"Ya ağlatacaksın, ya oynatacaksın"
Başlıktaki ifade Serdar Ortaç’a ait. Bir popçuya akıl verirken söylemiş.
Bayıldım.
Bu saptama sadece müzik için geçerli değil, gösteri dünyasının tamamını içine alan tam 12’den bir ifade.
Kendi web sitemde “Haftanın Dersi” başlıklı bir köşe var. O köşenin girişinde “Almasını bilirsen, herkesten alınacak ders vardır” yazar.
Oldum olası müziği tartışılan Ortaç, bunca yıl hep aynı tınıyla nasıl ayakta kaldığını ders gibi özetlemiş.
Ortaç’ın “ya ağlatacaksın ya oynatacaksın” saptaması, Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu’nun televizyonda tartışmaları için de aynen geçerlidir.
Hemen söyleyeyim; İmamoğlu ve Yıldırım’ın televizyonda tartışma ihtimali yoka yakın.
Ama ne olur? Konu ortaya atılır, gazeteciler kedinin ip yumağıyla oynadığı gibi meşgul edilir.
Gündem ıvır zıvırla geçirilir.
23 Haziran gelir.
Ak Parti’nin Tv tartışmalarına dair katı bir tutumu vardır. Siyasal iletişim bilgisi açısından da bu tutum doğrudur.
Hadi diyelim ki, tanıtım, iletişim vs. ekipleri değişti. Tutum da değişti.
Yine de yeni ekip, bir Tv tartışması kavga gürültü, hır gür olmadığı sürece bir değer taşımaz bilgisine de sahiptir.
Ekip iyiyse, televizyon denen nesnenin sadece eğlenceden ibaret olduğunu bilir.
Ya oynatacak ya da ağlatmayacaksan, beyhude uğraş. İkisini birden yapabiliyorsan tadından yenmez.
Ve fakat.
Aynı ekip kendini yenilemeyi biliyorsa, gündem yönetmeyi de bilir.
Tüm bu curcuna (tartışma hangi kanalda olacak, moderatör kim olacak vs.), gündemi işgal etmek için hayata geçiyor demektir.
Yoksa, aklı başında olan biri, televizyon tartışmasıyla ülkenin kurtulmayacağını bilir.
Medya çoktan o altın tahtından indi.
Tabii bir de şu var, televizyondan seçim kazanamazsın ama televizyondan seçim kaybedersin.
“O nasıl oluyor” derseniz, orası uzun hikâye.
SAYILAR SİZİ YANILTMASIN
Hiçbir sosyal medya girdisi/ paylaşımı “gazetede yazıyor” ya da “kitapta okudum” cümlesinin gücünün üzerine çıkamaz.
Çünkü “takipçi”yle, “seçmen” aynı şey değildir.
Dolayısıyla.
Ahmet Özal’ın “Bir tweet attım 250 bin okundu, bu sayı Hürriyet’in beş katı” demesine bakmayın.
Öyle olsaydı, Özal’ı kimse tutamazdı.
UĞUR DÜNDAR KİMDİR?
Yıldırım-İmamoğlu tartışmasını yönetmesi konuşulan Uğur Dündar, sevin sevmeyin;
Bir, “en güvenilir kişi” araştırmalarının ilk sırasındaki kişidir.
İki, yolsuzluk, hırsızlık zirve yaptığı günlerde elinde mikrofonu, yanında kameramanıyla bunları ortaya dökmüş kişidir.
Üç, devlet karşısında güçsüz olanın güçlü sorunlarını ortaya çıkarmış, mesela, kaçırılıp fuhuşa sürüklenen kızların imdadına yetiştiği için adeta halk kahramanı olmuş kişidir.
Dört, Sözcü’de yazıyor diye bakmayın, halk nezdinde, gazeteciler üstü sayılan kişidir.
AHMET HAKAN’A ÜÇ SORU
Benim İmam Hatip konusunda bilirkişim Ahmet Hakan’dır.
Kendisine üç sorum olacak;
Bir, bayram namazında "İnönü'de, Sakarya'da şöyle zafer kazandık, böyle zafer kazandık. Hepsi yalan. Keşke o savaşı kaybetseydik, sonra kazanıp Osmanlı'yı yeniden kurardık" diyen imam, diplomasını nasıl almış olabilir?
İki, hadi diyelim almış, bu imamın aşkın hayal dünyası cami cemaatine yarar mı, zarar mı?
Üç, boş pet şişeleri arabanın penceresinden tarlaların içine doğru fırlatan tesettürlü hanımın dinimizde karşılığı nedir?
DEDİM “OLMAZ”, DEDİ “OLUR”
Geçen hafta Ayşe Arman’la konuşuyoruz.
Ayşe “Twitter’da üniversite hesabını kullan ama senin Instagram’da olman lazım” diyor.
“Olmaz” diyorum, “ben ne yaşadıklarımı göstermekten, ne de gösterilmekten hoşlanan biriyim.”
“Göstermek zorunda değilsin” diyor, “kendini geride tutarak da Instagram’da olabilirsin. Kesin olmak zorundasın.”
“Karakterime ters” diyorum, inat ediyor, “Sen yapmıyorsan bir öğrencinle konuştur beni.”
O kadar kararlıydı ki, “10 dakika sonra arayacağım” dedi, aradı.
Konuyla ilgili iki öğrencim yanımdaydı. Telefonun sesini dışarı verdim.
Onlara ilk sözü “Ben sizin hocanıza bayılıyorum” oldu, utandım.
“Ve siz onu mutlaka Instagram’a sokmalısınız.”
Aralarında anlaştılar.
O günden bu yana “nuranyildizofficial” adresindeyim.
Devamlı okuruma notum; Ama sosyal medya hakkında düşündüklerim zerre değişmedi.
CÜBBELİ AHMET BİR MARKADIR
Markalar “kâr” odaklıdır.
“Cübbeli Ahmet” de bir marka. Markanın oluşmasında, Fatih Altaylı’nın büyük payı var.
Cübbeli’ye dini bir önem atfediyorsanız, sorun onda değil, sizdedir.
“NİHAT ABİ”YE ÖNERİLER
Futbolun “Nihat Abi”si Nihat Özdemir, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı oldu.
Sevindim.
Milli Takım’ın Fransa galibiyetiyle güzel de başladı.
Ve fakat.
Federasyon dediğin iğneli kuyu. Zehirli sarmaşık.
Mevcut düzene dahil olursa yazık olur. Yok, değişim sağlarsa efsane olur.
Şenol Güneş’e olduğu gibi, Nihat Özdemir’e de önerilerim var;
Bir, mentorluk sisteminden eğitim kamplarına kadar mevcut yapı ve kişileri gönderin, yeni bir ekip oluşturun.
İki, asla mevcut durumun diktiği elbiseyi giymeyin, yeni bir elbise diktirin.
Üç, ülkemiz futbolcularını teşvik edici programlar geliştirin.
Dört, “Federasyonun parası deniz, yemeyen domuz” sözünü tarihe gömecek ilkeler koyun.
Beş, Federasyonun milli maçlar için kaldırdığı uçaklara eş-dost-arkadaş doldurmak kaçınılmaz olsa da hiç değilse onların ikinci, üçüncü derece akrabaları eksik kalsın.
Altı, Şenol Güneş’in iletişimine “Milli Takım” kadar önem verin.
Yedi, Milli Takım’ın galibiyet sonrası tribünden tribüne gezdirilmesi hoş değil. Selam vereceklerse orta sahada toplanıp dört bir yana verebilirler.
Sekiz, Milli Takım’a tıpkı Fransızların kendi takımlarına “maviler” dediği gibi bir ad bulun.
Başka da istirhamım yoktur.
VIP VE CIP
İmamoğlu’nu Ordu’da VIP’den geçirmediler diye kıyamet koptu.
Yıldırım için de herkes VIP’ten geçirildi.
O da yanlış, o da yanlış.
Ertuğrul Özkök’e göre, siyasetçiler VIP yerine CIP’i tercih etmelilermiş, orası daha konforluymuş.
Özkök’e katılıyorum, CIP, VIP’ten daha iyi.
Özkök’e katılmıyorum, siyasetçi ne VIP’den ne de CIP’ten geçmeli. Halk nereden geçiyorsa oradan geçmeli.
AMAN DİKKAT
Nafaka konusunda yeni düzenleme yapılıyor ya, aman o düzenleme sadece hukukçulara bırakılmasın.
Yeni düzenlemedeki “evliliğin yıl sayısına göre nafaka” gibi, içinde hayatın olmadığı öneriyi sadece hukukçular getirir.
Halbuki, nafakada mesele yıl sayısı değildir, kazanılan paradır, boşanan tarafların göreceği zarardır.
Dolayısıyla mahkemelerin havale edeceği komisyonlar, hayatın gerçeklerini göz önüne alarak nafakayı karara bağlamalıdır.
İŞTE BU
Çoook uzun zamandır futboldan soğumuştum. Milli maçları hiç izlemiyordum.
Fatih Terim’in yönettiği dönemde, yediğimiz gol başına aldığı milyon dolarlı günlerden bu yana.
Türkiye-Fransa maçıyla futbol izlemeye geri döndüm.
Tamam, Fransa kötüydü ama bizimkiler zafere inanmışlardı.
Gençtiler, istekliydiler, kararlıydılar.
Şenol Güneş de “Bu büyütülecek bir galibiyet değil” derken, iletişimde doğru yolda olduğunun ipucunu vermiş oldu.
VE…. BURAK YILMAZ!
Fransa maçında kaç gol kaçırdı önemli değil.
Beş bilemedin altı yıl önce köşemde yazmıştım. Burak Yılmaz doğru düzgün yönetilse dünya starı olur diye.
Yönetilemedi, Galatasaray’dan koptu. Çin’e gitti. Yazık oldu.
Şimdi. Küllerinden yeniden doğdu.
Fransa Teknik Direktörü Deschamps “Bir oyuncu çok önemliydi” derken Burak’ın ismini verdi.
Kendisini iyi yönetemediği için, cahil cühelanın elinde heba olan kaç yıldızımız var bir bilseniz…
Uçan Kuş Tv’de, “İstanbul’da iletişim yönetmeyi bilen yok. Hangi kriz zararsız atlatıldı biri söylesin” diyen Elife Yılmaz’a selam olsun.
ETKİSİZ ELEMAN
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkbükü’nde, gazetecilerin sosyete mafyası tarafından uğradığı saldırıya kınama yayınlamış.
Haberi olan var mı?
Cevap veriyorum: Yok.
AKLIMDA KALAN
“Ben demiştim” söylenmesi: “Aşk Yüzyılı Bitti” kitabımın ithafında “Biz’e inanlara” yazar. California Üniversitesi’nin araştırmasına göre kendilerinden “biz” diye söz eden çiftlerin uzun süreli ilişki yaşama olasılığı diğerlerine oranla daha fazlaymış. Kitabım “biz”e ithaf, ama önceki yazımda da “sen ve ben” olmaz, “sen ile ben” olur dememiş miydim? “Ben”i bırakın, “biz”e dönün.