"Ukrayna yanıyor" da kibrit kimde?
Ukrayna sınırına giden deneyimli gazeteci arkadaşım “babasından ayrılmak istemeyen bebek” haberini paylaşınca, kaynağını sordum.
İkimiz de biliyoruz ki, “haber”in değerini, “haberci”, “kaynak”, “belge/kanıt” belirler.
Ukrayna Savunma Bakanlığı servis etmiş. Arkasında kim var belli, yani “Made in Pentagon.”
Olayın bir yerinde ABD varsa, ki var, şu üçgen işler: Washington, Pentagon, Hollywood.
Bu konuda onlarca kitap var.
Holywood senaristleri Washington/Pentagon’un amaçları doğrultusunda senaryo yazar, çeker, servis ederler.
Bu duruma itiraz eden akademisyenler, bu türden medya içeriklerinin sonuna “Made in Pentagon” yazılmasını isterler.
İtirazcı sinemacıların en başında ise Oliver Stone var. O nedenle hiçbir filmine parasal destek bulamaz, kendisi çeker.
Savaş güzellemesi yapmaz, “Platoon/Müfreze” gibi, savaşın korkunçluğunu gösteren, izlemeye yürek dayanmayan filmler yapar.
Ukrayna konusunda da çarpıcı bir belgesel yaptı: “Ukraine On Fire!” (Ukrayna Yanıyor!)
Interneti olan herkes izlesin diye erişime açık olarak yayınladı. Youtube “uygunsuz ve rahatsız edici” buldu!
Belgesel Ukrayna'daki ABD destekli “Turuncu Devrimi”, ABD ve NATO'nun bölgedeki planlarını anlatıyor.
Medyanın “gör” dediğine bakmak yerine, gerçeği görmek isteyenler izleyebilir.
Savaşların görünen ve görünmeyen tarafları vardır, bilinen ve bilinmeyen gerekçeleri.
“Kaos imparatorları” (ifade Alain Joxe’a ait), kendilerinden uzak bölgelerde karmaşa ve savaş çıksın isterler.
Dünya onlar için büyük bir bilardo alanıdır. Ülkeler ise bilardo masasındaki toplar.
Bir ülke ulus devlet olmak, güçlü milli bir orduya sahip olmak, kendisine yetmek gibi kararlılıklara sahip olduğunda o ülkenin yakasını bırakmazlar.
Ukrayna böyle bir tuzağın içine düştü.
Biden ve Putin, topları bilardo masasındaki deliğe atmaya çalışıyorlar.
Zelinsky gibi tipleri ise ıstakaya benzetebiliriz.
Kıssadan hisse;
Bir, gerekçeleri ne olursa olsun bir ülkede savaş çıkarsa, orada tek kaybeden o ülkenin insanları olur.
İki, Mustafa Kemal’in “Bağımsızlık benim karakterimdir” ifadesinin ne anlama geldiği asla akıldan çıkarılmamalıdır.
GAZETECİLER BARIŞ İÇİN ÇALIŞMAZ MIYDI?
Sona yazacağımı, baştan yazayım bitsin:
Şu anda savaş hakkında izlediğiniz haberlerin büyük çoğunluğunda, “kaynak”, “belge”, “gazeteci” sorunludur.
Ukrayna’da, ABD’li bir gazeteci öldürüldü. Üzerinden New York Times’ın basın kartı çıktı.
New York Times “öyle bir gazeteciyle çalışmadıklarını” duyurdu.
Savaş alanı gazeteci kaynıyor. Kimin kime çalıştığı, kimin haber, kimin şov peşinde olduğu belli değil.
Savaşlar medyatik ve medyatik olmayanlar diye ikiye ayrıldı. Dün Erbil bombalandı, kimin haberi oldu?
Ortalık gazeteci görünümlü şov düşkünleriyle dolu.
Cepheden bildiriyorlar, cephenin yanına yaklaşabilmiş değiller.
Ukrayna sınırındaki göçmen çadırını basan, kamuflaj üniforması giyerek savaş çığırtkanlığı yapan var.
Çoğu tankla, zırhlı aracı ayıramıyor ama sorsan savaş muhabiri.
Magazin muhabirliği ile savaş muhabirliği arasında fark bırakmadılar.
Sosyal medya fenomenleri savaş muhabirliğine soyundu, sözün bittiği yer. Savaş alanlarına turistik gezi muamelesi yapılıyor.
Hiç cephe görmedikleri halde fiilen savaşın ortasındaymış gibi baretlerle yayın yapanlar da cabası.
Savaş var, savaşın büyümesi için el ovuşturan gazeteciler var bir tek haber yok.
(NTV’nin dikkatli haberciliğinin hakkını teslim etmem gerek.)
Savaş meydanından bildirdikleri haberler de aslında Ankara, İstanbul haber merkezlerine Ukrayna Savunma Bakanlığı’nın servis ettiği özel yapımlar.
Eskiden gazeteci barışın gelmesi için kendisini elçi gibi görürdü, bugün savaş çığırtkanı tiplere dönüştüler, yazık.
“ONE MİNUTE”TEN “HOŞGELDİN”E
Muhalifler kızacak ama kusura bakmasınlar, iyi iş, iyi iştir.
“Antalya Diplomasi Forumu” iyi bir işti.
Böyle bir ortamda savaşın taraflarını bir araya getirmek, dünyanın önemli aktörlerini buluşturmak, iletişim kurmalarını sağlamak kutlanmaya değer.
Ülkemize yakışan “yurtta sulh cihanda sulh” anlayışını hayata geçiren tutumları özlemiştik.
“Sıfır sorun” iddiasıyla düştüğümüz bataklıktan çıkmak, dengeli politika iradesini belirtmek önemliydi.
Yunanistan’dan, İsrail’e “one minute”ten, “hoş geldin”e dönen bir söylem doğrusuydu. Her zaman gerilimden uzak, barışçı söylem kazandırır.
Tüm ilişki biçimlerinde de böyledir, uzlaşmacı, ılımlı bir dil gereklidir çözüm için.
Başta Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu olmak üzere emeği geçen tüm görevlileri kutlamak, hakkı teslim etmek gerekir.
“ÇIKMA TEKLİFİ GERİ GELSİN”
Sosyal medyada “Çıkma teklifi geri gelsin!” akımı var. Bence de gelsin.
İyi de neden bu talep?
Daha önce de yazdım, insanlar belirsizlikte hoşlanmaz. Bir ilişkiye asılı kalmanın sancısı katlanılır değildir.
Flu alan, muallakta kalmak yıpratır.
Şimdilerde ilişkiler o flu alanda, o müphemlikte asılı yaşanıyor. Soruyorsun “Takılıyoruz” diyorlar.
“Takılmak” ne kadar iğreti bir ifade. Seviyor mu, sevmiyor mu belli değil.
Halbuki eskiden “çıkma teklifi”, belirsizlik bırakmazdı. Önce kalbin küt küt atar, “ya hayır derse” diye yüreğin ağzına gelir.
Geceleri uyku tutmaz.
Ama her şey “Benimle çıkar mısın?” sorusuyla netleşir.
“Evet” der dünya senin olur, “hayır” der acı çekersin ama acının somut bir nedeni olur.
Eskiden “kızlar da çıkma teklifi yapabilsin” talebi kadının özgürleşmesi için dile getirilirdi, geldiğimiz noktada ortada teklif edilecek bir şey de kalmadı.
Bence de çıkma teklifi geri gelsin.
SEVGİSİZLİK FENA
Habertürk’te Hülya Hökenek, kar altında hava durumu anlatan Hüseyin Öztel’e yayını bitirirken “Sen de çok güzel görünüyorsun bu görüntüde” diyor.
Hüseyin Öztel de aynı kibarlıkta karşılık veriyor: “Sen daha güzel görünüyorsun beyaz beyaz kar gibi.”
Ne sıcak, ne insani bir hoşluk.
Ama öyle olmuyor. Vay sen misin bunu diyen? Küçük bir diyalog büyütüldü de büyütüldü.
Birbirlerine çemkirmeye alışmış bir toplumda, sevimli bir kompliman şok etkisi yaratıyor.
Kimi tacize sokuyor, kimi dalga geçiyor.
Kompliman, karşı tarafı rahatsız etmediği sürece güzel bir şeydir.
Birbirimize küfür etme cömertliğini, güzel cümleler kurmak için de göstersek bu kadar sorun yaşamazdık.
Bu diyalog güzeldir, zariftir, hoştur. Korkmaya, paniklemeye, olay yapmaya gerek yoktur.
TANSU ÇİLLER’DEN NE OLUR?
Tansu Çiller’in görünürlüğü artıyor, siyasete girecekmiş ama girmeyecekmiş gibi yapıyor.
Tansu Hanım, doktora tezimdeki araştırma konularından biri olduğu için bana da fikrimi söylemek düşüyor;
Bir, iki bin yıldır bilinen bir gerçek vardır, aynı suda iki kere yıkanılmaz.
İki, ne seçmen o dönemki seçmen ne de dünya o dönemki dünyadır.
Üç, Demirel hükümet kurma görevini kendisine vermese bu kadar bile siyasette kalmazdı.
Dört, o dönem de inandırıcılıktan uzaktı, bu dönem de uzak.
Beş, hocalardan siyasetçi olmaz.
Altı, boşuna bir çabadan öteye gitmez.
BENCE BÖYLE
Bir, içinde bulunduğumuz çağa türlü adlar verildi, “çalkantı çağı”, “uzay çağı” vs. Ben en çok “kaos çağı” adını tutuyordum, vazgeçtim.
Bu çağın adı olsa olsa “arayış çağı” olur. Tüm yaşananlar, mihenk noktalarını kaybetmiş insanın da, kurumların da arayışı aslında.
İki, çıkarları ülkeler üzerinden bölenlerin yaptığı, insanları yok saymak.
İnsanlar var ve sonuçlara onlar karar verir.
Bence sadece Gogol bile bu savaşın anlamsızlığını göstermeye yeter. Ukrayna’da doğ, Kazak kültürüyle yetiş ve Rus edebiyatının en büyük isimlerinden ol.
Üç, Mahsun Kırmızıgül, “Bergen” filmindeki şarkıları Farah Zeynep’in söylemesini doğru bulmamış.
Özcan Deniz ise beğenmiş.
Bence Mahsun haklı. Bergen’i unutulmaz yapan o şarkılar değil, o şarkılara ruhunu katması, gırtlağından çıkarmasıydı.
Farah Zeynep’in sesi konuyu fazla küçültmüş. Hayatını filme alıyorsunuz da sesini neden almıyorsunuz?
Dört, Rusya’dan ünlü markalar çekiliyormuş. Nasıl çekilmekse günlerdir kapıları kuyruk, depolarını satarak boşaltıyorlar.
Özellikle Lewis’ın çekilmesini önemsiyorlar. Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Lewis önemli bir sembol olduğu için, Lewis’ın çekilmesini de Rusya’nın yenilmesi gibi analiz eden bir anlayış var.
Bence o köprünün altından çok sular geçti, Lewis’a pek çok alternatif var. Cirosunun yüzde 2’sini Rusya’dan sağlayan Lewis düşünsün.
Beş, başarısız insanlara bakın, hiçbir hobilerinin olmadığını görürsünüz. Bence başarının şartlarından biri çalıştığınız alan dışında uğraşlar bulmak.
Uğraş ne olursa olsun ahşap işi, bahçe, mutfak yaptığınız işte de zihin açmaya yarıyor.
Altı, Cameron Diaz, hayatını değiştirdiğini, artık yüzünü bile yıkamadığını söylemiş, “Güzel görünme tuzağına düşmüşüm” demiş.
O tuzağa düşen çok. Bir öğrencimle aramızda geçen konuşmayı hatırladım. Öğrencim çok güzel ve iddialı biriydi. Sonra değişti, dudaklarına dolgu yaptırdı. Üzüldüm, “Seni güzel yapan dudakların değil, kafanın içindekilerdi” dedim. Durdu, düşündü, sustu, gitti.
AKILDA TUTULACAK “AMA”LI TEMBİHLER
-Affet ama asla unutma.
-Dinle ama pasif kalma.
-Eleştir ama kırma.
-Hata yap ama öğren.
-Hedefe odaklan ama günü atlama.
-Ciddi ol ama gülmeyi ihmal etme.
-Aşık ol ama teslim olma.
-Yenil ama pes etme.
AKLIMDA KALAN
“Tutkunuz yoksa başka iş bakın” önerisi: Derslerde sürekli altını çizerim: Yaptığınız işe tutkunuz yoksa, bir kapı koluna bile kendi işinizden bakamıyorsanız yanlış yerde bulunuyorsunuz. QNB Finans’ın Genel Müdürü Ömer Aras, “Çalışkan olmayan insan yoktur aslında ama tutkulu işini bulamayan çok insan vardır. İşinize ayak sürterek gidiyorsanız kendinize başka iş arayın” diyor. O kadar doğru ki. Başarı, tutkuya muhtaçtır.