Türkiye'yi Nazi Almanyası ile kıyaslayıp, tehdit etti!
"12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat döneminde yazdım, kendimi bu zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim" sözleri nedeniyle muhafazakar camiadan aforoz edilen Karar Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren Türkiye'de basın özgürlüğünün ne kadar ileri seviyede olduğunu bizzat deneyimleyerek kanıtladı!
"Laboratuvar gibi okunursa..." başlığını taşıyan köşe yazısında, kısa süre önce okuma fırsatı bulduğu bir kitap üzerinden, uzun uzun Nazi rejimi ve Hitler vahşetini anlatan Ahmet Taşgetiren sinsi satır arası mesajlar ile sözü dönüp dolaşıp Türkiye'ye getirdi.
Taşgetiren yazısında, "O süreç, şüphesiz devlet adamları için ayrı, askerler için ayrı, toplumlar için ayrı derslerle dolu. William Shirer’in kitabı Osmanlı bakıyesi olmak hasebiyle zaman zaman “Hayat alanı” hesaplaşmaları yaşayan Türkiye için de okunmaya değer. Ben kitabı Sahaflar’dan temin ettim." ifadelerine yer verdi.
Türkiye'deki siyasi konjonktürü, darbe dönemlerinden sonra, şimdi de Nazi rejimi ile kıyaslayabilen Taşgetiren, Türkiye'deki ifade özgürlüğü ve muhalif gazetecilerin sınır tanımaz cüretini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu!
İŞTE TAŞGETİREN'İN O KÖŞE YAZISI;
- Laboratuvar gibi okunursa...
Birinci Dünya Savaşının galipleri Osmanlı’ya Sevr Anlaşmasını dayattıkları gibi Almanya’ya da Versailles (Versay okunur) anlaşmasını dayattılar. (28 haziran 1919) Anlaşma Almanya için gerçekten çok ağır hükümler ihtiva ediyordu. Şunlar:
- Alsas Loren Fransa’ya verilecektir.
- Almanya ve Avusturya arasındaki siyasi ittifak sonsuza kadar yasaklanacak.
- Alman ordusu kaldırılacak ve yapısı değiştirilecektir.
- Almanya bütün deniz topraklarından feragat edecektir.
- Almanya topraklarının büyük bir kısmını Çekoslovakya, Belçika ve Polonya’ya bırakacaktır.
- Almanya savaş tazminatı ödemeyi kabul edecektir.
- Almanya denizaltı araç üretimi yapamayacak. Ayrıca uçak da üretemeyecektir.
- Belçika’nın tarafsızlığı kalkacaktır. Ayrıca Almanya Belçika’nın da tarafsızlığını tanımakla mükellef olacaktır.
- Almanya ve Avusturya birleşimi olmayacaktır.
- Almanya’da zorunlu askerlik ortadan kalkacaktır.
- Alman donanması İtilaf Devletleri arasında pay edilecektir.
- Saar bölgesi Fransa’ya bırakılacak.
- Dantzig serbest bir şehir olacaktır. Dantzig şehrinin koruması da Milletler Meclisi’ne ait olacaktır.
- Almanya Ren nehrinin doğusu ve batısında 50 kilometre boyunca hiçbir askeri faaliyet yapamayacaktır.
- Almanya 10 yıl içinde Fransa’ya 7 milyon ton kömür madeni verecektir.
Yakında, Berlin’de iki Almanya’yı birbirinden ayıran Utanç Duvarı’nın inşasını anlatan Frederick Kempe’nin kaleme aldığı “Berlin 1961” isimli kitabı okurken ismine atıfta bulunulmuş, okumaya karar vermiştim. Nazi İmparatorluğunun Doğuşu – Yükselişi – Çöküşü isimli kitaptan söz ediyorum. Üç ciltlik, her biri 400 küsur sayfalık kitap William L. Shirer imzasını taşıyor. Amerikalı bir yazar. O dönem orada gazetecilik yapmış. Nazilerden kalan belgeleri incelemiş, Nurenberg mahkeme zabıtlarını okumuş, bir tür Nazi tarihi…
Nazi tarihi ama, İkinci Dünya Savaşına giden yolda bir tür dış politika laboratuvarı.
Hitler isimli Avusturyalı bir adamın dünya savaşını kaybetmiş ve aşağılayıcı bir anlaşmaya mahkum edilmiş Alman milletini yeniden dünyanın güçlü bir ülkesi haline getirme yolunda giriştiği ve sonunda ülkesini ikinci bir dünya savaşına götürüp, çok daha aşağılayıcı bir sonuca mahkum hale getirdiği dönemin hikayesi.
Zemin müsait. Yenilmiş, yıkılmış, dağılmış bir imparatorluk var. Onuru kırılmış bir millet. Onu yeniden eski gücüne kavuşturmak önemli bir motivasyon. Hitler’in kendisi motive oluyor, toplumunu motive ediyor ve kısa zamanda toplum desteğini alarak iktidara geliyor. 12.5 yıl iktidarda kalıyor. Bu sürede oy oranı kimi zaman yüzde 99’lara çıkıyor. Alman milleti arkasında.
İdeolojik zemin Alman milletinin üstün ırk oluşu.
“Lebensraum” diye bir tez geliştiriyor. “Hayat alanı” anlamına gelen bu tez, Almanya’nın hayat alanı olarak ulaşması hedeflenen yayılma bölgelerini ifade ediyor.
Belli bir güç seviyesine geldikten sonra askeri operasyonlara başlıyor. İçerdeki Alman asıllıları harekete geçirerek Avusturya’yı, Çekoslovakya’yı ilhak ediyor. Ardından Fransa, Belçika, Polonya geliyor. İtalya’da faşist Mussolini var, onunla “Mihver ülkeleri” çerçevesinde iş birliği halinde operasyonlar yapıyor. Bir ara Stalin ile anlaşıyor. Afrika’ya iniyor, Mısır’a kadar geliyor. Stalin’le Boğazlar üzerine pazarlık yapılıyor. Uzakdoğu’da Japonya ittifaka dahil.
Her yerde Hitler konuşuluyor. Girdiği yerlerde katliam yapıyor. İçerde Alman olmayan herkese, özellikle Yahudilere karşı toplama kamplarıyla, gaz odalarıyla, tam bir vahşet sistemi kuruyor.
İngiltere henüz pasif seyirci. Amerika seyirci.
Ama Hitler için dur – durak yok.
Sonra Hitler İngiltere’nin, Rusya’nın “hayat alanı”na girince işler tersine dönüyor. İngiltere harekete geçiyor, Rusya önce direnmeye sonra karşı harekata başlıyor. Amerika devreye giriyor.
Ve işler tersine dönüyor. İtalya devre dışı kalıyor. Japonya devre dışı kalıyor. Hitler de bütün cephelerde gerileye gerileye Berlin’e kadar sıkışıyor. Almanya’nın bütün sanayi şehirleri yerle bir oluyor. Bütün ikmal alanları harabeye dönüyor. Dev savaş makinası çöküyor. Hitler bir sığınakta metres hayatı yaşadığı kadınla birlikte zehir içerek hayatına son veriyor.
Sonra yargılamalar geliyor. Hitler’in takımından geride kalanlar Nurenberg’de uuluslararası mahkeme huzuruna çıkıyor. Hitler’le suç ortaklığı içinde bulunmaları gerekçesiyle sayısız idam kararı veriliyor.
Dedim ya bir laboratuvar. Hitler’in “tutkulu” kişiliği, tartışılmaz hale gelişi, toplum büyülenmesi, ırk üstünlüğü ideolojisine dayanan bir anlayışın yansımaları, ülkeye “lebensraum - hayat alanı” belirlerken başka ülkelerin de hayat alanları bulunabileceğini hesaba katmamak, güç değerlendirmelerinde hayalcilik, açık zulümlerin onaylanması ya da herhangi bir itiraz yapılmaması, başka dünya ülkelerinin kimi zaman idare-i maslahat, kimi zaman çıkar hesapları içinde dünya savaşına gidişe seyirci kalmaları…
O süreç, şüphesiz devlet adamları için ayrı, askerler için ayrı, toplumlar için ayrı derslerle dolu. William Shirer’in kitabı Osmanlı bakıyesi olmak hasebiyle zaman zaman “Hayat alanı” hesaplaşmaları yaşayan Türkiye için de okunmaya değer. Ben kitabı Sahaflar’dan temin ettim.