Vasiyet

Mete Yarar

Mete Yarar

Kurtuluş savaşı bitmiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa yurt gezilerine çıkarak ülkenin genel ahvalini görmek ister. Trenle Anadolu’yu bir uçtan bir uca gezmeye başlar.
Bir gün yolu Adana’ya düşer. Adana’nın ileri gelenleri ile şehri gezer ve halkla sohbet eder. Şehri gezerken bir mahallede durur. Mahalle ikiye ayrılmış gibidir, bir tarafı müthiş bahçeli villalarla dolu, diğer tarafı yıkık dökük evlerle..
Gazi paşa evlerin sahiplerini yanında refakat edenlere bir bir sormaya başlar. Malikanelerin sahiplerini öğrendikten sonra yanındakilere doğru döner.
Eliyle ilerdeki yıkık dökük evin sahibinin kime ait olduğunu sorar. Çevresindekiler birbirlerine bakar, evin sahibini bilmiyorlardır.Gazi Paşa koşup öğrenmelerini ister.
Birkaç dakika beklendikten sonra mahallenin muhtarı yanlarına gelir. Gazi paşaya selam verdikten sonra;
Paşam evin sahibi Topal Ömer çavuştur der.
Gazi paşa evin sahibini duyduktan sonra kalabalığın arasından sıyrılarak yıkık dökük eve doğru yürümeye başlar. Kapısına gelir ve eliyle kapıyı çalar.
Biraz bekledikten sonra kapı aralanır. Kapının aralığından yorgun ve zayıf bir yüz belirir. Kapıyı açan Ömer Çavuş’tur. Paşa’yı karşısında görünce bir anda yorgunluk yüzünden gidiverir. Tek ayağının dizden altından kesik olduğunu unutur ve hızlıca koltuk değneğine dayanarak dışarı çıkar.
Hoş geldiniz Paşam der. Bir emriniz mi vardı?
Gazi paşa elini yüzüne götürdükten sonra. Ömer çavuşa dönerek.
‘Ömer neden senin evin diğer evler gibi değil’ der. ‘Sen bunca mücadele verdikten sonra en iyi evde neden oturmazsın.’ Bunları söylerken bütün neşesi kaçmıştır.
Ömer çavuş koltuk değneğine daha bir sıkı yaslanarak bu soruya nasıl cevap vereceğini düşünür. Diğer malikane sahiplerini tek tek tanır. Onlar hem savaşta hem de barışta kazanmasını bilen hiç kaybetmeyi bilmeyen devrin adamlarıdır.
Paşam aslında bu sorunun cevabı en iyi siz anlarsınız. Ben de sizinle beraber Çanakkale’deydim sizinle beraber Kurtuluş Savaşı’ndaydım. Açıkçası memleketi kurtarma sevdasından kendimi kurtarmaya vaktim olmadı.
Cevap aslında bir devrin özeti gibiydi. Aslında bu ülkenin evlatlarının değişmeyen kaderini anlatıyordu.
Bu hikaye gerçek midir yoksa bir efsane midir bilmiyorum. Kimi gerçek olduğunu kimisi de hayal ürünü olduğunu söyler. Ama benim bildiğim bir şey varsa, bu anlatıların her birinin değişmez bir şekilde aynen günümüzde de yaşanmaya devam ettiğidir.
Güneydoğuda ceplerinde vasiyetleriyle gezen askerin ve polisin hikayesi de hiç değişmez.
Ceplerinde vasiyetleri ile gezen bu vatan evlatlarının ortak noktasının birilerinin dediği gibi sıvası bile olmayan evlerden gelmeleri değildir. Vatan sevgisi ve iman dolu aile ortamlarından gelmeleridir. Zannetmeyin ki bu insanların ortak noktası hep hayatlarının zor şartlarda geçmesidir. Ortak noktaları her türlü sıkıntıyı çekmelerine rağmen şükretmeyi bilen ailelerden gelmeleridir.
Zannetmeyin ki bu insanların ortak noktaları garip olmalarıdır. Onlar başkaları tarafından garip olarak görülseler bile kardeşlerinin okuması için helal para kazananlardır, kendilerine bir şey ister misin? dendiğinde ihtiyacı olana verin diyecek kadar bonkör olmalarıdır.
Zannetmeyin ki onlar başkalarının dediği gibi haklarını alamamaktadır. Onlar vasiyetini ceplerinde gezen hep kazananlardır.
Asıl kaybedenler, vasiyeti cebinde gezen kahraman evlatlarına laf söyleyenlerin ağzının payını bile vermeyenlerdir. Asıl kaybedenler ne bu dünyada nede öteki dünyada onların yüzüne bakamayacak olanlardır. Asıl kaybedenler kıymet bilmedikleri için ayaklarının altından toprağın kaydığını fark edemeyenlerdir.
Zannetmeyin ki onların ortak noktası sıvasız evlerde oturmalarıdır….
Bu yalnızca bizim ortak utancımızdır.

Diğer Yazıları