Vasatların ittifakı
Doğu kafasıyla batılılaşma yazıma pek çok yorum geldi. Dileyen buradan okuyabilir.
Varlıkta/refahta eşitlenmek isteyen ‘batı kafası’ ile yoklukta eşitlenmek isteyen ‘doğu kafası’nı anlatmıştım.
Doğu kafası, rakibini yok edip başarıya ulaşmak ister; batı kafası ise rakibini geçerek.
Sacha Baron Cohen’in ‘Diktatör’ filmi elbette çokça abartarak bu zihniyeti güzel işler. Diktatör, koşu yarışında rakiplerinin hepsini vurur ve tek kaldığı yarışın galibi olur.
Oysa rekabet, her alanda gelişimin en önemli yakıtıdır.
*
Kimse kendi köyünden peygamber çıksın istemez. Yan köyden çıktığı müddetçe sıkıntı yok, iman edilebilir.
Bizde başarı daha pahalıdır. Herhangi bir alanda herhangi bir başarı varsa büyük bedellerle kazanılmıştır.
Hem rakipleri yenmek, hem vasatların size karşı oluşturduğu ittifaka direnmek hem de ayağınıza takılan çelmeleri yara almadan atlatmanız gerekir. Çelmelerden kasıt, 6 ineğinizin öldürülmesi (Bir önceki yazıda anlattığım hikâye).
“Eğer farklıysan ilk seni görürler, önce seni koparırlar.”
Doğrudur bu. İnsanın insana ettiği doğu toplumuyla elbette sınırlı değil, batının yüzü bizden bin kara fakat toplumsal yapımızda bir mantalite olarak yer etmiş ‘doğu kafası’nın varlığını inkâr edemeyiz.
‘Düzen değişmesinci’ vasatları bir arada tutan, farklı olana karşı ittifak yaptıran da bu mantalitedir. Vasatlar, bir arada mutlu mesut yaşarken icat çıkartmaya, kötü gidiyor bile olsa işleyen düzeni bozmaya, bir yeniliğe, bir devrime cüret edenin sonu her devir linç olmuştur. Hiçbir farklılık ve başarı cezasız kalmaz. İster “Ene’l Hak” demiş olsun, ister tayyare yapmış olsun. Senin başarını kendi başarısızlıkları olarak gördüklerinden başarılı olup seni geçmek yerine, seni ortadan kaldırmayı tercih ederler. Rekabet etmezler yani, haset ederler. Ne cüret insanları daha çoğuna, daha fazla emeğe, daha farklı olana zorlarsınız? Onlar tutturdukları düzende kör topal ilerlemeyi, günü kurtarmayı marifet bilirken hem de!
Ve fakat ne bilimi, ne bir ülkeyi, ne bir toplumu, ne bir müesseseyi, ne bir spor kulübünü, ne bir gazeteyi ne de bir derneği vasatların ittifakı ileriye taşır. Vasatlıkta boğulup giderler.
*
Aynı vasatlar postmodernizmi de yere göğe koyamazlar. Modernizmi içselleştiremeyen bir toplumun bizdeki gibi postmodernizmi yüceltmesi ise ortaya magandalıktan öte bir yaşam biçimi getirmez.
Vasatlar, modernizmin araçlarını postmodernizmde ‘ilericileri’ dövmek için kullanırlar. Tıpkı demokrasiyi araç edenler gibi…
Masa adabını bilen bir modernin dizine peçete koymaması rahatsız etmeyen postmodern bir eylemken, masa adabını bilmeyen, hiç öğrenmemiş birinin ağzını şapırdatması magandalık seviyesinde postmodern bir eylemdir.
‘Doğu kafası’ postmodernizm sopasıyla, toplumu dövmekten, kırbaç cezası vermekten geri duramaz. Batının araçlarını, icatlarını doğu kafasıyla kullanır. Hafta içi lüks araçlardan oluşan düğün konvoyunun trafiği kapatması, havaya ateş açması, meşale yakması, sürücülerin ve yayaların güvenliğini tehlikeye atacak biçimde araba kullanması tam da bu anlattıklarımın resmidir.
Bir arkadaşım aralarında uluslararası bir şirketin genel müdürü; reklam, marka ve pazarlama uzmanlarının yer aldığı gezgin grubun yolculuk videosunu izletti bana. Hareket halindeki otobüste çiftetelli oynuyorlardı. Yüksek lisans ve hatta doktora yapmış insanlar onlar!
Geçen yıl Erzurum’da bir adam ayağıyla araba kullanırken bir elinde tespih, diğer eliyle meyve tabağından meyve yediği videoyu sosyal medyada paylaşmıştı. İfadesi alınıp, serbest bırakılmıştı.
Doğu kafasının kestirmeciliği ile postmodernizmin kural tanımazlığının ölümcül bir kokteyle dönüştüğü topraklarda yaşamaya çalışıyoruz. Ölmemek bir şans! Çünkü ne hukuk var ne de görgü!
Gelin ve damat dâhil o düğün konvoyundaki magandaları 5 yıl hapiste tutacaksın. Evlilik geçersiz sayılacak. Çocuk yapmaları yasaklanacak. Ehliyetleri topyekun iptal edilecek. Sırf ibreti âlem olsun diye… Daha birkaç hafta önce ölümcül bir kaza yapan sürücünün, aylar önce ambulansa yol vermeyen maganda olduğu ortaya çıkmadı mı? Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe arsızlaşıyorlar; görüyoruz.
Yazar Buket Uzuner’in dediği gibi “Parayla görgü, zulümle saygı kazanılmaz” ama hiç olmazsa hukuk ile ‘pisi pisine ölme’ ihtimalimizi azaltabilmeliyiz.
*
Parayı da terbiyeli harcamalı insan. Bu kadar şımarıkça harcamalar, acaba terbiyesiz yöntemlerle mi kazanıldı bu paralar, sorusunu akıllara getiriyor.
Her birimiz ayrı ayrı yaşayabiliyor olsaydık, ne hukuka ne de görgüye ihtiyaç olacaktı. Bir arada gruplar halinde yaşayan bir tür olduğumuz için muhtacız adalete ve nezakete.
Ev köpeklerinin kurallara uymak konusunda daha istekli, daha görgülü, öğrenmeye daha açık, daha eğitilebilir olduklarını düşünüyorum kimi zaman. Köpek eve tuvaletini yapmamayı öğreniyor ama sahibi köpeğinin sokağa yaptığı kakayı alıp çöpe atmayı öğrenemiyor, örneğin.
Bir batılı gibi evine hayvan alıyor, bir doğulu gibi sokağı pisletiyor.
Bir batılı gibi spor salonuna gidiyor, bir doğulu gibi telefonundan müzik açıyor.
Bir batılı gibi arabaya biniyor, bir doğulu gibi kırmızı ışıkta geçiyor, emniyet kemerini takmıyor.
Bir batılı gibi viski içiyor, bir doğulu gibi alkollü araba kullanıyor.
Bir batılı gibi giyiniyor, bir doğulu gibi yürüyor.
Bizim medeni insanımız da ne yazık ki medeni değil.
Doğu kafasıyla batılılaşanlar, postmodernler, medeni olmayan modernler, görgüden bihaberler…
Gerçekten işimiz var. Çok işimiz var. Yolumuz uzun, heyecanımız düşük, gençlik ümit vermiyor.