Yasak, ya-saaak!
Yıl 1945.
Dönemin Bakanlar Kurulu toplanmış, gündemindeki konuları görüşmüş, ayrıca önemli bir kararın altına da imza atmıştı.
Söz konusu karar bazı kitapların yasaklanmasına dairdi.
1944’lı yıllarda İstanbul’da muhtelif yayınevleri tarafından bastırılıp satılmakta olan muhtelif türden dini kitaplar mevcuttu. Gerek bu kitaplardan gerekse daha başka türden bazılarının satışının yasaklanmasına 1945 yılı başında Bakanlar Kurulunca karar verilmişti. Yasağın hukuki gerekçesi ise oldukça yalın bir surette; “faydasız” ve “zararlı” olarak değerlendirilmiş olmalarına müstenitti.
Basılması, satılması ve pek tabii ki okunup evlerde bulundurulmaları yasaklı olan “faydasız” ve “zararlı” söz konusu kitaplar şunlardı:
- Yedi Kale Cengi
- Hazreti Ali, Mührü Süleyman Peşinde
- Hayber Kalesi Cenkleri
- Muhammed Halife Cengi
- Hazreti Ali ve Malik-i Eşter Cengi
- Seyfil Yüzen
- Hazreti Ali ve Amr İbni’l-As
- Toprak Kokusu
Yukarıdaki kitapların, “Toprak Kokusu” hariç, ortak özellikleri, hepsinin de Hazreti Muhammed (sav) ve sahabelerinin, özellikle de, dört halifeden biri olan, Hazreti Ali’nin cenklerini ve cengâverliklerini anlatmakta olmalarıydı.
Daha geniş bir ifadeyle; söz konusu kitaplar esasen bir Yahudi yurdu olan Hayber’in fethini ele almakta; İslâm akaidinde iman-küfür sınırı, irade hürriyeti, kader gibi önemli problemlerin tartışma konusu haline getirilmesine tesir eden dinî ve sosyal olaylardan biri olan Cemel Vakasını hikâye etmekte; Hazreti Ali ile Muaviye taraftarları arasında cereyan eden siyasi ve askeri çatışmaların seyrinin zikredildiği Sıffin Savaşı’nı içermekte ve Muaviye ile Ali arasındaki hilekâr müzakerecilerin müzakerelerine değinmekteydi.
Kitapların muhtevası bir anlamda, İslam’ın ilk döneminde yaşanmış hadiselerin efsanevi bir surette anlatımına sahipti. Pek tabii ki duyguları kamçılayıcı ve hırsları artırıcı bir üslupla kaleme alınmışlardı. İhanet, hile, desise, zulüm ve dökülen kanlar… kitapların içeriğinin en temel unsurları arasındaydı. Kitaplarda hususiyle de Hazreti Peygamberin ilk sahabelerinden biri olan, gerek Hazreti Peygamber tarafından gerekse İslam’ın emri icabı kendisine verilen her görevi büyük bir cesaret ve maharetle yerine getirmiş bulunan Hazreti Ali (Ali bin Ebi Talip) Yunan mitolojisindeki “Herkül” karakterinden hiç de geri kalmayacak bir surette tasvir edilmekteydi.
Bu tür kitaplar dönemin en çok satan ve okunan (popüler) kitaplarıydı. Kitapların yazarlarının bilinen biri olması veya olmaması yahut anonim bulunması ise hiçbir surette önemli değildi. Bunlar, özellikle Anadolu insanının fazlası ile rağbet, keyif ve büyük bir sevgi ve takdir ile okuduğu türden kitaplardı.
Milletin hararetle okuduğu bu kitaplar peki neden yasaklanmıştı...
Konuya değinen ABD belgelerinin bu husustaki yorumu özetle şöyleydir:
Söz konusu kitaplar yarı dini literatüre aitlerdir. Hükümet yetkililerinin dini fanatizmi ve olası ırksal düşmanlıkları beslemesi ve İslam hakkındaki mitlerin ve tarihsel olarak sorgulanabilir bilgilerin sürekli surette yayılmasına son verme isteğiyle böyle bir yasaklamada bulunmuş olmaları oldukça muhtemeldir. Ayrıca unutulmaması gereken husus ise, Anayasa'da da belirtildiği üzere, altı temel prensipten veya anayasanın temel unsurlarından biri de devletin laikliğiydi. Hükümet, bu tür bir okuma listesinin, nüfusun geniş bir kesiminde inancın canlılığını devam ettirebileceğini ve o günkü Türkiye'nin materyalist zihniyetiyle bağdaşmayan bir görünüm arz edeceğini düşünmüş olabilirdi.
Sol cenahın birkaç kitabı için yakın zamanda getirilmiş olan yasak dikkate alındığında ise, bunun, dini kitaplara getirilen yasağı telafi etme ve hükümeti sola karşı önyargılı olduğu suçlamasından kurtarma çabası olarak da sezinlenebilirdi. Ziya yasaklanan sekizinci kitap yani "Toprak Kokusu" dini içerikli bir kitap olmayıp, bir Anadolu kasabasındaki hayatın daha ziyade hoş olmayan yönlerini anlatan, ama gerçekçi bir üslupla kaleme alınan bir 1944 romanıydı.
Oysaki devletin idari kadrosunda yer alanlar, Türk halkının maruz kaldığı sefalet ve ıstırabı tasvir eden herhangi bir çalışmayı Komünizm propagandası olarak değerlendirip reddetme eğiliminde olmuşlardı. Fakat alanında uzman olan ve güvenilirlikleri ile tanınan Türk edebiyat eleştirmenlerinin değerlendirmesi, "Toprak Kokusu" adlı eserin, teknik olarak sola ait bir edebi çalışma olarak sınıflandırılamayacağı şeklindeydi.
"Toprak Kokusu" adlı eser “açık sözlü” olma gibi edebi değere sahip bir kitaptı. Dolayısıyla da yasaklanma nedeni, temasına ilaveten, alışılmadık ve güçlü suretteki üslubundan kaynaklanıyordu. Nispeten bilinmeyen bir yazar olan Eniş Reşat'ın yazdığı kitap, İstanbul'un önde gelen yayınevlerinden Semih Lütfi Yayınları tarafından neşredilmişti.
Ayrıca söz konusu sekiz kitabın yasaklanmasının gerekçelerine dair o günkü ilgili idari makamlarının herhangi resmi bir açıklama yapmaları da gerekmemekteydi. Zira Bakanlar Kurulu’nun bu türden yasaklayıcı kararlar alabilme yetkisi vardı. Yine o dönemde hükümetin ilgili taraflara veya kamuoyuna alınan yasaklama kararlarının nedenlerini ayrıntılı bir surette açıklamak gibi alışılagelmiş bir tutum sergilemiş olduğu da söylenemezdi. Bu noktada söz konusu kitapların zararlı, sakıncalı veya değersiz olduğuna dair sıradan suretteki resmi bir beyanda bulunulması fazlası ile kâfiydi.
Dün ve bugün Sultan İkinci Abdülhamid dönemi anılır ve anlatılırken, muayyen bir kesim tarafından, dillere pelesenk olmuş bir halde, dönem tam bir istibdat devri olarak zikredilir ve hala da o şekilde zikredilmektedir. Sultan Abdülhamid’in kendisine de pek tabii ki müstebit yani diktatör sıfatı verilmesi uygun görülmektedir.
Hürriyet yolunda ant içenler ve süratle anayasalı düzene geçenler kınadıkları Abdülhamid ve idaresini, anlaşılan o ki, taklitten bir an bile vazgeçmemişlerdir. Kurulan her bir yeni idarenin ve icra edilen her bir yeniliğin temel esaslarından birisi maalesef ki “yasaklar” olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Kimin ne okuyacağına yahut okumaması gerektiğine fertler değil, siyasal iktidarlar rahatlıkla karar verebilmişlerdir. İçinden çıkmış olmalarına rağmen dünün idarecileri, tolumun ve onu meydana getiren fertlerinin karar ve tercihlerinde isabetsizlik görmüşler, onların “zararlı” ve “yararsız” şeylerle meşgul olduklarını var sayarak, toplumu, henüz rüştüne ermemiş bireyler birliği şeklinde değerlendirerek onlar adına kendilerini karar verici birincil insanlar olarak görmüşlerdir.
Bu mirasın bahtsız varisleri de, hiç sorgulayıp düşünmeden, aynı yolun yolcuları olmaya har halükarda devam etmişlerdir.
Acaba yasaklar bizde klasik bir hal almış tarihsel bir kültür unsuru mudur?
Farklı şeyler okumak yasak!
Farklı surette değerlendirmek yasak!
Farklı surette konuşmak yasak!
Farklı surette yazmak yasak!
Farklı olmak yasak!
…
Böyle olunması halinde, fert ve cemiyet olarak hadi gel de sen geliş bakalım!