunu söylemesine rağmen ne hikmetse "Ehl-i sünnet" olduğunu da söyleyerek yeniden sahne alınca, hadîs ekolü çok büyük bir güç kazandı. Katı hadîs ekolüne bağlı Hanbelî mezhebine göre de amel eden Selefîlik, bu noktada Şâfiîleri ve hatta işin ilginç yanı, birçok Hanefî'yi de yanına alarak re'y ekolünün üzerine çullandı… Hanefîlik mezhebinin çok katı bir şekilde uygulandığı Hindistan, Afganistan veya Pakistan gibi ülkeleri bilmiyorum ama benim ülkemdeki Hanefî mezhebinin durumu yok edilmeye doğru sürüklenen bir hal arzediyor.”
Genel hatlarıyla tespitler yerinde. Dünyanın küçük bir köy haline geldiği günümüzde kültürler, fikirler ve mezhepler arası geçişkenlik de hızlanmıştır. Bilindiği gibi ilim ehlince söylenen "Halkın mezhebi, müftünün fetvasıdır" sözü yaygındır. Bu söz, bir gerçeği ifade eder: Halk arasında bir mezhebin yaşanır olması, o coğrafyada, o mezhebi benimseyen hocaların o yöre halkını mensup olduğu mezhebe göre inşa etmesi ve o mezhebe ait ilmihal kitaplarının okunarak İslam'ın o mezhebin ictihatlarına göre yaşanmasıdır. Hanefi mezhebinin yaygın olmasının en önemli sebebi de, tarihte devlet erkânının mezhebi olmasıdır. Durum böyle olunca halkın mezhep tercihi, bilerek ve bilinçli bir tercih değil, taklittir. Bu durumda, Ortadoğu’da, özellikle Hanbeli mezhebinin hâkim olduğu Suudi Arabistan’da yetişen ve Selefileşen Türk öğrencileri, Türkiye'ye gelerek oluşturdukları sohbet halkalarında, aldıkları selefî bilgileri onlara aktararak, zaten bilinçli takip etmedikleri Hanefî mezhebinden kopmuşlar, mezhep tanımaz hale gelmişlerdir. Üç sene görev yaptığım Yalova'da ben buna şahit oldum. Bu durumu Türkiye geneli için düşündüğümüzde, büyük fotoğraf ortaya çıkıyor. Ben, mezhebin bir ihtiyaç olduğuna inanan ve “araştırarak delilleriyle bir meseleye vukûfiyet kesbedemeyenler için gereklidir” diyenlerdenim. Hanefi mezhebinin unutulmasına neden olanlardan birisi işte budur.
Diğeri de: Rey ekolünün hadisler konusunda seçiciliği malumdur. İmam Azam, "Peygamber, Kuran'a ters konuşmaz, Kuran'a ters konuşandan da peygamber olmaz" diyerek, Rasulullah'a izafe edilen her hadisi kabul etmemiş ve hadisleri tercihte, Kur'an'a ters düşmemesi birinci neden olmuştur. Tabii bu sözlerinin bedelini de ödemiştir. Bazı fanatik Hadis ekolü mensupları, Ona söylenmedik söz bırakmamışlardır. Yalnız bugün bu iş rayından çıkarılmıştır.
Hadislerin belli ilmî kriterlerden ve Kur'an'ın süzgecinden geçirilerek, sahihini, sakiminden ayırıp, Kuran'ın yanında Sahih sünneti de delil alarak ictihat üretenlere sözümüz yoktur. Geçmiş ulema, hadisleri kalburdan geçirmişler, şimdiki âlimler de elekten geçirerek gerçek sahih hadisleri ortaya çıkarabilirler. Fakat "Kuran bize yeter", "Buhari, hadisleri, 250 yıl sonra masa başında kaleme almıştır, hadis toplamak için yapılan rıhle/seyahat koskoca bir yalandır, hadisler, kitaplaşana kadar yol kazasına uğramıştır, kim Sünneti bağımsız delil kabul ederse, Peygamberi Allah’a ortak koşmuş bir müşrik olur” ve buna benzer ifadeler "Hadis karşıtı" hatta hadislere "Hadis bataklığı" diyen yeni bir nesil üretmiştir. Önceleri hadislere karşı seçici olanlar, sonraları inkâr sürecine girmişler ve böylece de Edip Yüksel vâri görüşler temel bulmuştur. Bu da beraberinde tepki doğurmuş ve Hadis ekolü mensupları "Hadisin şişmanı ve zayıfı mı olurmuş" diyerek Rasulullah’a isnad edilen her söze "Hadis" diye sarılma işini fanatizme kadar götürmüşlerdir. İçlerinden "Buhari çökerse, İslam çöker" diyenler de olmuştur.
Bundan kastı, "Hadis ve Sünnet çökerse, İslam çöker"ise, doğru bir sözdür, ben de katılırım. Çünkü “Kur'an'ın ilk muhatabı, açıklayıcı ve uygulayıcısı olan Rasulullah'ın sünneti tanınmadan, İslam, doğru anlaşılamaz” diyenlerdenim.
İşte Sünnete bu şaşı bakış da, günümüz hadis ekolünü fanatikleştirmiş ve Rey ekolü, dolayısıyla Hanefi mezhebi üzerinde tahakküm oluşturmuştur. Öyleyse ortalığın durulması, taşların yerli yerine oturması için ifrat ve tefritten uzak durulması gerekmektedir.