ZOMBİLEŞEN PARTİLER VE SEÇİMLER

Her dönemin kendi dizileri var.  “The Walking Dead/ Yürüyen Ölüler” dizisi 12. sezonu çekecekmiş.

12 yıldır insanlar “Yürüyen Ölüler”i izliyorsa, bu bize bir şey anlatmalı.

Öğrencilerime bu diziyi “tüketim toplumu”nun bireylere, bireylerin de diziye yansıması olarak örnek veriyorum.

Siyaset de o ilişkinin uzantısı zaten.

Seçmenin “ya benimsin ya toprağın” tarzı iki seçeneğe mahkum edildiği sorunlu ortamda, siyasi partiler canlı taklidi yapan ölülere benziyor. Ürperiyorum.

Mesela AK Parti ve Erdoğan;

Bir, hiç bildiğimiz, alıştığımız AK Parti’ye ve Erdoğan’a benzemiyor. Daha sakin ve sessiz. Her seçime ses yükselerek gitmezler miydi?

İki, ezber bozmak, meydan okumakla bilinen Erdoğan, proje sunmaktan öteye geçmedi bu kez.

Üç, Erol Olçok’tan bu yana kampanyaları güçlü slogan ve derli toplu bir çerçeveye sahipti, şimdi zayıf sloganlar, dağınık bir görüntü var.

Dört, halka yakın Erdoğan gitti, güneş gözlüklü, kafalara çay atan Erdoğan geldi.

Beş, Erdoğan miting demektir, Türkiye de mitingler ülkesi. Miting yapmama kararını anlamak olanaksız.

CHP ve Kılıçdaroğlu da öyle;

Bir, CHP’nin sağcılarla aynı masada olmasına şaşıranlar çoktu. Oysa yeni CHP masadakilerden daha solda değil.

Saadet Partisi binası önünde açıklanan cumhurbaşkanlığı adaylığı, birbirlerine benzemeden olanaksız.

İki, çözüm öneren eski CHP yok, kişilerin görev dağılımlarına odaklı yeni CHP var.

Üç, yalansız, dürüst Kılıçdaroğlu yok, ne söylemesi isteniyorsa onu söyleyen Kılıçdaroğlu var.

Dört, derin ekonomik krizde seçime giden CHP (SHP iken) “limon gibi sıkılmak”tan söz ederdi, şimdiki “baharlar, çiçekler”den bahsediyor!

Olan seçmene oluyor.

Siz bu zombileşmeyi tüm kurumlara genişletebilirsiniz. Hepsi yaşıyor görünüyor halbuki ölüler.

 

SECCADE, SECCADE OLALI

Ailemden ayrılıp kendi evime geçtiğimde annemle babamın ilk misafirliğe gelişlerini hiç unutmam.

Babamın elinde bir tencere yemek, annemde ise bir çanta vardı. Çantayı uzattı, “Dolaba koy” dedi.

Merakla açtım, içinde bir seccade (annem ‘namazla’ derdi), bir oyalı baş örtüsü ve tespih vardı.

Şaşkın gözlerle anneme bakınca, “İhtiyaç olursa çıkarırsın, sonra da katlayıp dolaba koyarsın” dedi. Öyle de yaptım, bu ülkede herkes de öyle yapar, namaz kılar, namazlayı kaldırır.

Benim gibi kapı koluna bile iletişimden bakan biri, Kılıçdaroğlu’nun seccadeye basma kriziyle de bir iletişimci olarak ilgilenir.

Gördüklerimi sıralayayım;

Kazanma olasılığından söz edilen bir cumhurbaşkanı adayının, her çağrılan yere gitmesi hatadır.

Her isteyenle fotoğraf çektirmesi anlaşılır değildir. Halkın içindeki fotoğrafları hariç.

Kemal Bey gibi zarif birinin bırakın seccadeyi, halı serili ortama ayakkabıyla girmesi bile sıra dışıdır.

Yan yana seccade serili bir ortamda televizyonun açık olması ilginçtir.

Kemal Beyin en küçük seccadeyi, tam da ortalamış şekilde durması abuk derecede tuhaftır.

Birden fazla karede, birden fazla insanla aynı pozun çekilmesi acayiptir. İlk pozda dikkat çekmediyse, ikincide biri duruma uyanırdı.

Bu olayın Ramazan’da yaşanması acıklıdır.

Üstelik fotoğrafları medyayla paylaşan kaynağın CHP olması, durumun tüy dikme yeridir.

Kıssadan hisse bir: Ya Kemal Beyin iletişimcisi berbat, ya kendisine kumpas kurulmuş ya da her ikisi birden.

Kıssadan hisse iki: İletişim hafife alınacak bir iş değildir. Bu olay, Cumhur ittifakından uzaklaşıp kerhen de olsa Millet ittifakına oy verecekleri etkiler.

 

BEN HAKSIZLIĞA GELEMEM

Bir, benim tanıdığım Kemal Beyin seccadeye bilerek bastığını ima eden herkes kötü kalplidir, zira kendisi öyle biri değildir, haksızlık etmeyin.

İki, “Cumhurbaşkanı Erdoğan bu seçimi kazanırsa ülkeye şeriat gelecek, kadın hakları yok olacak” diyenler ya saf ya da kötü niyetlidir. En güçlü zamanında şeriatı getirmemiş de en zayıf zamanında mı getirecek? Haksızlık bu.

Soru basit, Afganistan’a şeriatı muhafazakâr Afganlılar mı, o ülkeyi ele geçiren ABD mi getirdi?

Üç, “Muharrem İnce muhalefeti böldü” diyenler neyin kafasını yaşıyor? Partiden dışlandı, masaya çağrılmadı. Ne yapsaydı? Evde pişpirik mi oynasaydı?

Demokrasilerde aday olana baskı yapılmaz, tam tersine onun kendini temsil hakkına sahip çıkılır, ayıp yahu! Haksızlık bu.

 

OLAYLAR, KİŞİLER VE GÖRÜŞLER

Bir, Muharrem İnce’nin gördüğü desteği doğru yorumlayan sayısı hayli az. Kolaycı toplum duruma “bir bölen” olarak bakıyor. Ne saçma.

İnce’nin gördüğü ilginin en önemli nedeni, insanların seçeneksiz bırakılmaya itirazlarıdır. Sonuna kadar da haklıdırlar.

İki, Selvi Kılıçdaroğlu’nun Twitter hesabı açması siyasal iletişim açısından yeni bir potansiyel sorun alanıdır. İlk paylaşımında eşiyle fotoğrafının altına “Kemal Bey ve ben” notunu düşmüş.

Eşinin adına “bey”, “hanım” ekleyerek yapılan hitapları çok yapay buluyorum. “Kemal bey ve ben” ifadesinde “Kemal ve ben” sıcaklığı yok.

Aynı biçimde Emine Hanımın da “Tayyip Bey” demesi iletişim açısından yanlış.

Üç, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşinin TOGG kullanırken çekilen videolarının paylaşılması, doğru bir iletişim işidir. Emine Hanımın “Araba benim ona göre” demesi tam bir karı-koca diyaloğu olmuş.

Dört, Şahan Gökbakar’a Marmaris’teki koya iskele yaptırıp üzerine de “özel mülk” yazdırınca gıcık olmuştum, ki Recep İvedik tiplemesi nedeniyle zaten gıcıktım.

Ve fakat, itirazlarını dile getiriş biçimi, eleştirip geçip gitmeyişi, konuyu takip edişindeki kararlılığı, Kızılay Başkanı örneğindeki gibi düzeyi düşürmeden oluşturduğu baskı, ATV’deki iftar programında soru soran çocuklar konusunu “çocuk istismarı” olarak tanımlaması benden tam not almıştır.

Beş, Milli Eğitim Bakanına sormak gerekmez mi, evli olduğu halde gittiği her okulda, öğretmenle ya da velilerle ilişki yaşayan bir öküzün (gerçek öküzlerden özür dilerim) öğretmenlik mesleğinden uzaklaştırılması gerekirken hep görev yerinin değiştirilmesi hangi ahlâka sığar?

Altı, bir süredir Habertürk’ün ana haberi ve sonrasındaki söyleşileri sunan Mehmet Akif Ersoy’un performansı çok iyi. Keşke daha önce başlasaymış.

Haber masası herkese yakışmaz ama ona yakıştı. Sorma şekli, sunma şekli ve özgüveni, konuya hakimiyeti tam yerinde. Uzun zamandan sonra Habertürk doğru bir karar vermiş oldu.

Yedi, bütün dizi ve filmlerde şiddet, başta Beyaz Tv ve ATV olmak üzere tüm televizyon kanallarını doldurmuşken, onların yanında çok masum kalan Show Tv’deki “Kızılcık Şerbeti”ne 5 yayın durdurma cezası verilmesi abestir.

Yapımcıların yerinde olsam tam postmodern zamana yakışır şekilde “Kızılcık Şerbeti”ne final yaptırır, yeni “Kızılcık Şerbeti” ile “yola devam” derdim. Madem öyle işte böyle şeklinde.

 

DOĞRU SORUYU DOĞRU KİŞİYE SOR

Hayal kırıklığına uğramak mı istemiyorsunuz?

Aldatılmış hissetmek mi istemiyorsunuz?

Tuzağa düşürülmüş olmak mı istemiyorsunuz?

Hep aynı şeyleri yaşamaktan yorgun kalmak mı istemiyorsunuz?

Hep başarısız olmak mı istemiyorsunuz?

O zaman doğru soruları soracaksınız. Ama o doğru soruları, başkalarına değil kendinize soracaksınız.

 

LALE ORTA BENİM KİŞİSEL MESELEM

Erkek egemen spor dünyası, Merkez Hakem Kurulu Başkanı Lale Orta’yı kıskaca almak için ağlarını örüyor.

Spor dünyası, kulüpler, özellikle futbol tam bir erkek egemen arenadır. Kadınlara bakışları da aşağılayıcı, cinsiyetçidir.

O kadar ki daha birkaç yıl öncesine kadar spor medyasında kadın spikere, muhabire şans tanınmazdı, gerekçeleri de basitti, “sen nasıl soyunma odasına gireceksin” der kesip atarlardı.

Dikkat edin, halâ da medyanın spor servislerinde çalışan kadınlar sadece güzel kadınlardır.

Bu açmazı/çıkmazı bildiğim için Lale Orta hakemlikteki kariyerinden itibaren dikkat alanıma girmiştir.

MHK Başkanı seçilince sevincimi yazmış, kendisine uyarılarda bulunmuştum.

Şimdi Lale Hanımın istifasını isteyen koro ortaya çıktı. TFF Başkanı Büyükekşi, Lale Hanıma destek açıklaması yaptı ama o camia kurban almadan geri çekilmez.

Baskılara yenilip kendini savunmaya başladı, yazık.

Hayata kadınlar ve erkekler gibi ayrımlardan bakmam ama klasik ifadeyle ve yukarıdaki gerekçelerimle Lale Orta benim kişisel meselemdir.

 

AKLIMDA KALAN

“Olmaz böyle şey!” isyanım: Okuyunca şok oldum. Eski romanlardaki kilo, ırk, cinsiyete ilişkin hakaret içerebilecek bölümler ya değiştiriliyor ya da siliniyormuş. Örneğin Agatha Christie’nin, Ian Fleming’in kitaplarına uygulanmış. Tam bir deli saçması durum. Edebi metinler bize yazıldıkları döneme dair ipuçları sunan aynı zamanda sosyolojik olarak da okunabilecek metinlerdir.  Onlara bugünün kavramlarıyla bakamazsınız. Değişim ileriye doğru bir süreçtir, geriye doğru değişime kalkmak tehlikelidir. Ayrıca bir yazarın metnine yazar rızası olmadan değişiklik yapmak ağır suçtur. Böyle bir yeltenmeyi kabul etmek mümkün değildir. Engizisyonun kitap yakması gibi bir şey bu.

 

Diğer Yazıları