Yeni Türkiye'nin eski Müslümanları
Star gazetesi yazarı Sibel Eraslan bugün köşesinde Seyrek Ailesi'nin hikayesini paylaştı.
Muhafazakar camianın "dava büyükleri" olarak tanımladığı Alim Seyre-Güngör Seyrek çiftinin İslam ile tanışma hikayesini ve yaşadıkları badireleri anlatan Sibel Eraslan, "Birisi öğretmen, diğeri hemşire, herhangi bir cemaate girmeden, dini bir tahsil (imam hatip veya ilahiyat) görmeden, kendi çabalarıyla İslam’ı tanımışlar. Tayin oldukları, aslında çoğu kez sürüldükleri her yerde, derhal bir okuma halkası kurmuşlar." ifadelerini kullandı.
Seyrek çiftinin zorlu hayat yolculuğunu, "Hayatlarını içtenlikle hibe etmiş insanlara has doygunluk okudum yüzünde." cümlesi ile özetleyen Star yazarı, günümüzde erezyona uğrayan bazı değerlere değinmeden de geçemedi.
Eraslan yazısında şu ifadeleri kullandı;
"Gençlere büyük iş düşüyor! Türkiye’deki ‘İslami hareketliliği’ anlayabilmek için bu hayat hikayelerini gözden kaçırmadan kayıt altına almak gerekiyor. Bu, binlerce küçük insanın gayretiyle, binbir emek ve binbir imkansızlıkla, üzerine titrenerek inşa edilmiş bir hayat tarzıdır. Ve bu aziz emeği, hovardalıkla harcamaya kimsenin hakkı yok..."
İşte o köşe yazısı;
- ‘Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak’
Hafta sonu Ankara Etimesgut’ta yaşayan iki dava büyüğümüzü ziyaret etme fırsatım oldu. Hayatları şiirdi. Alim Seyrek, emekli milli eğitim müfettişi. Güngör Seyrek emekli ebe-hemşire. Yaşları yetmişe gelip çatmış bu isimsiz iki kahramanın ellerinden öptük. Gençliklerinde kendi gayretleri ve fikri muhasebeleriyle İslam’ı seçmişler ve bu uğurda verilmesi gereken hukuk mücadelesini onurla vermiş iki mütedeyyin yol arkadaşı olarak bize hikmetli hayat dersleri verdiler.
Alim hoca, önceler sıkı solcuymuş, hatta Ankara’daki solcu çevreleri yeterince idealist bulmadığı için kendi talebiyle iki kere Tunceli’ye giderek öğretmenlik yapmış bir insan. Sözleriyle hayatları aynı olmayan solcuların yaşadığı idealizm çöküşü onu Marks hayranlığından adım adım uzaklaştırırken, Kur’anı Kerim’i keşfetmiş ve ardından kalbine, ruhuna doğru giden bir okuma denizine açılmış. İslam’ın sosyal dayanışma ve adalet konusundaki keskin emirleri onu adeta büyülemiş.
Birisi öğretmen, diğeri hemşire, herhangi bir cemaate girmeden, dini bir tahsil (imam hatip veya ilahiyat) görmeden, kendi çabalarıyla İslam’ı tanımışlar. Tayin oldukları, aslında çoğu kez sürüldükleri her yerde, derhal bir okuma halkası kurmuşlar. Başta kendi evlatları ve komşuları, meslekdaşları olmak üzere hep İslam’ı anlamak ve yaşamak adına çabayla geçmiş ömürleri.
Güngör Hanım ilk tesettürlü hemşirelerimizden. Ömrü sürgünlerle, cezalar ve savunmalarla, kuş uçmaz kervan geçmez yerlere şifa taşımakla geçmiş, mesleğini aşkla yapmaya devam etmiş. ‘’Benim en büyük idealim benden sonra geleceklere bir köprü olmaktı’’ derken, zerre kadar üzüntüsü pişmanlığı yok çektiği çileler için. Hayatlarını içtenlikle hibe etmiş insanlara has doygunluk okudum yüzünde.
Kendi sade ve helal yaşamları çerçevesinde, güzel ahlaklarıyla örnek olmuşlar, karanlığa ışık olmuşlar. ‘’Üniversiteli günlerimden beri, okuyun da ne okursanız okuyun derdim gençlere’’ diyor Alim hoca. Okumaya güveni sonsuz. Okuyan insan hakikati bulur diyor. Onun rehberliğini İbrahimi bir uyanış, sorgulayış ve hakikati bulma olarak dinledim, sohbetimizin ilk bir kaç dakikasından sonra kendisine ‘’hocam’’ derken buldum kendimi...
“Hocam”. Bu ne kadar mukaddes bir kelimeydi, şu anda yazarken bile yaş gözüme hücum etti. İnsanın Şeyh olması gerekmiyor, imam, müezzin olması hatta okulda öğretmen olması bile gerekmiyor. Hayat hocalığı başka bir şey! Okuyan ve düşünen, hayata dair soruları olan, anlam peşinde koşan insanlar, gece vakti ışıldayan fosforlu saatler gibi oluyor.
Hayattaki tüm bağımlılıklarını sarsıcı bir şekilde ‘la’ diyerek reddeden, hayatını hakikat uğruna silkeleyen, ruh evinde her ne var ise döküp boşaltan, sonra seçerek yeniden itinayla inşa eden insan. İslami uyanışın bu maceralı hikayesini Seyrek ailesinin hatıralarını dinlerken bir kez daha ruhumda hissettim. Koşmayı unutmuş bir atın, uzun çayırları hatırlayışında ayaklarına hücum eden karıncalar gibi sardı dört bir yanımı gençlik hatıralarım. Bizler çok genç yaşlarımızda kendi içimizde ne büyük hesaplaşmalar, ne büyük arayışlar yaşamıştık. Ne kadar saygı duyulacak bir içe dönüş, ne kadar saygı duyulacak bir yalnızlık ve ne kadar saygı duyulacak bir yeniden doğuştu bu...
Gençlere büyük iş düşüyor! Türkiye’deki ‘İslami hareketliliği’ anlayabilmek için bu hayat hikayelerini gözden kaçırmadan kayıt altına almak gerekiyor. Bu, binlerce küçük insanın gayretiyle, binbir emek ve binbir imkansızlıkla, üzerine titrenerek inşa edilmiş bir hayat tarzıdır. Ve bu aziz emeği, hovardalıkla harcamaya kimsenin hakkı yok...