Vasatlık tartışmasında vasata düşmek…
İmkânı olan çemkirsin! Zaten çemkiriyorlar da. Birkaç yıl önce bu ‘çemkirgen’ halimizle ilgili bir yazı yazmıştım. Dileyen okuyabilir.
Taraf olman, herhangi bir şeyi ölümüne savunman, alay etmen, slogan atman, gerekirse küfür savurman gerekiyor.
Alçak sesle konuşamıyoruz. Küçük harflerle yazamıyoruz. Makul olmayı sevmiyoruz.
Ölümüne savunduğun şey ertesi gün umurunda da değil. Klavyenin başında şahlandın ama gerçek hayatta en ufacık bir değişiklik yapma imkânın olsa kılını bile kıpırdatmayacaksın.
Siyasetten en çok satan kitaba kadar her şeyi ama her şeyi bu kabalığın içinde tartışıyoruz.
Evet, Türkiye’de seks satar. Futbol satar. Din satar. Kabalık satar. Vasatlık satar. Ama en çok kavga satar.
Bu yüzdendir herkesin bağırması, slogan atması, alay etmesi…
Gazeteler, televizyonlar, sosyal medya birer arena. Kılıç çeken gladyatörleri alkışlıyoruz, avuçlarımız patlayana kadar. Sürekli kan gövdeyi götürüyor. Biz kan aktıkça mutlu oluyoruz.
Son güncel konumuz ise bir yazarın haftalardır en çok satan unvanını koruyan kitabı.
Evet, edebiyat değil. Evet, bana göre de o bir kitap değil. Ama bu yapılanlar da edebiyat eleştirisi değil zaten. Olamaz! İntihal bir suçtur. Bu topraklarda doktora tezlerinin önemli bölümünün intihal olduğunu biliyoruz.
Neymiş vasatlık eleştiriliyormuş. Vasatlığı konusunda hemfikirim de vasatlık eleştiri getirenlerin önemli bir kısmının üslubu vasat bile değil. Bayağı vasat altı!
Bu zorba, kolektif alaycılıkla mı vasatlık aşılacak? Bu tepeden bakan, kibirli, aşağılayan dille mi insanlarda gerçek edebi metin okuma arzusu yaratacaksınız?
Paradoks cenneti güzel ve yalnız ülkem Türkiye! Hayvana tecavüze yelteneni “Senin ananın a… korum” diye bağırarak kovalayanların ülkesinde yaşıyoruz, akıl sağlığımızı korumak kolay değil.
Çoğu zaman haklı bulduklarımı bile savunamıyorum. Çünkü onlar da bağırıyor. Haklı kalamıyorlar. Aynı frekansta yayın yapıyorlar. Herhangi bir fikrin savunucusu ile karşıtı arasında üslup açısından fark yok, özünde aynılar.
Oysa zalime bile zulüm edilmemeli. Aksi halde ne farkımız kalır zorbadan?
Biz seviyoruz böyle had bildiren, laf sokan tavırları. Kendi ezikliğimizden dolayı, birilerinin ağdalı laflarla başkalarını ezmesini keyifle izliyoruz. İçimizin yağları eriyor.
Şimdi sosyal medyada hemen herkes bu laf sokma, had bildirme zevkinin keyfini çıkarıyor. Karşılıklı laflar sokuluyor ve rahatlanıyor.
Ama hayır, biz makulü sevmeyiz. Aşırılık isteriz. Slogan atarız. Rozet takarız.
Geçenlerde Twitter’da genç bir adam beni olmadığım bir şeyle itham etti. İki kez niyetimi, iyi niyetle, açıkladım ama o slogan atmayı sürdürdü. Ben “Uzamasın lütfen” deyince de “Adios” yazıp beni blokladı. Sonra beni blokladığının ekran görüntüsünü paylaşıp “Demet Cengiz’i blokladım” diye tweet attı.
“Hep orta yolcusun” demişti bir gazeteci büyüğüm bana, “Sık sık bağır. Laf sok. Ertuğrul Özkök’e giydir mesela. Makul olma! Kavga prim yapar unutma!”
Kışkırtıcı olup, benden nefret eden bir kitle yaratırsam daha popüler olacağımı öğütledi. Ne yazık ki nefret daha çabuk büyütüyor şöhretleri.
Köşe yazarının da atarlısını seviyorsun Türkiye. Polemik üstatlarına meftunsun. TV’de kavgaya reyting veriyorsun. Bu gerginlik ve vasatlık senin kendi talebin Türkiye. Kavgacı olup, yüksek sesle bağırmayana kulak asmıyorsun.
Gülten Akın’ın “Ah kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya” dizesi aklımdayken, en kalpsizi, en zorbayı bile anlamaya çalışıyorum. Çemkiremiyorum, kusura bakmayın. Ama madem siz fırsatını buldunuz, buyurun çemkirin.