Yargıya 'örselenmiş kadın sendromu' çağrısı
Baba, koca, ağabey ya da sevgililerinden şiddet gören kadınlar zaman zaman ölümün kıyısında katil olarak dönüyor. Bunun son örneği yıllardır işkence gördüğü kocasını öldüren Melek İpek. “Kadına Karşı Şiddet Vakalarında Kadının Meşru Savunma Hakkı” Altınbaş Üniversitesi Çarşamba Buluşmaları’nda masaya yatırıldı. Toplantıda konuşan Av. Süreyya Kardelen Yarlı yargıya "örselenmiş kadın sendromu"nu tanıma ve delil sayma çağrısında bulundu.
Kadına yönelik şiddet vakalarının uyarılar, alınan önlemler, eğitim faaliyetlerine rağmen artarak sürdüğü günümüzde bu toplumsal sorun farklı boyutlarıyla ele alınmaya devam ediyor.
Şiddet mağduru kadınların, kendilerini koruma ve yaşadıkları sürece bir son verme tepkileriyle ortaya çıkan ve kadının mağdurken fail durumuna gelebildiği vakalar ise kuşkusuz yargı aşamasındaki süreç gözönüne alındığında, kadına yönelik şiddetin tartışılması gereken bir başka boyutu olarak öne çıkıyor.
Altınbaş Üniversitesi Çarşamba Buluşmaları’nda bu hafta “Kadına Karşı Şiddet Vakalarında Kadının Meşru Savunma Hakkı” başlığıyla bir oturum düzenlendi.
Kadınların mağdurken faile dönüştüğü olaylar ve Türk hukuk sisteminin bu soruna bakışı tartışılarak çözüm önerilerinde bulunuldu.
İşte detaylar:
“TARTIŞMA OLARAK KALMASIN HUKUKTA DA YERİNİ BULSUN”
Moderatörlüğünü Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğr.Üy. Doç.Dr. Hasan Sınar’ın yaptığı oturuma Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğr.Üy. Dr. Fulya Eroğlu ve İstanbul Barosu avukatlarından Av. Süreyya Kardelen Yarlı katıldılar.
Kadına karşı şiddet vakalarının ülkemizin çok can yakıcı bir sorunu olduğunu ifade eden Doç. Dr. Hasan Sınar, bu vakalarda şiddete uğrayan kadının öz savunma hakkını kullanması ve uğradığı haksızlığa karşı kendini müdafaa etmesi durumunda meşru savunmadan istifade edip edemeyeceğinin her somut vakada bir tartışma konusu olarak gündeme geldiğini ifade etti.
Doç. Dr. Sınar, şiddete maruz kalan pek çok kadının yaşayabildiği ancak ülkemizde henüz yerleşmemiş bir kavram olan ‘örselenmiş kadın sendromu’ olgusunun, yargılamalarda meşru müdafaa bağlamında dikkate alınması gereken çok önemli bir kavram olduğunu söyledi.
Oturuma katılan İstanbul Barosu avukatlarından Av. Süreyya Kardelen Yarlı ise Türk hukukunda yeri olmayan ve herhangi bir şekilde meşru müdafaaya dahil edilen özel bir uygunluk sebebi ya da kusuru azaltan bir sebep olarak görülmeyen ‘örselenmiş kadın sendromu’ olgusunu açıklayarak bu konudaki hukuki yaklaşımları şöyle özetledi:
“Mağdur kadının çok uzun süre boyunca partneri tarafından düzenli bir biçimde fiziksel, cinsel, sözel ya da ekonomik şiddete maruz kalarak bundan dolayı kendisinde bir örselenme oluşması ve kendisini bu durumdan kurtarmak ümidiyle partnerine zarar vermesi durumunda biz diyoruz ki aslında burada bir ‘örselenmiş kadın sendromu’ var”
Av. Yarlı, mağdur kadının halihazırda bir tehlike olmasa bile ileride bir tehlike yaşayacağını bildiği için o kişiyi öldürme ya da yaralama gereksinimi duyar hale geldiğini söyledi..
Kendilerine şiddet uygulayan faillere yapılan birçok davranışın altında, kadınların bu sendrom saikiyle hareket ettiğinin bilindiğini söyleyen Av. Yarlı, “Biz bunun sadece pratikte tartışılıyor olması değil hukukta da bir yerinin olmasını belki meşru müdafaaya dahil edilebiliyor olması ya da kusurluluğu azaltan bir neden ya da özel bir hukuka uygunluk sebebi olarak değerlendirilebilir olmasını istiyoruz” dedi.
“SADECE KANUN YAPARAK ÇÖZEMEYİZ”
‘Örselenmiş kadın sendromu’nun meşru müdafaa kapsamında değerlendirilmesinin yargıya bir toplumsal talep halinde ortaya konulabilmesi gerektiğini ve bunun için en büyük görevin avukatlar olarak kendilerine de düştüğünü söyleyen Av. Süreyya Kardelen Yarlı, “Aslında yargı daha ziyade avukatların savunmaları ile değişiyor ve güncelleniyor. Mahkemeleri hala zorlayabiliyoruz biraz. Uzaklaştırma kararlarında nasıl İstanbul Sözleşmesi'ne, 6284 sayılı Kanuna atıf yapıyorsak belki burada da artık örselenmiş kadın sendromundan hem sözel olarak bahsetmemiz gerekecek hem yazılı dilekçelerimizde bahsetmemiz gerekecek. Böyle bir sendrom var ve müvekkilimizin bundan muzdarip olduğunu düşünüyoruz. Bu sendromun etkisi altında fiili yaptığı kanaatindeyiz. O yüzden ayrıca bir psikiyatrik değerlendirme talep ediyoruz gibi. Çünkü o zaman burada belki cezai ehliyet kavramı da tartışılabilecektir.” ifadelerini kullandı.
Psikologların bilimsel olarak karşılığı olmadığını söylese de yargılama süreçlerinde çokça telaffuz edilen ‘cinnet geçirme’ kavramının, kadına şiddet faillerinin savunmalarında yer aldığını ve mahkemelerin de 6'da 1 indirime gittiklerine işaret eden Av. Yarlı, “Peki kadın da günün birinde fail erkekler gibi cinnet geçirirse ne olacak? O yüzden psikolojik, bilimsel tanımı yapılmış ‘örselenmiş kadın sendromunun’ da delil olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani mahkemeler artık şunu yapmalı, ‘ben bu mağdurun ya da bu failin psikolojik tahlilini de istiyorum’. Ne şartlar altında bu suçu işledi, gerçekten uzun zamandır eziyete maruz kalıyordu ve gerçekten bir sendroma sahip miydi? Ancak böylelikle sağlıklı dönüşler alabiliriz diye düşünüyorum” dedi.
Öte yandan konunun tek başına hukukla çözülebilecek bir sorun olmadığının da görülmesi gerektiğini belirten Av. Süreyya Kardelen Yarlı sözlerine şöyle devam etti.
“Sadece kanunu yaparak, sadece infaz sistemini düzelterek ya da kanunları revize ederek bu işin içinden çıkamayız. Ne kadar cezaları arttırırsak o kadar suçu azaltırız, ne kadar iyi kanunlar çıkartırsak o kadar güzel bir toplum yaratırız düşüncesi yanlıştır. Hukuk felsefesi ve sosyolojisi diyor ki, bu yanlış bir bakış açısı. Yani bu olayın temelindeki sosyolojik, psikolojik altyapıyı görmeden hatta siyasal, kültürel iklimi görmeden, belki ekonominin dahi etkisini görmeden sadece hukukla bir çözüme gitmeye çalışırsan hukukçular da kanunlar da yetersiz kalır. Belki de artık önleyici hukuku konuşmamız lazım. Bir şeyler olduktan sonra müdahale etmek değil de o şeyler olmadan önce önleyici hukuk anlamında ne yapabilirizi tartışmak lazım. Hem önleyici hem koruyucu tedbirleri birlikte konuşmamız gerekiyor diye düşünüyorum”
“KADIN BİLİYOR, ERKEK GERİ GELİP YİNE SALDIRACAK”
Konuyla ilgili olarak Türkiye’deki olaylar ve Yargıtay kararlarından örnekler veren Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğr.Üy. Dr. Fulya Eroğlu da, henüz ‘örselenmiş kadın sendromu’ tanımıyla geçmese de kimi Yargıtay kararlarında bu kapsamda değerlendirilebilecek içtihatların yer aldığını anımsattı.
Bu kavramın literatüre biraz daha sokularak meşru savunmanın uygulanma alanının genişletilebileceğini vurgulayan Dr. Eroğlu, şunları dile getirdi:
“Meşru savunmada Türk Ceza Kanunu diyor ki; ya aktüel bir saldırı olacak ya da halihazırda mevcut bir saldırı, bir boğuşma anı gibi bir saldırı içinde size silah doğrultmuş ya da tamamlanmış ama tekrarı muhakkak bir saldırı olacak diyor. İlk tartışma da burada çıkıyor, tekrarı muhakkak bir saldırı burada var mı? Kadın düzenli olarak şiddete maruz kalmış, gerçekten artık eziyet suçu kapsamına girebilecek derecede bir durum söz konusu ve kendini kurtaramıyor, savunabilecek gücü çoğu zaman yok ve örneğin eşi uyuya kalıyor ve kadın uykusunda silahı ele geçirip vuruyor. Ya da erkek saldırıyı bırakıyor dışarı çıkıyor fakat geri gelip saldırıya devam edecek, kadın biliyor. Çünkü bu hep böyle olmuş ve kadın bulduğu ilk fırsatta, erkek içeri gelir gelmez saldırıyı gerçekleştiriyor.”
Bu olaylarda bakıldığında uyuyan bir insan olduğunu, bir saldırının bulunmadığı ve ayrıca saldırının tekrarının muhakkak olduğunun da bilinemeyeceği gibi bir bakış açısının olduğunu belirten Dr. Fulya Eroğlu, “Buraya dikkat etmek lazım; çünkü örselenmiş kadın sendromunun özelliği şu, burada öyle ani gelişen bir şiddet olayından bahsetmiyoruz. Burada gerçekten sistematik şekilde, zamana yayılmış bir şekilde şiddete maruz kalmış bir kadından bahsediyoruz. Tekrarının muhakkak olacağını biliyoruz. Burada bir şiddet döngüsü vardır ve kadın tekrarlanan bir şiddet döngüsü içindedir. Devam eden, süre giden bir eziyet var ve kurtulamıyor kadın ya da kendisini çaresiz hissediyor ve bulabildiği ilk fırsatta kendini kurtarmaya çalışıyor. İşte bu noktada meşru savunmanın kapsamına giriyor mu girmiyor mu tartışması başlıyor” diye konuştu.
Kadının bu süre giden şiddetin içinden çıkamadığını, polise başvurmuş olsa dahi sonuç alamamış olabildiğini, yakınlarına gitse geri gönderildiğini ve artık ‘ben başka türlü kurtulamam’ düşüncesine kapıldığını söyleyen Dr. Eroğlu, “Örselenmiş kadın sendromu yaşayan bir kadına sen başka türlü de kurtulabilirdin demek çok da gerçekçi bir argüman değil. Çünkü o kadın öyle bir çaresizlik içinde ki artık zaten bazı yolları denemiş ve sonuç elde edememiş, kendini çaresiz hissetmiş. Burada farklı bir olgu var; bu ani gelişen bir olay değildir ve tespit edilebilir yani psikoloji biliminin tanıdığı bir durum. Özellikle Amerika'da 1970'lerden bu yana yargı kararlarına da yansımış bir durum” dedi.
DR. EROĞLU’DAN ELEKTRONİK KELEPÇE ÖNERİSİ
Dr.Fulya Eroğlu, “Uzaklaştırma kararı var ama erkek gelmiş yine de tehdit ettiği kişiyi, kadını öldürmüş. Neden erkekler için elektronik kelepçe kullanılmıyor? Neden kadına karşı şiddete bunu yapmıyoruz?” ifadelerini kullanıp, kadına şiddet vakalarını önlemede elektronik kelepçe uygulamalarıyla etkili sonuçlar alınabileceğine vurguladı.
Cezai indirimlerde kadına karşı şiddetin istisna olarak tanınması ve kadına şiddet vakalarında indirim uygulanmaması gerektiğini de söyleyen Dr. Eroğlu, “İstanbul Sözleşmesi’nde çok açık bir şekilde kadına karşı şiddette hiçbir şekilde onarıcı adalet yöntemlerine başvurulamaz deniliyor ve biz İstanbul Sözleşmesi’nin tarafıyız. Ama Türkiye'de baktığımız zaman şu an savcılıklar bir tartışma halinde; bir kısım savcı diyor ki, İstanbul Sözleşmesi’ni ben oradan uygulayamam çünkü henüz bizim kendi Ceza Muhakemesi Kanunumuza adapte olmadı, norm haline gelmedi. Bir grup diyor ki ‘Hayır, Anayasa 90.Madde doğrudan uygulanabilir. Şuna çok eminim ki ‘örselenmiş kadın sendromu’ konusunda yargının çok büyük bir bölümünün hala en ufak bir fikri bile yok, böyle bir kavramdan haberdar olduklarını dahi zannetmiyorum. Bu farkındalığı oluşturabilmek için bir çaba sarf etmek gerekiyor” diye konuştu.