Yunanistan’ın unuttuğu Osmanlı Tokadı
Bundan tam 123 yıl önce Yunanistan yine haddini aşarak Osmanlı Devleti ile mücadele içerisine girmişti.
1897 Osmanlı-Yunan Harbi’nin ortaya çıkış sebebi Girit hâdisesi olmuştu.
Hadise, Osmanlı Devleti’nin geniş hoşgörüsü içerisinde her türlü hakka sahip olarak yaşayan Yunanlıların teşvik ve ifsatlarının bir neticesi olarak meydana gelmişti.
Yunan Hükümeti Girit’te meydana getirdiği kargaşayı sadece yerli eşkıya elinde bırakmamış aynı zamanda kendi ahalisinden tertip ettiği silahlı eşkıya fırkalarını düzenli askerleriyle birlikte adaya musallat etmişti. Diğer taraftan deniz kuvvetlerini de Girit’in zapt ve istilası maksadıyla ada sularına göndermişti.
Yunanistan’ın bu gayet aleni tecavüzkarlığı sebebiyledir ki adada muayyen yerlerde yaşayan Müslüman halk ve zayıf bulunduğu noktalarda Osmanlı askerleri, hiçbir medeniyet ve milletin kabul edemeyeceği vahşi ve gaddar bir surette kadın, erkek ve çocuk ayırımı yapılmadan katle tâbi tutulmuşlardı.
Söz konusu hadisenin gelişiminde etkin surette rol oynayan unsurlar ise Megali İdea Fikri, Etniki Eterya Cemiyetinin faaliyetleri, Yunanistan’ın Büyük Devletlerin yardımlarına mazhar olacağı inancı; Yunan kamuoyunun rolü ve savaşın vuku bulduğu tarihlerde Osmanlı Devleti bir kısım zorluklar içerisinde bulunması olmuştu.
Yunancada Büyük Fikir, Büyük Ülkü anlamına gelen Megali İdea Bizans İmparatorluğu’nun yeniden ihya edilmesini hedefleyen ve bu maksatla Yunanistan’ın dış politikasının ana unsuru hâline gelen bir kavramdı. Dolayısıyla da 1897 Savaşı’nın çıkmasının en büyük sebeplerinden birini teşkil etmişti.
Gerek Kral George’un İngiltere, Rusya ve Almanya hükümdar ailelerine olan akrabalığı gerekse Avrupa kamuoyunun eski Yunan medeniyeti ile alaka içerisinde bulunmasını göz önüne alan Yunan Hükûmeti, Girit’in rahatlıkla elde edilebileceğini ve Avrupa devletlerinin muhtemel bir savaşta kendilerini desteksiz bırakmayacaklarını ümit etmişti.
Kuruluşundan 1897 yılına kadarki muayyen tarihlerde kendileri tarafından sebebiyet verildiği hâlde, zuhur eden hemen her olaydan hep Yunanistan’ın kârlı çıkması ve hareketlerinde ve sair taleplerinde Avrupa devletlerinin yardımına mazhar olması, Yunanlıları Avrupa devletlerinin yardımlarına sürekli mazhar olacakları şeklinde bir inanca kail olmalarına sevk etmişti.
1897 Savaşının yaşanmasında Yunan kamuoyunun da büyük rolü olmuştu. Başta muhalefet partisi lideri Rallis ve Etniki Eterya Cemiyeti olmak üzere halkın büyük bir kesimi tarafından Deliyannis Hükümeti pasif davranmakla suçlanmış, Girit meselesiyle yeterince ilgilenmediği, Girit Rumlarına yardım etmediği dile getirilmiş ve orduyu atıl bıraktığı ithamı yapılarak hükümet üzerinde ciddi bir tazyik oluşturulmuştu. Heyecan içerisinde bulunan halkın bu arzusuna ise ne kralın ne de Yunan Hükümeti’nin karşı koyması mümkün olmuştu.
Savaşın vuku bulduğu tarihlerde Osmanlı Devleti de bir kısım zorluklar içerisinde bulunmaktaydı. Özellikle savaş arifesindeki Ermeni olaylarının gündemi meşgul etmesi ve bu yöndeki hâdiselerin had safhaya ulaşmış bulunması Avrupa devletlerinin tutum değiştirmesine ve Osmanlı Devleti’nin devletlerarası siyasi alanda itibarının sarsılmasına sebebiyet vermişti. Ayrıca öteden beri devam eden malî sıkıntı da üstesinden gelinemeyen konulardan biriydi. Osmanlı Devleti’nin sefer yapabilecek kabiliyeti bir tarafa, dâhili harcamaları bile karşılayacak malî gücü bulunmamaktaydı. Bu noktada Maliye Nezareti’nin dışarıdan kredi bulma şansı da pek mümkün gözükmemekteydi.
Bu ve sair sebeplerden dolayı Osmanlı Devleti’nin sıkıntılı günler yaşaması yayılma politikası gütmekte olan Yunanistan’ın işine gelmiş, mevcut durum kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak değerlendirilmeye çalışılmıştı.
Yunanistan’ı savaş noktasında harekete geçiren unsurlar arasında belki en önemli gelişmeler Schleswig-Holstein’in Prusya Krallığı tarafından alınması; 1881’de Fransa’nın Tunus’u; 1882’de İngiltere’nin Mısır’ı işgal etmesi ve yine siyasi tehditler ve aldatmacalar neticesinde İngiltere’nin 1878’de Kıbrıs’a yerleşmesi; 1885’te Şarkî Rumeli’nin Bulgaristan’la birleşmesi ve ayrıca Fener Rum Patrikliği’nden ayrı müstakil bir Bulgar kilisesinin teşekkülü; 93 Harbi’ni müteakip Bosna-Hersek ve Yenipazar üzerinde Avusturya’nın hak iddia etmesi ve neticeleri gibi gerek Avrupa’da gerekse Orta Doğu ve Afrika’da birtakım yerlerin el değiştirmesi olmuştu. Bu ve benzeri gelişmeler Yunanistan’ı Megali İdea’nın öngördüğü emellere ulaşma noktasında cesaretlendirmişti.
Topraklarının bütünlüğünü muhafaza etmek ve hükümranlık haklarını korumak mecburiyetinde olan her devlet gibi Osmanlı Devleti de Yunan Hükümeti’nin âdeta bir şekavet ve Osmanlı topraklarını gasp etme kabilinden olan hareket ve muamelesine karşı her türlü şiddet hareketi icrasında bulunmakta muhtar iken olaylar karşısında adilane hareket edeceklerine itimat ettiği Büyük Devletlerin kararlarına riayet ve onlarla birlikte hareket etmiş, topraklarının bütünlüğünün muhafazası şartıyla mezkûr devletlerin her türlü tavsiye ve ihtarlarını kabul etmişti.
Ancak her şey nafile yereydi…
Yunanistan’a karşı kaçınılmaz olarak savaş ilan edilmesinin (17 Nisan 1897) ertesi günü Osmanlı kuvvetleri 18 Nisan 1897’de Milano’yu, 25 Nisan’da Yenişehir’i, 26 Nisan’da Tırhala’yı ve 17 Mayıs’ta Dömeke’yi fethetmişti. Dömeke Meydan Muharebesi’nde Yunan kuvvetleri büyük bir bozguna uğratılmıştı.
Tırnova, Yenişehir, Loros, Velestin, Golos, Çatalca, Furka Boğazı ve Ermiye’nin fethi söz konusu olmuş, Osmanlı kuvvetleri, Alman kurmaylarının altı ayda geçemez diye rapor ettikleri Termopil Geçidi’ni 24 saatte aşarak Atina’ya doğru ilerlemeye başlamışlardı.
İşte tam bu noktada Avrupa devletleri hakikaten de Yunanistan’ın imdadına yetişmişler ve Osmanlı Devleti ateşkes yapmak zorunda kalmıştı.
Osmanlı kuvvetlerinin 3 hafta gibi kısa bir zaman zarfında elde ettiği muzafferiyet Yunanistan için tam bir Osmanlı tokadı olduğu gibi imparatorluk bünyesinde olduğu kadar Mısır, Tahran-İran, Hindistan, Mesina, Açe ve sair yerlerde büyük şenlikler ve heyecanlı konuşmaların yapıldığı, toplantıların düzenlendiği bir ortam içerisinde karşılanmış, Osmanlı himayesine tekrar dönülmesini gündeme getirmiş, Osmanlı Hilafeti’ne karşı duyulan kalbî bağlılığın yeniden canlanmasına, Türkistan, Madagaskar ve Cezayir Müslümanları arasında karışıklıkların çıkmasına ve İngiltere’nin dikkatlerini yeniden hilafet meselesine çevirmesine sebebiyet vermişti. Böyle bir durum ise hiç şüphesiz Sultan İkinci Abdülhamid’in uygulamaya koyduğu İslamcılık politikasını kolaylaştıran, geliştiren ve genelleştiren bir unsur olmuştu.
1897 Savaşı dolayısıyla elde edilen galibiyet ile zafere susamış Türk halkı muzafferiyetin gurur ve sevincini tatmış, Alman İmparatoru İkinci Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a gelişi ve İslamiyet’e yakın olduğu hissini uyandırması halkın padişaha karşı duyduğu bağlılık ve itimadı daha da artırmıştı. Sultan Abdülhamid de, gerek elde edilen askerî zaferin gerekse halk tarafından kendisine karşı duyulan teveccühün bir neticesi olarak Gazilik unvanını almıştı.